İsrail bizi soykırım izleyen aciz yaratıklar haline getirdi. Bu, insanlığın hâlihazırda aklı ererek dünya tarihinde yeralan kuşakları için berbat durum. Alçaltıcı, küçültücü. Gerçi şu bilinçli canlılar topluluğunun yüzünü ağartmak için uğraşan milyonlarcamız bu gaddarlık oyunu yüzünden ilk defa kendini bu kadar birarada, kader birliği içerisinde hissediyor. Aynı amaç için harekete geçen topluluklar birarada bütün halinde anılabilecek bir haysiyet mücadelesi izi bırakıyorlar tarihe. Soykırımı, tehciri, hak-adalet tanımamayı önlemeye yetmese de.
Yetmiyor, çünkü ne yazık ki bireyin ancak öbür bireylerin üzerine basarak yükselebileceği, zaten yaşamanın esas amacının kendini başkalarından zengin, ayrıcalıklı, onlara dediğini yaptırabilir, kendine hizmet ettirebilir kılmak olduğunu zerk ederek zihinleri zehirleyen kapitalist öğretinin, başka toplulukları kendininkinden aşağı görmeyi öğütleyen dinlerin üzerine binerek oluşturduğu ruh köreltici sisin içerisinde yaşıyoruz. İtiraz ediyoruz, yorulana kadar. İsyan ediyoruz, sıkılana kadar. Arzularımızdan, sahip olduklarımızdan feragati enayilik sayan zamâne kültürü, ruhumuzun etrafını sarmış koyu çamurumsu eriyik gibi. Hareket etmesi, soluk alıp vermesi büyük çaba gerektiriyor. Fazladan terleme, yorulma gerektiriyor. Görülmek duyulmak istenmeyene sırt çevirmeme cesaretine yer bırakmıyor. Vazgeçmeler, yetinmeler, acıyı ve günümüzün en büyük korku kaynağı sıkıntıyı göze almayı zorunlu kılıyor.
“Gücümüz yetmiyor” dediğimizde kimi zaman haklıyız elbette. Birilerinin çıkarına dönen çarklara dokunulamasın diye düzenlenmiş ezme-öğütme mekanizmaları arasında yolumuzu bulma gayreti anlamına gelebiliyor yaşamak çoğumuz için. Fakat bir yandan da, hayatımıza kendi tercihlerimizle yön verme kapasitemizle doğru orantılı olarak, o gücü öyle değil böyle kullanmak istediğimizi bildirmiş oluyoruz. Evet, hakikaten herkesin seçme lüksü yok. Hele herkesin her zaman asla yok. Fakat haysiyet kurtarıcı, mânen yükseltici, tatmin edici, özgürleştirici amaçlar için biraraya gelen toplulukların gücü ve seçme şansı tek tek bireylerin toplamınınkiyle kıyaslanmayacak kadar çok olur; olmuş, olabiliyor. Keşke soykırım izlemek zorunda kalmanın mânevî ıstırabı öylesine ısınsa, kaynasa ve taşsa ki, önlenemez de yolunda giderse insanı haysiyetli varlık yapma yolunda kazanılmış bütün haklardan bizi yoksun bırakmaya aday bu sürece dünyaca dur denebilse.
İsrail’in Gazze’de, Batı Şeria’da, Güney Lübnan’da yürüttüğü korkunç iş, sadece zorunlu seyirciler haline getirdiği insan toplumunun haysiyet kavramına, hattâ başta insan kavramına korkunç, ağır darbe değil, devletlerin birbirinin halkını öldürdüğü, şehirlerini yıktığı, topraklarını gasp ettiği bir zorbalık düzeninin dünyaya hakim oluşuna varacak yolun eşiğine doğru atılmış adım. Memleketimizde maalesef asıl uyanık olması, herkesi harekete geçirmesi beklenecek kesimlerce “Amerikan emperyalizmi işte!” bilmişliğiyle, her şeyi çözmüşlüğüyle hafife alınan gelişmenin yarattığı tahribat, öyle iki çatlağı sıvayarak, üç yere rötuş yaparak onarılabilecek çapta değil. Dünyanın bütün resmen örgütlenmiş toplumlarının temsilcilerini biraraya getirebilen, Birleşmiş Milletler diye bir kuruluşun, birtakım uluslararası yasaların, kuralların, teamüllerin varlığı, bunlar güçlülerce sık sık çiğnenebildiğinden küçümsenebiliyor. Bunların yokluğunun nasıl bir felakete yolaçacağı, asıl o zaman güçlülerin nasıl canavarlaşacağı, üstelik bu durumun en güçlülerle sınırlı kalmayacağı, kendini güçlü hisseden herkesin nasıl yanıbaşındaki güçsüzü ezmeye girişeceği belki öngörülemiyor. Fakat İsrail’in hâlihazırdaki harekâtının ve bunun uluslararası ilişkilerde sözü geçen, gelişmiş Batı devletlerince desteklenmesinin, hattâ teşvik edilmesinin önümüze koyduğu gelecek ihtimali böyle bir şey. Ve bu iç karartıcı tablonun hatları, Rusya’nın Ukrayna’yı yutma hedefiyle kalkıştığı kanlı seferberliğin gündelik hadiseleşmesinin fiilî desteğiyle belirginleşiyor. Hep beraber silkinilmezse, herkesin uymak zorunda olduğu birlikte yaşama kuralları yeniden su yüzüne çıkarılıp güçlendirilmez, berraklaştırılmaz, geçerli kılınmazsa, hak-adalet, insan haysiyeti gibi kavramların, eşitlik, özgürlük gibi hayallerin yeryüzünden silinişinin sorumluluğu da bugün herhangi bir şeyi değiştirebilecek herhangi bir güce sahip herkesin sırtına binecek.
Bütün bunlara zaten bugünün güç sahipleri yolaçmıyor mu? Öyle. Ama bu kadar değil. Kendini başkasından, mensup bulunduğu topluluğu ötekilerden üstün gören herkes, insanlığın ulaşabildiği en yüksek değerlerin, hak-adalet ve insan haysiyeti kavramlarının katlinde işbirlikçi, kollayıcı. Bugünün dünyasında içten içe İsrail’e özenen yok mudur? Filistinlilerin mahremiyetine dalan İsrail askerlerininkine benzer görüntüleri biz daha önce başka yerlerde görmedik mi? Bizim memleketimizde, bazı anahtar kelimeleri önlerine sürdüğünüz anda içlerinden İsrail’in yaptıklarına benzer dehşet eylemleri geçirip hayıflananlar yok mu? Bunlar, hep beraber, sonunda kendilerinin de mahvolacağı, mahvolana kadar başkalarını ezmekten duyacakları tatminle kendilerinden geçecek, mahvoluşun yaklaşışını dahi hissetmeyecek taşkafalar. Ve tabiatın onca uğraşarak imal ettiği taşı kendi yüreklerini dönüştürerek kısacık insan ömrü içerisinde üretebilmek dışında marifetleri yok. İsrail’in, haberlerde sık sık karşımıza çıkan, mâkûl insan zihni tarafından kavranması zor boyutlardaki ırkçılıklarının ifadesi kan dondurucu sözleriyle hepimizi dehşete düşüren faşist liderlerinin muadili kafalar bizde de bol bol var.
İsrail’in yürüttüğü soykırım, tehcir, etnik temizlik harekâtı yalnız Ortadoğu’yu değil bütün dünyayı mahvoluşa sürüklüyor. Bu harekâta açık destek ve teşvik sunan güçlü Batı devletleri, büyük ölçüde kendi katkılarıyla kurulan ve uluslararası saldırganlıklara hiç değilse bazı sınırlar getiren dünya düzeninin yıkımını hazırlıyor. Neoliberalizm nasıl ülkelerin kendi içlerinde kurumları tahrip ediyor ve eşitsizlik temelli olsa da hukuka dayalı demokratik rejimleri kural tanımaz, otoriter iktidarların keyfine bağlı olarak işleyen sömürü mekanizmalarına dönüştürüyorsa, işlediği savaş suçlarının hesabını vermeyeceğini, gücü yettiği sürece hiçbir kuralı ve başka kimsenin yaşama hakkını tanımayacağını ilan eden İsrail devletinin faaliyeti de dünya çapında zar zor kurulan, zar zor ayakta tutulan denetim mekanizmalarını imha etmeye aday.
İşte burada tarihe dair ezcümle safsatayı, çarpıtılmış bilinci, geçmişe dair uyduruk hezeyanları kenara atmamızı sağlayabilecek ipucu var. İsrail ayna tutuyor. Diyor ki, kahramanlık hikâyeleri yaratarak, övüne şişine tarif ve tasvir ettiğiniz, yere göğe sığdıramadığınız bütün o devletleriniz nasıl kuruldu, bakın görün işte. Başka halkların topraklarına girerek, onların zeytin ağaçlarını keserek, topraklarını gasp ederek, direneni öldürerek, şehirlerini yıkıp yeryüzünden silerek… Hanginizin gücü kime yettiyse onu öldürdü, sürdü. Topluca katletti, açlıkla öldürdü. Hanginizin vaktiyle yapmadığı neyi yapıyoruz biz bugün? Silahlar farklı, o kadar.
İşte insanlık insanlık diye bahsettiğimiz canlılar topluluğu tam da kendini bu halden kurtarma umuduyla hak-adalet diye, hukuk diye kavramlar icat etti. İnsan haysiyeti kavramı, bir canlı türü olarak insanın ulaşabileceği en yüksek değerdir. Adalet ve eşitlik kavramları, kezâ, bu mertebeye aittir. Başkalarından zorla koparılanla imal edilmiş ayrıcalığa arzu duyan, bütün bunlara ihanet içindedir.
Hangi tarih, hangi geçmiş bizi hangi yola sürükler? İsrail’in tuttuğu ayna geçmiş zorbalıkları yansıtıyor. Tercih gerekiyor.