Kur’ân-ı Kerîm’de 11 ayette geçen kader kelimesi ve türevlerinin hiçbiri insan fiillerinin yapılmadan önce Allah tarafından belirlendiği anlamında kullanılmamıştır. Yanlış inanca sapan, yanlış işler yapanların bu eylemleri açıkça o insanlara nispet edilmiştir. Ortada bir kötülüğün ve onun kötü bir sonucunun bulunduğu, bunun bir ‘zulüm’ olduğu, ama bu zulmü yapanın Allah olmadığı, aksine ‘insanların kendilerine zulmettikleri’ belirtilmektedir.
Kur’an’da ‘kader’ kavramı Yüce Allah’ın yaratma sanatındaki ölçü, tertip ve düzenini ifade eder. Ayetlerde, sonraları ‘Amentü’deki iman esaslarında sıralan 6 esastan 5’i (Allah’a ve O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahirete iman) bir arada yer aldığı halde, ‘kadere iman’ tarzında bir ifade geçmez. Sünnî ulemanın, Kur’an’dan sonra en güvenilir kaynak saydığı Buhârî’nin Sahîh’inde ‘Cibril hadisi’ diye bilinen hadiste de ayetteki beş esas sıralanmıştır. Hadisin imanla ilgili kısmı şöyledir:
“… Cebrail geldi ve (Hz. Peygamber’e) ‘İman nedir?’ dedi. O da ‘İman, [1] Allah’a, [2] meleklerine, [3] kitaplarına, [4] peygamberlerine, [5] herkesin Allah’a kavuşacağına, yani öldükten sonra geri dirileceğine (ba‘s) inanmaktır’ dedi…”
Buhârî’den 100 yıl önce vefat eden Ma’mer b. Râşid’in el-Câmi u’-aî’inde ve Buhârî’den 45 yıl önce vefat eden Abdurrezzak es-San’ânî’nin el-Mu’annef’inde yer alan aynı hadiste de diğer beş iman esası bulunduğu halde kader inancı geçmez. Müslim’in Sahîh’indeki üç rivayetten birinde kader dışındaki 5 esas, ikisinde kaderin ilavesiyle 6 esas zikredilmiştir.
Bu bilgilerden hareketle İslam’ın 3. yüzyılının ortalarında bile kaderin iman esaslarından birini oluşturup oluşturmadığı konusunun, ulemanın zihninde netleşmediği söylenebilir. Kader inancının da içinde olduğu iman esasları, ilk defa 4./10. yüzyılda Hakîm es-Semerkandî’nin ve Ebü’l-Leys es-Semerkandî’nin eserlerinde bugünkü ‘Âmentü’ biçiminde özetlenmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de 11 ayette geçen kader kelimesi ve pek çok ayette geçen türevleri bunların hiçbirinde insan fiillerinin yapılmadan önce Allah tarafından belirlendiği anlamında kullanılmamıştır.
Kanaatimce ilgili ayetler içinde, Kur’an’ın bütününden koparıldığında musibetler konusunda kaderci yorumu destekleyen en güçlü ayet şu olabilir:
“Yeryüzünde ve bizzat kendinizde vuku bulan hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce (min kabli en nebre’ehâ) bir kitapta (yazılı) olmasın...” (Hadîd 57/22).
Bu ayetteki ifade bile kesinlikle Kur’an’ın ‘Allah merkezli üslubu’nun bir yansımasıdır; Pakistanlı bilim adamı Davud Rehber’in ‘God of Justice’ başlıklı eserinde sık sık tekrarladığı deyimle bu tür ifadeler Kur’an’ın ’retoriksel’ anlatımlarıdır; bu anlatımla Allah’ın genel yasalarına vurgu yapılmıştır.
Kur’an’ın geneline baktığımızda her türlü inanç ve amellerin fiilen insana nispet edildiğini görürüz; hatta muhtelif ayetlerde kötülük işleyenlerin “kendilerine zulmettikleri” ifade edilir. Birçok ayette yanlış inanca sapan, yanlış işler yapanların bu eylemleri açıkça o insanlara nispet edilmiştir.
Bu ayetlerde ortada bir kötülüğün ve onun kötü bir sonucunun bulunduğu, bunun bir ‘zulüm’ olduğu, ama bu zulmü yapanın Allah olmadığı, aksine ‘insanların kendilerine zulmettikleri’ belirtilmektedir. Keza dokuz ayette “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden / helal ve temiz (tayyib) olanlarından yiyin / yiyin için” buyrulması da gösteriyor ki, rızıkları yaratan Allah, onlardan dilediğince yararlanan veya yararlanmayan ise insanlardır.
Başka bir ayette açıkça “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir (bi-mâ kesebet eydîkum)” denilmektedir (Şûrâ 42/30). Bu son ayetle kader inancın en çok destekliyor görünen yukarıdaki ayeti birlikte değerlendirdiğimizde, olup biten her şeyin yasalarını koyanın Allah, bunlardan insanın sorumluluk alanlarına girenleri ‘kazanan’ fâilin ise insan olduğu sonucu çıkar.