Erdoğan ve Avrupa

Taha Akyol

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son zamanlarda Avrupa Birliği vurgusu arttı. Trump ve Putin arasında sıkışan Avrupa’nın da Türkiye’ye ilgisi arttı. AB üyesi olmadığımız halde, AB’nin “Fikirdaş Ülkeler” konferansına Erdoğan’ın davet edilmesi ve telekonferansla katılması bunun bir işaretidir.

Erdoğan, bu stratejik konjonktürü Türkiye’nin AB’ye üye olması yönünde değerlendirmek istiyor. Elbette Erdoğan, Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasa bile, o yolun açık gözükmesinin getireceği büyük yararların farkında.

İki taraf da yakınlaşıyor, bu çok iyi… Ama ortada büyük bir sorun var:

Erdoğan Avrupa’nın Türkiye’ye “stratejik” bakmasını istiyor fakat Avrupa Birliği bununla yetinmiyor Türkiye’ye hukuk ve insan hakları açısından bakıyor.

Bir yakınlaşma yaşanırken bu fark da gittikçe daha belirgin hale geliyor.

ERDOĞAN’IN BAKIŞI

Erdoğan’ın AB’ye bakışında çok keskin iniş çıkışlar oldu. 2004’te hızlanan ve Türkiye’ye bereketli yatırım yağmurları getiren “tam üyelik süreci”nin “Cumhuriyetin kuruluşundan sonra en büyük modernleşme hamlesi” olduğunu söyleyen Başbakan Erdoğan’dır. (17 Temmuz 2011)

AİHM kararlarının bağlayıcılığını Anayasa’nın 90. Maddesine ve CMK’nın 311. Maddesine yazdıran da Erdoğan’dır.

Ben bu yaklaşımlarının doğru olduğuna inanırım, zamanında bu yöndeki reformları destekledim.

Fakat, iç politika sorunları sebebiyle, özellikle CB sistemi sürecinde, AB için “Bunlar Haçlı ittifakı” diyen de Erdoğan’dı. (26 Mart 2017)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yasama yılı konuşmasında “aslına bakarsanız, bizim Avrupa Birliği üyeliğine ihtiyacımız da kalmamıştır” diye de konuşmuştu. (1 Ekim 2017)

Sonraki konuşmalarında “AB üyeliği stratejik hedefimiz olmaya devam ediyor” şeklinde beyanları da vardır. Hatta, “kendimizi Avrupa’da görüyoruz” şeklinde konuşmaları da oldu. (21 Aralık 2020)

STRATEJİK BAKIŞ

Cumhurbaşkanı son beş yılda istikrarlı olarak, “AB Türkiye’ye stratejik açıdan baksın” tezini işliyor. Bu sözlerinin uzun bir listesini çıkarmak yerine, son konuşmalarına bakalım:

“Liberal demokrasi eski gücünü, itibarını, etkisini yitirmiştir… AB’yi ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibarına, içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir, Türkiye’nin birliğe tam üyeliği kurtarabilir.” (25 Şubat)

Fikirdaş Ülkeler konferansında da Erdoğan, şöyle konuştu:

“Biz tam üyelik hedefimizi çok güçlü biçimde muhafaza ediyoruz. Birliğin de artık stratejik ve vizyoner bir tutum benimsemesini, dolayısıyla üyelik müzakerelerimizin bir an önce canlandırılmasını bekliyoruz.”

Polonya Başkanı Tusk’la ortak basın toplantısında da Erdoğan’ın söyledikleri şöyle:

“AB güç ve irtifa kaybının önüne geçmek istiyorsa bunu ancak Türkiye’nin tam üyeliği ile başarabilir.”

Açıkça belli ki Erdoğan, “strateji, güç, savunma, ekonomi” gerekçesiyle AB’nin Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlatmasını istiyor. Fakat…

DEMOKRATİK BAKIŞ

Avrupa Birliği ile “strateji, güç, savunma, ekonomi” ilişkileri gelişebilir, mutlaka gelişmelidir de… Ama “AB üyeliği” bundan ibaret değil ki! AB üyeliğinin hukuk, demokrasi ve insan haklarıyla ilgili kıstasları var. Kuruluş amacı bu.

Türkiye’nin 2004’te “aday ülke” statüsünü kazanması da 1990’lardan itibaren başta anayasa ve ceza kanunu olmak üzere bir dizi reformlar yapmasıyla mümkün olmuştu.

Temel kıstaslar, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, fikir ve ifade hürriyetidir.

Erdoğan ise, içeride “yeni anayasa” kampanyası yürütürken bu kavramları ağzına almadığı gibi, AB ile ilişkilerde de bu kavramların önemsenmeyip “stratejik” bakılmasını istiyor.

AİHM kararlarının “bizi bağlamadığını” söylemek, HSK eliyle yargıyı yönlendirmek, hukuk devletinde olamayacak gözaltılar, tutuklamalar, baskılar… AB bunlara bakar!

AB üyeliği olur veya olmaz, ayrı bir konu. Fakat Erdoğan’ın deyişiyle “üyelik müzakerelerimizin bir an önce canlandırılması” için bile kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, fikir ve ifade hürriyetinin AB kıstaslarınca kabul edilebilir düzeye çıkarılması gerekir. Bu olmadan yatırım gelmiyor işte.

Görüyor musunuz, içeride hukuk ve özgürlük standartlarının düşmesi, Türkiye’ye “üyelik müzakerelerimizin canlandırılması”nın getireceği büyük iktisadi ivmeyi ve siyasi itibarı nasıl kaybettiriyor?

Mehmet Şimşek niye susuyor, bunu hiç anlamıyorum.