En kötüden daha kötü ne olabilir?

Ahmet Varol

Bütün dünya ABD seçimleriyle ilgileniyor. Ama anladığımız kadarıyla bu seçimlerde kimse heyecanlı değildi. Bununla birlikte herkeste bir tedirginlik ve telaş vardı. Bu tedirginlik ve telaş Amerikan toplumunda da kendini belli ediyordu.

Bize tarif edildiği şekliyle “demokratik” sistemlerde vatandaşlar kendilerini temsil etmeye ya da yönetmeye talip olanlar arasında kendi açılarından “daha iyi” gördüklerini seçmek için sandık başına gider. 

Ama vakıanın öyle olduğu söylenemez. Demokratik olarak nitelendirilen sistemlerin birçoğunda vatandaşlar seçmek için değil onaylamak için sandık başına gitmeye zorlanır. İslam dünyasındaki demokratik sistemlerin birçoğunda durum böyledir. 

Bazılarında da vatandaşlar daha kötüsünü seçmemek için oy kullanmak zorunda kalır.

İşin bu yönü ABD’deki son seçimlerle ilgili yorumlarda sıkça dile getirildi. Bazı yorumlarda Amerikan vatandaşlarının en kötüyü seçmemek için ondan daha az kötü olanı seçmek zorunda kalacakları dile getirilmişti. Bu yöndeki yorumlara göre Kamala Harris aslında iyi bir seçim olmayacaktı. Tecrübeler ve yaşananlar bunu çok açık bir şekilde gözler önüne sermişti. Ama Trump ondan daha az kötü değildi. Çünkü o da neticede kullanılmış ve atılmış, kötü şöhrete sahip biriydi. O en kötü olduğundan tereddütte olanların en kötüyü seçmemek için daha az kötü olanı seçmeleri bu yüzden Harris’in kazanması ihtimali yüksekti.

Ne var ki Amerikan halkı tam tersini yaptı ve tahminler yine tutmadı. Çünkü sonucu belirleyeceği düşünülen kararsız kesim en kötünün seçilmesini engellemek için kötüyü seçmek değil en kötülerden birini seçmek zorundaydı. 

Toplum psikolojisi açısından hakim durumun çok kötü olması, geçmişte yaşanmış bir kötüyle ilgili olarak hafızalara işlenmiş gerçeğin gözardı edilmesine neden olabilir. O yüzden bir kimse devam eden kötüyle, geçmişte kalmış kötü arasında tercih yapmak zorunda kaldığında devam eden kötüden kurtulmayı tercih eder. Bu yüzden de geçmişte kalan kötünün geri dönmesi ihtimali daha yüksek olur. 

Yönlendirilmeye müsait kitlelerde büyük bir kesim zaten siyasi tercihini ön yargılarına ve kendilerini nispet ettikleri oluşumların çizgilerine göre yapar. Bu gibiler çoğunluğu oluştursa da, özellikle seçilebilecek alternatif sayısının ikiye düştüğü sistemlerde sonucu belirleyen unsurlar bilinçli tercih yapanlardır. Onların tercihleri de her zaman “insancıl” veya “akılcı” olmaz. “Çıkarcı” olması da mümkündür. Ayrıca bu gibilerin de bazı sosyopolitik unsurlardan yararlanılarak yönlendirilmesi mümkündür. 

ABD seçimlerinde bilinçli tercih yapan kesimin bir kısmının tercihinde Filistin meselesinin etkili olduğu tahmin ediliyor. Tercihini bu meseleyle ilgili siyasi duruşlara göre yapanların başında ise yahudi nüfus ile Müslüman nüfus yer almaktadır. 

Trump’ın önceki başkanlık döneminde siyonist işgal rejimine verdiği destek konusunda kendini ispat etmiş olması, bu seferki propaganda faaliyetlerinde de işgal rejimine desteğini açık ifadelerle dile getirmesi sebebiyle özellikle son dönemde siyonist lobiler ona açıktan destek verdi. Bu yüzden yahudi nüfusun oylarının önemli bir kısmının onun tarafına kaydırılmış olması mümkündür. 

Diğer taraftan Müslümanları ilgilendiren konu bugün Gazze’de devam eden soykırım savaşıdır. Bu savaşın ABD’nin desteğiyle sürdürüldüğü hatta ABD’nin bilfiil savaşı yürüttüğü biliniyor. Bu soykırım savaşında ise vahşetin ve zulmün zirvesine varılmıştır. Öyle ki böylesine korkunç vahşet manzaralarını gören bir insan “Bundan daha kötüsü ne olabilir?” sorusunu sormadan edemiyor. 

Bu yönüyle Gazze’deki soykırım savaşı açısından Amerika’daki mevcut yönetim devam eden kötüdür. Bu yüzden bu vahşete destek verilmesini onaylamayan kesim ve bu arada Müslümanlar da devam eden kötüden kurtulmak istemiştir ki bu da geçmişte kalan kötünün işine yaramıştır. 

İşte böyle bir noktada çok ilginç bir şekilde zıtlar buluşmuş ve bu da Trump gibi bir azgının, çöpten çıkarılıp yeniden başkanlık koltuğuna oturtulmasına imkan sağlamıştır.