İşsizler için istihdam oluşturmak da infaktır

Mustafa Çağrıcı

Hakiki sevgi paylaşma erdemini doğurur. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerîm’in rehberliğinde Hz. Peygamber, insanoğlunun nefret ve kavga üreten maddeci ve bencil yönünü düzeltmeyi hedefleyen bir öğreti geliştirmiştir. Bu öğretinin en önemli erdemlerinden biri, paylaşma sorumluluğudur. “Muhtaçlara nafaka sağlamak” anlamına gelen infak, yoksullara mali yardım olabileceği gibi, özellikle çağımızda işsizlere iş vererek ailelere nafaka sağlamak, istihdam alanları oluşturmak suretiyle de olabilir.

Peygamberimiz buyururlar ki: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız. Size, yapmanız halinde birbirinizi seveceğiniz bir şey söylememi ister misiniz? Birbirinizle selamlaşınız” (Müslim, ‘İman’, 94).

Başka bir hadis de şöyledir: “Hiçbiriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz” (Müslim, “İman”, 71, 72).

Son hadisteki ‘Altın Kural’ı uygulamanın ilk şartı –çok sayıda ayet ve hadislerin de gösterdiği üzere- şu olmalıdır: Bir taraf, diğerinin çaresizliğini onun aleyhine kullanmamalıdır. Bu, iki kişi arasındaki ilişkiden uluslararası ilişkilere kadar her düzeyde gerekli olan yalın bir ahlâkî ve insani ilkedir. Kur’an’ın ayetleri ve Hz. Peygamber’in hadisleri âdil, dürüst, erdemli bir mümin olmak için çıkarcı hesaplardan kaynaklanan bütün istekleri hayatımızın son amacı olmaktan uzak tutmamız gerektiğini anlatan mesajlarla doludur.

***

Hucurât suresinin “Ey insanlar! Sizi bir erkek (Âdem) ile bir kadından (Havva) yarattık” mealindeki 13. ayetine göre yukarıdaki hadiste geçen ‘kardeş’ kelimesini, “bütün insanlığın özde kardeşliği, eşitliği diye anlamamız gerekir. Bir hadiste de “Bütün insanlık bir ailedir. Onların en hayırlısı da ailesine en faydalı olanıdır” buyrulmuştur.

Işığını bu vizyondan alan Gazâlî şöyle der:

“Gözleri Yaratıcı’da olanların [dolayısıyla hakiki dindarların] içleri ve dışları doğruluktan sapmaz. Onlar, içlerini Allah’a ve O’nun yarattıklarına karşı hissettikleri sevgi ile donatırlar; dışlarını da Allah’a ibadet ve onun kullarına hizmet ile süslerler ki, aslında kullarına yapılan hizmet de Allah’a ibadet etmenin bir türüdür. Çünkü kullara karşı güzel ahlaklı olmadan Allah’a hizmet edilmiş olmaz. Kul Allah’ın yarattıklarına hizmet ederek, namaz kılıp oruç tutanların derecesine, hatta daha da ilerilere yükselebilir” (İhyâ, Kahire 1332, II, 191).

Özellikle sufîlerin insan sevgisine ve bu sevgi duygusundan beslenen özveriye dair, günümüz insanlık hayatına ruh kazandıracak önemli mesajları vardır. Bunlardan biri olan Fudayl b. İyaz (ö. 187/803) adlı Horasanlı sufinin anlattığına göre, “Eski peygamberlerden biri, ‘Ey Rabbim! Senin benden memnun olduğunu nasıl anlayabilirim?’ deyince, Yüce Allah, ‘Fakirlerin senden memnun olup olmadıklarına bakarsan anlarsın’ buyurmuş” (Gazzâlî, İhyâ, II, 207).

***

Hakiki sevgi paylaşma erdemini doğurur. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerîm’in rehberliğinde Hz. Peygamber, insanoğlunun nefret ve kavga üreten maddeci ve bencil yönünü düzeltmeyi hedefleyen bir öğreti geliştirmiştir. Bu öğretinin en önemli erdemlerinden biri, paylaşma sorumluluğudur.

Vahyin başlangıcından itibaren Resûlullah’ın sürekli gündemde tuttuğu paylaşma için Kur’an’da en sık geçen esas kavram ‘infak’tır. “Muhtaçlara nafaka sağlamak” anlamına gelen infak, yoksullara karşılıksız mali yardım suretiyle olabileceği gibi –özellikle çağımızda- işsizlere iş vererek ailelere nafaka sağlamak, bu amaçla istihdam alanları oluşturmak suretiyle de olabilir.

Bütün dinlerde yoksullara yardım övülmüş ve insanlar buna teşvik edilmiştir. Fakat muhtemelen ilk defa İslam’da bir ‘sosyal refah sistemi’ (zekât kurumu) zorunlu (farz) kılınmıştır. Hatta bu konuda Müslüman topluma, fıkıh kültüründe ‘farz-ı kifâye’ denilen, zekâttan daha ileri sorumluluklar da getirilmiştir. Gazâlî, “İhtiyaç durumu bir insanı sıkıntıya soktuğunda bu sıkıntının giderilmesi (Müslüman toplum üzerine) farz-ı kifâye olur” der (İ yâ, I, 301). Buna göre, bir toplumda bazı insanlar maddî, hukukî, psikolojik yönlerden acı çekiyorlarsa diğer Müslümanlardan yeterli bir kısmının bunu önlemeleri zorunludur; aksi halde toplumun hepsi günahkârdır.