Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrine dair tartışmalar, bir yandan ülkemizi, öte yandan dünyanın dört bir yanındaki farklı güç dengelerini etkileyecek boyutlarıyla hararetle tartışılmaya devam ediyor.
Konuya Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçtiğimiz hafta verdiği bir röportajdan alıntıyla başlamak istiyorum: “Demokratların iktidar olduğu dönemde biz Gazze’de açıktan soykırımın işlendiğine şahit olduk. Daha kötü ne olabilir ki?” (A Haber, 15 Kasım 2024)
Aynı konuşmada Trump yönetiminin dış politikada ve küresel ölçekte ne yapacağına dair şu vurgu da önemli:
“Bunların hepsi şu anda tartışılan konular. Buna göre Avrupa’daki aktörler, Asya’daki aktörler, özellikle Amerika’nın klasik dostları pozisyon almaya çalışıyorlar. Ama bence biraz daha bekleyip görmek gerekiyor.”
NEYİ BEKLİYORUZ ?
Türkiye’nin yeni döneme dair politikalarını, kimileri “aşırı iyimser” olarak buluyor. Kamuoyunun önemli bir bölümünde ise ciddi bir karamsarlık var. Her iki alıntıyı da o nedenle yaptım.
Gerçekten de Joe Biden döneminde öylesine büyük bir katliam yaşandı ki, yenisinde daha kötü ne olacağı sorusu son derece yerinde. Diğer yandan ABD’nin yeni dönemdeki politikalarının yönü hakkında bekleyip görmeyi tercih eden sadece biz değiliz.
Gayet açık biçimde Amerikan yönetiminin Suriye’nin kuzeyindeki terör yapılanmasına verdiği destek ve hala FETÖ’ye ev sahipliği yapması iki ülke ilişkilerinde önemli sorun başlıkları.
MÜCADELE DEĞİŞMEYECEK
Türkiye bu meselelerin çözümüne dair politikalarını elbette küresel ve bölgesel ölçekteki gelişmeleri ve değişimleri de dikkate alarak oluşturuyor. Ancak gözden kaçan nokta, “bekleyip görelim” tercihi, uygulanan politikaların bekletilmesi, verilen mücadeleden geri adım atılması anlamına gelmiyor.
Dolayısıyla şu gerçek değişmeyecek. İster ABD desteği devam etsin, isterse başka boyutlar kazansın, teröre ve bunun etrafında oluşan tehditlere dair mücadele kesintisiz devam edecek.
Bahsettiğim konuşmadan bir alıntı daha yapayım. Şunları söylüyor Bakan Fidan: “Orada kimin var olduğunun bizle bir alakası yok. Bunu çok net politika olarak geliştirdik. İlk önce Cumhurbaşkanımız bunu politik irade olarak ortaya koydu. Silahlı Kuvvetler ve istihbarat bu konudaki kapasitesini ortaya koydu. Biz bu mücadele devam edeceğiz. Zaten bunun neticesinde bölgedeki müttefiklerimiz ve diğer devletler bizim ciddiyetimizi anladılar.”
GÜÇLÜ LİDERLİK, POLİTİK İRADE
Son dönemde sıkça Türkiye’nin güçlü liderlik avantajına ve bunun zorlu dönemlerdeki rolüne dikkat çektim. Hakan Fidan’ın dikkat çektiği politik irade tam olarak bunu işaret ediyor.
Almanya’daki son gelişmeleri dikkatle takip edenler, Merkel sonrasında ortaya çıkan kırık dökük tablonun ve Biden yönetiminin baskıları karşısında gelinen noktanın nelere mal olduğunu görebilir.
Almanya bulunduğu kıtanın siyasi ve ekonomik anlamda en güçlü ülkesi. Daha iki yıl önce seçilen Şansölye Olaf Scholz, Maliye Bakanı Lindner’i görevden alınca bir anda üçlü koalisyon darmadağın oldu. Sürpriz bir gelişme olmazsa Şubat ayında Almanya erken seçime gidiyor. Krizin sadece ekonomik anlamda görüş ayrılığına dayanmadığını herkes biliyor.
Bu krizden Almanya-Fransa öncülüğünde yeni ve güçlü bir AB mi çıkar, yoksa kuvvetli sinyaller veren yeni aşırı sağ iktidarına kapı mı aralar?
Eylül başında iki eyalette şaşırtıcı sonuçlar alan AfD’nin (Almanya için Alternatif Parti), İkinci Trump döneminin rüzgarıyla nereye koşacağına bağlı.
GÜÇLÜ AVRUPA, AMA KİMİNLE?
Henüz konuşmaktan bile korkulan konu, güçlü ve birleşik bir Avrupa’nın yükselen aşırı sağ partiler ve liderler üzerinden olup olmayacağı.
Almanya’nın geldiği noktanın Bakan Fidan’ın “Amerika’nın klasik dostları pozisyon almaya çalışıyorlar” tespitine önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Yazıyı şöyle bitirebilirim. Her rüzgarda ve değişim sürecinde Türkiye’yi edilgen ve çaresiz gösterme merakında olanlar, kafalarını kaldırıp dünyaya bakarlarsa kimlerin nerelere savrulduğunu görebilir.