Afrika’da biri Kongo Cumhuriyeti diğeri Kongo Demokratik Cumhuriyeti adını taşıyan iki ayrı Kongo olduğundan bunların isimlerinin tam zikredilmesi ve birbirine karıştırılmaması gerekiyor. Bugün üzerinde duracağımız ülke ise son zamanlarda ciddi gerginliklerin yaşandığı ve şimdi de bu gerginliklerin sonlandırılması için birtakım barış girişimlerinin olduğu Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC).
Burada en başta şunu belirtelim ki Batı emperyalizmi Afrika’yı muhtelif yönlerden sömürdüğü gibi aynı zamanda sonsuza kadar kendine mahkum edebilmek ve yeri geldiğinde bağımsızlığını ilan eden ülkeleri ya da bu ülkelerin halklarını birbirine düşürebilmek için muhtelif fitne tohumları ekmiştir. Bugün KDC’de yaşanan gerginliklerin ve sorunların temelinde de işte bu fitne tohumlarının ortaya çıkardığı toplumsal sorunlar ve siyasi krizler yer almaktadır.
KDC’nin komşusu Ruanda’da 1994 yılında korkunç bir katliam gerçekleştirildi. Bu katliamda, “aşırı” olarak tanımlanan birtakım Hutu unsurlar tarafından, çoğunluğu bu etnik unsurun rakibi olarak görülen Tutsilere mensup olmak üzere 800 bin civarında insan katledildi. Katledilenler arasında bu katliama destek vermeyen ve “ılımlı” olarak tanımlanan Hutuların arasında yer alanlar da vardı.
Katliam, aşırı Hutu gruplarını destekleyen hükümetin Tutsi destekli Ruanda Vatansever Cephesi tarafından düşürülmesiyle son buldu. Ancak bu kez Tutsilerin Hutulara saldırması sebebiyle yüz binlerce Hutu, bir intikam savaşıyla karşı karşıya gelebilecekleri korkusuyla o zaman Zaire olarak isimlendirilen bugünkü KDC topraklarına sığındı. Bu olay hem bu iki komşu ülke hem de sözünü ettiğimiz iki etnik unsur arasındaki düşmanlığın daha da kökleşmesine yol açtı.
Ancak bütün bu olayların köküne ve temeline inildiğinde Batı emperyalizminin, Afrika’daki muhtelif etnik ve dini unsurları ihtiyaç duyduğuna birbirine düşürmek için ektiği fitne tohumlarının birinci derecede rol oynadığı görülecektir. 1994’te gerçekleştirilen bu korkunç katliamın arkasında da Fransa’nın kirli oyunlarının ve politikalarının önemli rolü olmuştu.
Hasıl olan siyasi ortamda Tutsilerin haklarını savunma iddiasıyla, 23 Mart Hareketi (M23) adında bir silahlı örgüt ortaya çıktı. Bu örgüt KDC yönetimine karşı gerilla savaşı vermeye başladı. Uzun süreden beri devam eden bu savaşında özellikle son dönemde önemli ilerlemeler kaydetti ve KDC’de epey bir alan üzerinde hakimiyeti ele geçirdi.
KDC yönetimi M23 hareketini Ruanda’nın desteklediğini ve onun yardımıyla bu savaşı sürdürebildiğini iddia ediyor.
Yaşanan son hadiseler üzerine KDC yönetimi, bir barış sağlanması ve çözüm formülü üretilmesi için M23 ile masa başında görüşmeyi kabul etti. Buna göre önümüzdeki salı günü Angola’nın başkenti Luanda’da, çatışmalara son verilmesi ve bir çözüm formülü üretilmesi amacıyla doğrudan barış görüşmeleri başlatılacak. Bu görüşmelerin KDC ile Ruanda arasındaki gerginliğin azaltılmasını da amaçladığı belirtiliyor.
Ancak bu görüşmelerin kısa sürede ülkeye kalıcı bir barış getirmesi, mevcut siyasi durum ve hakim şartlar açısından zor görünüyor. Çünkü M23, son operasyonlarında önemli ilerlemeler kaydettiği için baskın taraf durumundadır. KDC yönetimini masa başı görüşmeleri kabul etmeye zorlayan da bu operasyonlarda kaydedilen ilerlemelerdir. Dolayısıyla M23, cephede kazandığını masa başında kaybetmek istemeyecek, en azından kontrol altına aldığı bölgelerde kendisinin ayrıcalıklı bir konumunun olmasını isteyecektir. KDC yönetimi ise ülkenin bölünmesini ya da bir bölümü üzerinde farklı bir siyasi iradenin hüküm sürmesini içine sindiremeyecektir. Bu da belki uzun sürecek pazarlıklara ve tartışmalara sebep olabilir.
Ancak her şeye rağmen meselenin siyasi yönden çözüme kavuşturulması ve silahların susturulması yönünde bir adım atılması olumlu bir gelişme sayılır. Ne var ki bir anlaşma ve barış sağlansa bile Batı emperyalizminin ektiği fitne tohumlarının açtığı yaraları kısa sürede kapatmak pek mümkün görünmemektedir.