Sürekli olarak iç dengelerden ve kutuplaşmadan bahsediyoruz. Öyle olunca da bu alandaki sorunların sadece kendi ülkemizde olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Elbette öyle değil. Dünya hiç olmadığı kadar paramparça. Dahası hemen her ülkenin kendi içindeki ayrışmalarının üst düzeyde olduğu bir dönemdeyiz.
ABD seçimleri ve Donald Trump’ın kazanması, ülkeyi yakın tarihte alevlenip tekrar sönmüş gibi görünen siyasi kamplaşmaya tekrar döndürdü. Bu, yok sayılamayacak düzeyde keskin ve artık iki ana siyasi kampın birbiriyle konuşamaz hale geldiği bir dönem.
TASFİYE HESABI TUTMADI
Bu neden önemli ve bizim açımızdan anlamı nedir? Ne denli fazla kafa yorsak yeridir. Zira Trump’la sembolleşen yeni bir akımın, sadece siyasal anlamda değil, kültürel kodlarıyla da dünyaya meydan okuduğu bir dönemdeyiz. Bundan etkilenmeyeceğimizi varsayamayız.
Demokratların zihin dünyası, kongre baskını gibi akıllara durgunluk veren bir hadisenin ardından bir şekilde bu gücün tasfiye olacağını, dolayısıyla Biden sonrasında kendi iktidarlarının devam edeceğine gereğinden fazla inanmış olmalı.
Hillary Clinton, 2016 seçimlerinde kaybederken bu sonucu açıklayacak gerekçelerin sayısı bugünle kıyaslanamayacak kadar fazlaydı. Fakat 2024 seçimleri, sunulan gerekçeleri içi boş mazeretler olarak önlerine getirdi. Kabullenmekte zorlansalar da tarihin akışını yönlendirmekte bu kez gerçekten ikinci plana düştüler.
YENİ DÖNEME HAZIR MIYIZ?
Bu yeni döneme bizim ne kadar hazır olduğumuz sorusunun cevabı, elbette güvenlik ve siyaset zemininden bağımsız verilemez. Ancak II. Trump döneminin asıl dönüştürücü boyutlarını görmeden bu cevabın taşıyıcı ve koruyucu olması mümkün değil.
Türkiye’nin bu dönem Avrupa’ya daha çok dikkat kesilmesi gerektiğini öne sürenler var. Gerekçeleri farklı bile olsa üzerinde ittifak edilebilecek bir husus. Ancak bu dönem Avrupasının daha demokrat bir dünya vadetmediği, peş peşe gelen “aşırı sağ” yükselişleriyle zaten erken uyarı sinyali vermişti. Bu akımın giderek güçlenmesi de kimseyi şaşırtmayacaktır.
DÖNÜŞÜME GÖNÜLLÜ YAZILANLAR
İslam dünyasını ve bu dünyanın kalbi olan bölgemizi çetin günlerin beklediğini düşünenlerdenim. Bu durumu önceden hissedip (akledip diyemiyorum) dönüşüme gönüllü yazılan ülkeler muhtemelen kendilerini rahat hissediyorlar. Suudi Arabistan’daki “açılım” bunun en bariz örneği. Öyle olacağını en azından onların rahatlığıyla öngöremiyorum.
Dahası bulunduğu coğrafyanın en büyük güçlerinden birisi olarak Türkiye’nin süreci nasıl gördüğü ve nerede duracağı netleşmeden konuşmanın da erken olduğu kanaatindeyim.
Mevcut tehditler karşısındaki oyun teorimizin tam olarak ne olduğunu bilebilmem elbette mümkün değil. Ancak ana stratejimizin her an ve her adımda dikkatle ele alınması yönünde ciddi bir duyarlılık ve dikkatin devrede olduğunu söyleyebilirim.
Öte yandan Avrupa’nın tam bir “liderler krizi” yaşadığı dönemde, sahip olduğumuz “güçlü liderlik” avantajının altını bir kez daha çiziyorum. G-20 Zirvesi’ndeki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı bir parça tarafsız gözle izlemek iyi bir başlangıç olabilir itiraz edecekler için.
TRUMP’I ŞANS OLARAK MI GÖRÜYORUZ?
Yeri gelmişken Ankara’da kimsenin Trump’ın gelişini davulla zurnayla karşıladığı filan yok. Aksine temkinli, ihtiyatlı ve farklı senaryolara hazırlıklı. ABD’de Kamala Haris kazansaydı, Türkiye’de bu kez iktidarı değiştireceğini bekleyenlerin hayal kırıklığı belli ki çok derin.
Üç hususun altını ilk günden itibaren çizdim.
Öncelikle Biden döneminin diyalogdan yoksunluğunun aksine yeni başkanla konuşma zeminleri olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset tarzının Türkiye için ciddi bir artı oluşturduğunu düşünüyorum.
İkincisi, Suriye zemininde denge kurmanın zeminleri ortaya çıkabilir. Türkiye’nin Barış Pınarı’yla elde ettiği alanları ve ortaya çıkardığı dengeyi küçümsemek yerine, bu sürecin askeri ve siyasi olarak tamamlanmasına kafa yormak daha makul bir yaklaşım olabilir.
Üçüncüsü, iç cepheyi sağlam tutma meselesi sadece güvenliğimiz için değil, bölgede dayatılan değişim karşısında elimizi güçlendireceği için de kıymetlidir.
Türkiye’yi laboratuvar kavramlarla dönüştürmek, bölgemizdeki türedi devletlerin dayatmalara gönüllü yazılmasına benzemez.
Karıştırmamakta fayda var.