Güçlü Türkiye, demokratik siyaset

Nasuhi Güngör

Türkiye, uzun yıllardır mücadele ettiği ve hayli yüksek bedeller ödediği bir soruna dair önemli bir aşamaya geldi. 27 Şubat tarihinde terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrı, sadece içeriği açısından değil, o metne gelen sürecin hikayesiyle de önemli. Dahası bu çağrının ortaya çıkaracağı etkiler, pek çok yeni hikayeyi ve başlığı önümüze çıkaracak.

Örgütün kendisini feshetmesi ve silahların bırakılması üzerine kodlanan dönem, 22 Ekim itibarıyla sayarsak aşağı yukarı 4 ay sürdü. Böyle bir çağrının ortaya çıkmayacağından tutun da, çıksa bile her anlama gelebilecek sözlerle örülü olacağını iddia edenler yanıldı. Tıpkı aynı dönemde “Eğer böyle bir çağrı yapılacaksa mutlaka terör örgütüyle devlet ve hükümet arasında bir pazarlık vardır” diyenlerin yanıldığı gibi.

NEDEN GÖREMİYORUZ?

Kimin ne kadar yanıldığının bir önemi yok demek mümkün değil. Zira Türkiye’de bu meseleleri enine boyuna tartışacak bir aktör zenginliği olduğunu söyleyemeyiz. Yıllarını bu sorunlara kafa yorarak geçiren isimlerin olup biteni tasavvur etmekte zorlanmasının pek çok nedeni olabilir.

Buna dair yakın geçmişte bu köşede bazı değerlendirmeler aktardım. Onların üzerine şunu ekleyebilirim. Bu durum yeni dönemde de devam edecek gibi. Mesela dinamikleri farklı olsa bile Suriye konusunda da benzer bir analiz körlüğü yaşanmıştı. Türkiye’nin uzun yıllar İdlib’te yönettiği alanları ve yoğurduğu zihin dünyasını izlemeyenler, alelacele “Bu işi ABD-İsrail gerçekleştirdi” komplosuna sarıldı. İnsaflı (!) olanlar Türkiye’yi onların taşeronu olarak tanımladı.

TÜRKİYE’NİN GÜCÜ

Ülkemizde yaşanan politik kamplaşmanın, bölgemizde yakaladığımız yükselişi ve elde ettiğimiz gücü görmeye mani olduğu ortada. Zaten bu nedenle Öcalan’ın yaptığı çağrının, mutlaka bir vaat karşılığında olduğunu düşünenler var. Örgütü coğrafyanın farklı bölgelerinde bu noktaya getiren dinamikleri konuşmak pek çoğunun işine gelmiyor. Bunu konuşmak, Türkiye’nin elde ettiği nüfuz alanlarını, operasyonel kabiliyetini ve bu durumun küresel ölçekte oluşturduğu karşılığı görmeyi beraberinde getirecek. Kimileri için kabullenmek hiç kolay değil.

Siyasi sınırlarımız dahilinde teröre karşı elde ettiğimiz saha hakimiyetinin, bugün bazı adımlarımı atabilmemizde ne denli belirleyici olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Kaldı ki benzer bir avantaj ve pozisyonu, Suriye’deki yeni dönemde YPG/PKK’ya karşı da elimizde tutuyoruz. Ayrıca Irak’ta gerek bölgesel yönetimle oluşturduğumuz güçlü ittifak, gerek Bağdat yönetiminin PKK’ya karşı mücadelede geldiği nokta, gerekse bu ülkede Ankara’ya yönelik terör faaliyetlerini destekleyen İran’ın durumu bir başka güç alanı çıkarıyor önümüze.

ÖRGÜTÜN OKUMASI

40 yıllık geçmişi olan terör örgütünün, gerek kendi dinamikleri, gerekse bölgesel ve küresel destekçileri üzerinden ciddi bir siyasi tecrübeye sahip olduğu da bir başka gerçek. İmralı’dan gelen çağrıya PKK’dan olumlu cevap gelmesi, kastettiğim bu tecrübenin yeni şartları doğru okuması ve ona göre yeni bir pozisyon alma çabası.

Bu tür zamanlarda kim kimin bileğini büktü, kim yendi kim yenildi tartışması yapmak faydasız ve gereksiz. Süreci yöneten ana aktörlerin, en başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, geleceğe yönelik ana vurgusunun demokratik siyaset olması bu yönüyle de kıymetli.

SİYASETİN RAHATLAMASI

Tam da bu noktada şu hususa dikkat çekmek istiyorum. Terörün verdiği en büyük zararlardan birisi, bir siyasi partiyi kendi vesayeti altında tutması, daha geniş bir siyaset alanını ise sürekli enfekte etmesiydi. Bunun ortadan kalkması başlı başına büyük bir kazanç. Siyasetinin dilinden atmosferine kadar geniş bir alanda ferahlık oluşturacak.

Ancak demokratik siyasetin genişlemesi ve kendi eksikliklerini gidermesi yönündeki çabaların kuşatıcı olması çok önemli. Türkiye’nin kendi iç dengelerini sağlamlaştırması ve demokrasi çıtası yükseltmesi; sadece bir anlayışın, bir hikayenin ve yaklaşımın çatısına/tezlerine sıkıştırılamaz.

Herkesin konuşacağı, fikrini ifade edeceği bir Türkiye istiyorsak, “demokrasiyi de, hak ve özgürlükleri de benim istediğim gibi anlayacaksınız” tavrından uzak durmak gerekiyor.

Heba edemeyeceğimiz kadar kıymetli bir kazanım elde ettik. Öyle devam edeceğinden de umutluyum.