Esenyurt ‘düşünce’ süreç de düştü mü?

Yıldıray Oğur

“Esenyurt düşerse, Kudüs düşer, Mekke düşer” diye hızını alamayan AK Partili siyasetçi bugünlerde mutlu olmalı.

Esenyurt, neredeyse tuzağa düşürüldü ve bölgede vazgeçilen kayyım uygulaması İstanbul’da geri döndü.

Üstelik en iddialı delili şu taziye konuşması olan iddialarla:

“Ahmet Özer: Ee başın sagolsun Mehmet

M.K. : Sağolasın hocam hürmet edı̇yorum.

Özer: Annemı̇z vefat etmı̇ş

M.K. : Allah razı olsun, sağolasın hocam.

Özer: Çok üzüldüm. Çok değer verdı̇ğı̇mı̇z bı̇r annemı̇zdı

M.K :Sağolasın hocam, Allah razı olsun sağolasın
Özer: Sı̇zı̇n gı̇bı̇ değerlı̇ evlatlar yetı̇ştı̇rdı

M.K: Sı̇zı̇n gı̇bı̇ değerlı̇ dostlarımız sağolsun hocam.”

Kürt melesiyle biraz ilgili olanların adını yazdığı yazılardan, kitaplarından bildiği, 2013’de olsaydık AK Parti’den de aday olabilecek CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in PKK üyeliğinden tutuklanması ve yerine 1 milyonluk ilçeye kayyım atanmasının en büyük delili işte bu taziye telefonu.

Hazırlanan tutuklama müzekkeresine göre Özer, 2023-2024 yılları arasında tam tarihi verilmeyen bir günde, annesi ölen M.K. yı taziye için aramış.

M.K.nın iki kardeşi dağda, bir kardeşi de PKK’dan cezaevindeymiş.

M.K. diye yazdım çünkü diye suçsuz bir insanın adını ortalıklarda dolaştırmamak gerek. Kendisiyle ilgili müzekkerede bir suç kaydından bahsedilmiyor. Yani yok. Vefat etmiş annesi için de herhangi bir iddia yok.

PKK, çocukları dağda olan ya da PKK saflarında ölen böyle ailelere “değer ailesi” diyor ve onlara kendi siyasetinde ve belediyelerinde ayrıcalıklar tanıyor.

Müzekkereye göre Ahmet Özer’e bu vefatı bildiren (ismi verilmeyen) kişi de bu aileye “partinin değer verdiğini söylüyor ve şahsı ziyaret etmesini” tavsiye ediyor. Parti dediği herhalde DEM. Tarihlere bakılırsa bu seçim sürecindeki bir taziye telefonu. Özer de telefonunu alıyor ve taziye için arıyor. “Değer” kavramını kullanıyor konuşmada. Yine müzekkereye göre “yerel seçimlerde kendisinin yardımına ihtiyacı olduğunu da” söylüyor.

Yani karşımızda adaylık süreci ya da seçimlerde siyasi destek için bir “değer” ailesine yapılmış bir taziye telefonu var. Ölen ve telefon açılan kişiler hakkında PKK suçlaması da yok.

Savcılığa göre bu siyaseten açılmış taziye telefonu “Ahmet Özer’in terör örgütüyle bağını gösterir en önemli telefon görüşmesi”

Aynen böyle yazıyor.

Herhalde savcı farkında değil. Benzer taziye telefonu delilleriyle Türkiye’de milyonlarca insanı PKK üyeliğinden tutuklamak mümkün.

Bu soruşturmayla bir Kürt tanıdığınıza taziye telefonu açmadan önce aile üyelerinin adli sicil kaydını istemek gerek.

Taziye deyince insanın aklına KCK yöneticiliğinden hapis yatmış olan DEM Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’a Meclis’te taziye dileyen MHP lideri Devlet Bahçeli geliyor.

O cesaret ister ama Özer’in tutuklanmasına neden olan bu delillerin daha fazlasıyla DEM Partili bütün belediye başkanlarını yarın tutuklayıp yerlerine kayyım atamak mümkün.

Peki neden onlara değil de CHP’li Esenyurt Belediyesi’ne bu yapıldı?

Tam da bu sorunun cevabı, bu tutuklama ve kayyımın süreçle ilgisi olmadığını söylüyor.

Esenyurt’taki hukuki atak, iç siyasetle ilgili siyasi bir hamle.

Sebebi hakkında pek çok spekülasyon yapılabilecek ama hedefi CHP ve İmamoğlu olan bir operasyon.

Eğer hedef süreci bitirmek olsaydı, Özer için bulunan delillerin daha fazlasıyla Diyarbakır ya da Van Belediye başkanları tutuklanıp, yerlerine kayyım atanırdı.

O zaman dağdaki PKK’ya silah bırakma çağrısının devamında gelecek, “Düz ovada siyaset yap” cümlesi boşa düşerdi.

İşte bu da sürecin bitişine yorulabilirdi.

Ama karşımızda süreci bitirmeyen ama iklimini zehirleyen, CHP’lilerin de içinde olduğu iç cepheyi zayıflatan bir hamle var.

Bunun CHP’nin iç cephesini de karıştırdığı açık.

PKK’nın TUSAŞ saldırısı sonrası, süreç bu kez de Esenyurt’la test ediliyor.

Peki, hukukun siyaseten böyle kullanıldığı bir ülkede silah bıraktırma, barış amaçlı bir sürecin yürütülmesi mümkün mü?

Bu soruya cevap vermek için Esenyurt’tan kafamızı kaldırıp Silivri’ye, Bakırköy’e, Edirne’ye doğru bakmak yeterli.

Şu anda cezaevlerinde PKK üyeliği gibi suçlamalarla Demirtaş başta olmak üzere yüzlerce Kürt siyasetçi var.

Yani süreç zaten hukukun pek de iyi halde olmadığı bir zamanda başladı.

Bazılarına bunu anlatmak kola değil ama bir kere de şöyle deneyelim:

Stalinist silahlı bir örgüt ile otoriter bir devlet arasındaki silah bırakma görüşmelerinde hukuk ve demokrasi sorunlarımız çözülmeyecek. O sorunları bizim çözmemiz gerekiyor ülkenin istihbarat teşkilatı ile silahlı örgütünün lideri değil.

Yani bu süreç Türkiye’nin demokrasi ve hukuk meselelerini çözmek için yapılmıyor.

Bu bir barış, çözüm, silah bırakma süreci.

Tarihin hangi devrinde, dünyanın neresinde olursa olsun her çatışma bir gün biter. Yeniligiyle, zaferle ya da müzakereyle…

Bunun için tarafların demokrat olmasına gerek yok.

Bundan 3 bin yıl önce Hititliler ile Mısırlılar da Kadeş barış anlaşmasını imzalamışlardı.

O yüzden daha fazla hayal kırıklığı yaşamamak için barış ile demokrasi ve hukuku birbirinden ayırmak gerek.

Bunu ayıramayanlar, Türkiye’nin barışa en fazla yaklaştığı Çözüm Süreci sırasında, Gezi Olayları patlak verince, sokağa çıkan vatandaşlarını gazlayan bir iktidarla barış da yapılamayacağını söyleyip Kürt siyaseti üzerinde etkili bir mahalle baskısı yaratmışlardı.

Halbuki, Gezi olayları üç aylıktı, çözülmeye çalışılan mesele ise arkasında 100 yıllık bagaj olan 40 yıllık bir meseleydi.

Tabii ki bir ülkede hukuk ve demokrasi, barışın sağlanması için güvencedir.

Yarın Öcalan’ın çağrısına uyup silah bırakarak Türkiye’ye gelecek PKK’lılar üç ay sonra iklim değişince tutuklanmayacaklarının bir garantisi olup olmadığına bakarlar.

Esenyurt Belediye başkanının bile öylece tutuklanabildiği bir ülke bu garantiyi vermiyor.

Ama bu görüşmelerde önemli olan devletin ve örgütün bir çözümde anlaşması.

Muhtemelen biz şu anda bu anlaşmanın son faslına şahit oluyoruz.

Bunun için içeriden bir bilgiye sahip olmaya gerek yok.

Türkiye, 2009’da Demokratik Açılım diye ilk Kürt açılımıyla Orhan Gencebaylı, Mahsun Kırmızıgüllü kahvaltılarla tanışmıştı.

O günlerde “bu iş böyle çözülmez” diye itirazlar yükseliyordu.

Ama 2011’de bir gün ne öğrendik?

Meğer biz o kahvaltılar, Kürt-Türk kardeşliği nutuklarıyla oyalanırken meğer devlet ile PKK arasında Oslo’da masaya oturulup müzakereler çoktan yapılmıştı.

O görüşmelere PKK adına katılan isimlerden biri “masada Azerbaycan’daki Kürtlerin meselelerini bile konuştuk” diye müzakereleri özetlemişti.

Bugün de herhalde kimse Öcalan’ın silah bıraktırma çağrısını ilk kez Devlet Bahçeli’den duyduğunu düşünmüyordur.

Ya da bu aralar ellerine çubuklarını alıp ekranlarda PKK içi dengeler üzerine konuşup, hızlıca “Öcalan’ın çağrısını Kandil dinlemez” diyenler, bir gün Öcalan’ın bir çağrı yapacağını ve Kandil’dekilerin de o çağrıyı duyar duymaz silahlarını atıp sınıra doğru koşacağı bir anı hayal etmeyecek kadar mevzudan haberdardır herhalde.

Tabii ki biz bir sürecin, tekliflerin, fikirlerin ve projelerin olgunlaştığı bir anda bunu duyduk.

Üstelik bunu duymayı en son bekleyeceğimiz, onun da bu işin içinde olmasının müzakerenin karşı tarafı için en ciddi güvence olduğu bir isimden.

Esenyurt’a bakarak silah bırakmanın, çözümün, barışın şartlarının olmadığını düşünenler olabilir.

Ama o demokratik ve hukuki şartlar Esenyurt’tan önce de zaten yoktu.

Demek ki bizim beklentilerimiz, şartlarımızla 40 yıllık silahlı bir örgütün beklentileri, şartları arasında fark var.

Batı’da Kürtleri teslim olmakla, kandırılmakla suçlayanlar 40 yıldır silahların gölgesinde bir hayatın nasıl olabileceği üzerine bir kez daha düşünmeli.

Bu öyle hep Erdoğan’ın kazandığı bir demokrasiden şikayet etmeye benzemeyebilir.

PKK, 40 yıldır dağlarda. Kimse başlarına silah dayamış durumda da değil. Buna ikna olurlarsa silah bırakacaklar ve Türkiye’ye karşı yürüttükleri 40 yıl savaşı bitirecekler. Yani onlara da bu teklifin rasyonel gelmesi, önlerini görmeleri, silah bırakınca ne yapacaklarını bilmeleri gerek.

Herhalde işin bu esas kısmı da Özgür Özel’in önerdiği gibi Meclis’te konuşulmayacak.

Sadece Oslo sürecindeki ses kayıtlardan bile MİT’in bu konularda ciddi bir birikimi olduğunu biliyoruz.

Hatta devlet Çözüm Süreci sırasında bizzat parasını vererek ciddi isimlere PKK’lıların beklentileri ve fikirlerini anlamak için raporlar bile yazdırmıştı.

Üzerinden en fazla 10 yıl geçen bu tecrübelere rağmen süreç kavramını duyunca aklına sadece Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı için Çukurambar cafelerinde planlanan Bizans oyunları gelenler acaba ne düşünüyor?

Yani 75 yaşındaki Öcalan, 25 yıl hapiste kaldıktan sonra ömrünün belki de son 5 yılını bir havuzlu villada geçirmek için mi böyle bir pazarlıkta bütün itibarını İmralı’da bırakacak?

Ya da Erdoğan, seçimlere terör örgütü liderini serbest bırakarak aday olmuş biri olarak girmenin siyasi maliyetini bilmeyecek bir siyasetçi mi?

Üstelik 22 senede kazandığı 15 seçim zaferinden sonra?

Üstelik Cumhurbaşkanı, Esenyurt gözaltısının olduğu gün yaptığı konuşmayla sürece çok güçlü cümlelerle sahip çıktı.

“Daha önce de çözmeye çalıştık, sırtımızdan vurulduk, ihanete uğradık ama vazgeçmedik” dedi, Bahçeli’nin adımını sahiplendi, “Elini değil gövdesini taşın altına koyarak yaptığı tarihi fırsat penceresi” olarak tarif etti. “Sorunu çözerek 40 yıllık siyasi hayatımı taçlandırmak istiyorum” dedi.

Demek ki onun gözünde de süreç ve Esenyurt aynı sayfada değil.

Dünyaya göktaşı çarpmasından daha düşük bir ihtimalle gerçekleşen Bahçeli’nin çağrısının 40 yıllık bir meseleyi bitirmek için bir daha kolay kolay yakalanamayacak bir fırsat olduğunu söylemek demek, iktidarın her siyasetine onay vermek, onu desteklemek demek değil.

Ama elimizde şu anda bundan daha iyi bir teklif yok.

İktidar değişince bu meselenin de çözüleceğine dair bir garanti de yok. Muhalif aktörler bu konuda hem hazırlıksız hem de ideolojik olarak daha köşeli.

Ve tabii en az 3 yıl daha Türkiye’yi bu iktidarın yöneteceği kesin. Bu üç yıl boyunca hiçbirşey yapmasınlar, iyi bir şey de yapmasınlar diye düşünenler ve bütün enerjilerini iktidarın değişmesine kilitleyenleri ikna etmek kolay değil.

Ama karşımızda Esenyurt henüz bir inşaat cehennemi değil, esen bir köyken başlamış bir mesele var. Hatta Esenyurt’un bu hale gelmesine de neden olan bir mesele bu.

Sorun Esenyurt’ta başlamadığı için çözüm de Esenyurt’ta da bitmedi. Süreç sürüyor.