“Üç Aylarda Kısa Sureler” derslerimize Beyyine Suresi’yle devam ediyoruz. 1. âyetteki “beyyine” kelimesi sûreye ad olmuştur. “Beyyine”; nûr gibi kendisi gayet açık olup başkasını da beyan eden, sağlam, açık delil, mucize demektir. Medine’de inmiştir. “Kayyime, Beriyye, İnfikâk” adlarıyla da anılır. Meali:
“Rahmân Rahîm Allah’ın adıyla. 1-Kitap ehlinden ve müşriklerden inkârcılar kendilerine açık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi; 2-O, Allah’tan gönderilen ve tertemiz sahifeleri okuyan bir elçidir. 3-En doğru hükümler vardır o sahifelerde. 4-Kendilerine kitap verilenler ancak o açık delil kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. 5-Oysa onlara, sadece dini yalnız O’na has kılan hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Dosdoğru din de budur. 6-Ehl-i kitap ve müşriklerden inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır. 7-İman edip sâlih ameller işleyenlerse halkın en hayırlılarıdır. 8-Rableri katında onların ödülleri, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkanlar içindir.”
“Ehl-i kitap” o dönemde Medine ve civarında yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlar; “müşrikler” de dönemin putperest Arapları ise de hüküm genel olup, bütün insanlığı ilgilendirir. 1. âyet, bu grupların, kendilerine elçi ve kanıt gönderilmedikçe cezalandırılmayacaklarını söyler. “Biz bir resul göndermedikçe azap edecek değiliz” (İsrâ 17/15) âyeti bunu ifade eder. Artık deliller geldikten sonra küfür üzerinde devam edenlerin sorumlulukları kendilerine aittir; kendilerine hidayet edilmediği mazeretini ileri süremezler.
2. âyet: Yalan, nifak, şüphe, tahrif, batıl, sapkınlık ve yanlışlık vb. kusurlardan arınmış “tertemiz” Kur’ân sayfalarını okuyup Allah’ın emirlerini yaşayan, insanlara tebliğ eden Allah’ın elçisi Peygamberimizdir.
3. âyet: Bu sayfalarda “kitaplar”, yani dosdoğru, hakkı bâtıldan ayıran ilâhî âyetler ve hükümler bulunur. Kur’an-ı Kerîm önceki ilahi kitapların hükümlerini de içerir.
4. âyetteki “açık delil” (beyyine), getirdiği mesaj ve mucizelerle apaçık hak ve hakikat elçisi olan Resûlüllah’tır. O(s.a.)gelinceye kadar Kitap ehli, son elçinin geleceği hakkında fikir birliği içinde idiler; ama Efendimiz geldikten sonra bir kısmı ona inandı, çoğu ise inkâr ettiler.
5. âyet: Oysa onlara, “dini yalnız Allah’a has kılarak” yani “Allah’a gönülden inanıp tam bir içtenlikle yalnız O’na boyun eğmeleri…” emredilmişti. Buna göre, ibadetlerde şekil de vazgeçilmez olmakla beraber, ibadetin özü ve ruhu niyet ve ihlâstır, tevhid inancı ve kulluk bilincidir. “Hanîf” ismi Kur’an dilinde her şeyden önce tevhid inancını kapsar ve daha açık olarak, “Şirk kuşkusu taşıyan her türlü sapkın görüşten uzaklaşıp Allah’ın birliği inancına yönelen ve ihlâslı bir şekilde yalnız O’na kulluk eden” anlamına gelir (bk. Bakara 2/135; Rûm 30/30). İbadetin içinde namaz ve zekât olduğu halde bunların ayrıca zikredilmesi, önemini belirtir. Önceki hak kitaplarda ve Kur’an’da bir olan Allah’a ihlâsla ibadet, namaz ve zekât emredilmiştir. Namaz; “tevhid eylemi” olup Allah’a saygının, zekât ise insana şefkat ve sevginin göstergeleridir. Tevhid inancı ve “Allah’a gönülden saygı ve itaat” anlamındaki ihlâsın yanında, namaz ve zekât da diğer ilâhî dinlerin bozulmamış halinde vardı. İşte bu, “dosdoğru din” (dînü’l-kayyime) yani “dînü’l-milletü’l-kayyime” (doğru yol üzerinde olan milletin dini)dir.
6-8. ayetler: Medine ve civarındaki Yahudiler ve Hristiyanlar, son peygambere dair bilgi sahibi oldukları halde, o hak peygamberi ve Kur’an’ı inkâr ettikleri; müşrikler de bir olan Allah’a ortak koştukları için “halkın (topraktan yaratılan) mahlukatın en kötüsü” olarak nitelendiler. Onlara, ibadet etmelerinin ve namaz kılıp zekât vermelerinin emredilmesi İslâm’a çağrının gereğidir. Sonunda inkârcılar “yeryüzünün en kötüleri” olarak uhrevî cezayı, inanıp salih ameller yapanlar ise “yeryüzünün en iyileri” olarak uhrevî mutluluğa ve Allah’ın rızasına ererler. Hadiste, onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insan aklının hayal edemeyeceği güzel ödüller hazırlandığı müjdelenir (Buhârî, Tevhîd 35; Müslim, Îmân 312). Bu sebeple Allah onlardan razı; onlar da O’ndan razıdırlar. (Tefsirlerden özettir.)