Müslüman toplumların tarihinde başarılı ve parlak yıllar olduğu gibi, hüzün verici yanılgılar ve mağlubiyetler de vardır.
Bugün itibariyle baktığımızda, Müslüman toplumların halihazırdaki durumunu belki de “İslam’ın gecesi” olarak tanımlamak gerekiyor. Bu kavramı, esas itibariyle İslam’ı değil, Müslümanların içinde bulunduğu içler acısı hali tanımlamak için kullandığımızı belirtmekte yarar var.
Aliya İzzet Begoviç’in “İslam Deklarasyonu” kitabında belirttiği gibi, “Aslına bakılırsa bu gece, kalplerimizdeki kararmayla başlamıştır. Başımıza ne geldiyse ya da halihazırda ne geliyorsa, sadece daha evvel kendi içimizde olanların bir tekrarı ve yansıması kabilindendir.” (Kuran, 13/11)
Genellikle Müslüman dünyada yaşanan olumsuzluklar üzerinde yaptığım eleştirilerin bazı dindar ve muhafazakar kesimlerin canını sıktığını, bu yüzden de bana itirazlarının olduğunu biliyorum. Ama göz göre göre Türkiye’deki dindarların kahir ekseriyetinin, kendilerine bile itiraf etmekten çekinerek hukuksuzluklara, adaletsizliklere, yolsuzluklara, liyakatsizliğin zehirli bir sarmaşık gibi devleti kuşatmasına sessiz kalmalarını eleştirmemenin çok açık bir vicdan çürümesi olduğu kanaatindeyim.
Ne zaman dindarlık hassasiyeti taşıyan farklı kesimleri dinlesek, hemen hepsi ülkede işlerin iyi gitmediğini, dini değerlerin iktidar tahkimi için kullanılmasının gerçek dindarları bile yaralayan bir noktaya ulaşmasından endişe duyduklarını belirtiyorlar.
Geçtiğimiz günlerde, İslami hassasiyetinden hiçbir zaman şüphe duymağım AK Partili bir dostum, çok ortalarda konuşamasa da beni de duygulandıran öyle şeyler söyledi ki doğrusu endişeye kapılmamak mümkün değil. Diyor ki: “Burası Müslüman bir ülke ama bizim iktidarımızda, dindarları bile utandıracak kötü şeyler oluyor. Geçmişte biz Türkiye’de yasaklara, baskılara maruz aldık, 28 Şubat’ta kızlarımız başörtüleri yüzünden üniversite kapılarından kovuldular. Tayyip bey, okuduğu şiir yüzünden ceza aldı, siyasetten yasaklandı. Hamdolsun şimdi bu ayıplardan kurtulduk. Ama şimdi biz, bize yapılanları aynen başkalarına yapıyoruz. Nasıl bir kabustur ki bizim iktidarımızda, tıpkı Tayyip Bey’e yapıldığı gibi Ekrem İmamoğlu’na da ‘ahmak’ kelimesi yüzünden siyasi yasak getirilmeye çalışılıyor. Peki nerede kaldı bizim Hz. Ömer adaletimiz, yoksa adalet sadece bizim için mi geçerli? Açıkçası çok mahcubum ve dindarım demekten utanıyorum.”
Dostumun bu feryadına kim, nasıl itiraz edebilir ki… Ayrıca bu durum sadece dindarlar açısından değil, hangi inanca ve kimliğe sahip olursa olsun bu ülkede yaşayan herkesi ilgilendiren bir durum. Sol, sağ, muhafazakar, milliyetçi, liberal hangi mahallede yer alırsak alalım hepimizin adalete, hukuka, fikirlerimizi özgürce ifade etmeye ihtiyacımız var, kaldı ki bütün bunlar en tabii haklarımız.
Sonuç itibariyle kime ve neye inanıyorsak inanalım ama birlikte huzur içinde yaşayabilmek için asla rövanşizm sapkınlığına itibar etmeyelim. Bu çerçevede Aliya’nın şu sözlerinin altını tekrar tekrar çizmekte yarar var: “Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.”
Maalesef Türkiye dahil, günümüzün bütün Müslüman ülkelerinde adaletin kaybolmasıyla birlikte ahlaki çürüme de giderek derinleşmektedir.
Ama esas itibariyle, Müslüman toplumların yaşadığı bu çaresizliğin, geri kalmışlığın en temel sebeplerinden biri hiç kuşkusuz eğitimde dünyanın geri sıralarında yer alıyor olmasıdır. Oysa biliyoruz ki bilimde, teknolojide, kültürde ve sanatta gelişmiş dünya ile rekabet edebilmek için öncelikle sağlam bir eğitim sistemi oluşturma zarureti bulunmaktadır. Bunu başaramayan ülkelerin, uzun vadede bağımsız olmaları mümkün değildir.
Açık ve net bir şekilde söylemek gerekirse, günümüzün Müslüman ülkeleri acilen ve de radikal bir şekilde, nitelik ve niceliksel anlamda bir eğitim reformuna gitmek zorundadırlar. Bunun da yolu belli, nasıl ki ilk dönem Müslümanları hiçbir peşin hükme itibar etmeden, kendilerinden önceki milletlerden kalan bilginin toplanmasını sağlamışlarsa, bugün de Müslüman ülkeler bilim ve teknolojide gelişmiş dünyayı rahatlıkla örnek alabilirler.
Aksi taktirde 21. Yüzyılda bile hala hurafeci bir din anlayışıyla şekli dindarlık gösterileri yaparak hiçbir yere gidemeyiz.
Nasıl bir “İslam’ın gecesi”ni yaşadığımızı daha iyi anlayabilmek için Aliya’nın şu tespitini bir kez daha okumakta yarar var: “Söz ve amelin birbirini tutmadığı, sapıklık, pislik, adaletsizlik ve korkaklığın kol gezdiği, heybetli lakin boş camileri,, idealsiz ve cesaretsiz büyük beyaz sarıklıları, iki yüzlü şekilde kullanılan İslami tabirler ve dindarlık tavırları ve imandan yoksun din anlayışı ile Müslüman dünyanın tüm realitesi, Kur’an’a (ve rolüne) en temel tezatlığın dış yansımasından ibarettir.” (a.g.e, s.35)