Erdoğan'ın liderliğinde Terörsüz Türkiye

Nasuhi Güngör

Hiçbir ülkenin kendi başına değişim yaşamasının mümkün olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Başka bir ifadeyle her ülkenin kendi dinamiklerinin yanı sıra, yakın çevresinden küresel ölçeğe kadar pek çok karşılaşma ve etkileşim yaşadığı bir dünyada.

Türkiye, çok çetrefilli ve zorlu, en az onun kadar hızlı ve öngörülmesi zor bir dönemin kapısını aralıyor. Mevcut tartışmaların bu yönde bize fikir vermek bir yana, görüş mesafemizi daralttığını düşünüyorum. Hiçbir tartışmayı önemsiz ve anlamsız sayamayız. Ama aynı zamanda kafamızı kaldırıp ne olduğuna bakmaya engel olacak noktaya da taşımayı anlamak zor cidden.

SURİYE DENKLEMİ

Suriye’de Baas rejiminin yıkılmasının ardından ortaya çıkan tablo, yaşadığımız ülkenin geleceğini doğrudan etkileyen bir role sahip. Tam da bu nedenle Türkiye, bu ülkede olup bitenleri oturduğu yerden izlemeyi değil; ön almayı, hamle üstünlüğünü elinde tutmayı tercih etti. Başkalarının ürettiği senaryolarda yer almak yerine kendi oyununu kurmayı hedefledi. Bunda önemli ölçüde başarılı olduğunu, ancak bunu sürekli ve sonuç alıcı kılmanın bundan fazlasını gerektirdiğini düşünüyorum.

En uzun sınıra sahip olduğumuz bu ülkenin, sıkça ve farklı boyutlarda tehdit oluşturan hamlelerini bertaraf etmek; tehdit olarak dayatılan unsurların avantaja dönüştürülmesini sağlamak sanıldığından çok daha zor bir süreç. Tarihsel arka planın getirdiği dinamikler, aradan geçen zaman içinde lehimize olduğu kadar, aleyhimize bir sosyoloji de üretti. Dolayısıyla meseleyi topyekûn tarihe/geçmişe yaslanarak kurgulamak, en azından 150 yılı ıskalamak olur.

SDG İLE ANLAŞMA SONRASI

Her sorun, birden fazla tarafın ürettiği karmaşık özelliklere sahiptir. Türkiye-Suriye ilişkilerinde öne çıkan ana başlık, sınırımızın ötesinde hayli geniş bir alanı kontrol eden ve NATO’nun patronu eliyle eğitilip silahlandırılan yapının ne olacağı kuşkusuz. YPG/PKK veya üzerine çekilen küresel örtüyle SDG.

Burada ortaya çıkacak dengenin, Suriye yönetimi ve SDG arasında yapılan anlaşma sonrasında ortaya çıkardığı çerçeve, kuşkusuz çok önemliydi. Ama bir o kadar da bölgesel ve küresel dokunuşlara açık yanları olan bir anlaşmaydı.

Oyalamak ve zamana yaymak, yaşadığımız bölgedeki devletlerin veya örgütlerin çok iyi öğrendiği taktikler ne yazık ki. Türkiye’nin ise ne zaman kaybedecek zamanı, ne de bekleyecek tahammülü var. Devletin zirvesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın İmralı heyetini kabulüyle artık bambaşka bir aşamadayız. Mayıs ayı gelişmelerin hızlandığı ve daha güzel haberlerin geleceği bir dönemin başlangıcı olacak.

Türkiye, bölgesinde yeni bir dengenin, kalıcı barışın ve siyasi sınırları değişmeden büyüyen bir gücün adı artık. Bu yükselişin lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan. Güçlü liderlik Türkiye'nin en büyük avantajı. İçerideki tartışmaları bataklık seviyesine çekerek veya sanki bu liderlik üzerinde Cumhur İttifakı tarafında sorun varmış gibi algılar peşinde koşmak iyi niyetli olamaz. İktidar belli, güç dengesi ve liderlik belli. Herkesin yeri ve rolü de öyle.

İÇ CEPHE/DENGE

Dolayısıyla içimizdeki sıcak tartışmaların bir an önce sonuca ve ondan daha önemlisi sükunete ermesi çok önemli. Bu yöndeki açıklamaların ve yaklaşımların birbirinden farklı amacı olsa da, ister iç cephenin tahkimi diyelim, isterse dengelerin yerine oturması; işin bu tarafı gerçekten sağlıklı biçimde nihayete ermeli. Acele değil hızlı, hukuksuzlukları yok sayarak değil yargının kararlarını saygıyla bekleyerek.

Ana muhalefetin, ülkenin gündemini sıkıştırmaya çalıştığı koridorun, kendisini nereye götüreceği konusunda yeterince fikri olup olmadığını bilmiyoruz. Devam eden hukuki süreçleri tepeden tırnağa reddetmek, davaları siyasi kabul ediyoruz yaklaşımında ısrar etmek, kuşkusuz belli düzeyde bir karşılık üretebilir. Sonuçta ülkenin ana muhalefet partisinden söz ediyoruz.

CHP, MUHALEFETİ KONSOLİDE ETTİ Mİ?

Ancak işi, ülkenin bütün kazanımlarını yok saymaya, gerekirse ekonomiye ve hayatın tüm alanlarına yönelik hedefleştirmeye taşımak, makulün çok ötesine geçmek olabilir. Erken seçim talebi, cumhurbaşkanı adayının kim olacağı meselesi tüm bunların demokratik tartışma zemini ve işleyişi ortada. Bunların getireceği sonuçlara hayır diyecek bir siyaset ve anlayış yok Türkiye’de, olmaz da.

CHP’nin yalnızlaşma ihtimalini gündeme getirdiğimde epeyce eleştiri aldım tanıdığım partililerden. Ancak bir o kadar da böyle bir ihtimalin güçlü olduğuna dikkat çekenler oldu. Saraçhane’de ortaya çıkan tepkiler ve öfkeler üzerinden, muhalefeti de kuşatacağını ve bir blok halinde yanında tutacağını düşünmek siyasi gerçeklikten çok uzak. Hiçbir parti diğerinin ana gündemini kendi gündeminin merkezine kolayca alamaz. Nitekim muhalefetin farklı unsurlarından gelen mesajlar da tam olarak bunu ifade ediyor.