Kendi söküğünü dikme vakti

Nasuhi Güngör

Yapılan bir işin değerini bilmek, öncelikle zorluklarının ve ona verilen emeğin farkında olmakla mümkündür.

Türkiye, 1 Ekim 2024’de TBMM çatısı altında MHP lideri Devlet Bahçeli’nin DEM sıralarına giderek başlattığı hamleyle devam eden süreçte kritik bir aşamaya geldi.

Siz bu satırları okurken, katılımcı sayısı artırılmış DEM Parti heyeti üçüncü kez İmralı’ya gidecek. Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmenin ardından akşam saatlerinde kamuoyuna açıklama yapmaları bekleniyor. Güçlü bir ihtimalle bu açıklamada Öcalan’ın çağrısı da yer alacak.

Bir parça yakından takip eden herkes son birkaç ayda yaşananların ayrıntılarını biliyor. Bunları tekrar etmek yerine, yeni döneme dair birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum.

“ETKİLİ OLACAK OLMAYACAK” TARTIŞMASI

Ortaya çıkacak çağrıya dair sürekli olarak “ne kadar etkili olacağı”, daha doğrusu “etkisinin olmayacağı” üzerinden yapılan tartışmaların, meselenin özünü yeterince yansıtmadığını düşünüyorum. Bu yaklaşımın ve esasen içinde barınan ruh halinin farklı katmanları var. Mesela mevcut halin devamından yana olanlar ya da çözüme dair her öneriye olumsuz yaklaşanlar gibi. Bir de söz konusu çağrının bölgesel ve küresel gerçeklerden uzak değerlendirilmesi gibi.

Fakat kamuoyunda bu başlık altında devam eden tartışmaların genelinde, son birkaç haftada gözle görülür bir iyimserlik var. Bunun değerli olduğunu, yönetilen sürece destek olup olmamaktan çok, “faydası zararından çok olacaksa” zemininde ortaya çıktığını düşünüyorum.

KONFOR VE EZBERLER

Konfor, insanların zihnen ve bedenen terk etmek istemedikleri hal ve alışkanlıklardır. Bir terör örgütünün varlığından ve devamından fayda/konfor sağlayanların, mevcut halin değişmesine tepki göstereceği açıktır. Ancak bu durum sadece örgütle böyle bir bağ kurmaktan ibaret sayılamaz.

Mesela, teröre ve onun ortaya çıkardığı sorunlara kafa yoran kimi entelektüeller, medya mensupları ve benzeri aktörlerin de bu yönde bir konfor ve alışkanlıkları var. Örgütün tarihini bilmek, dinamiklerini çalışmak, teröre dair literatürden haberdar olmak, hatta uzmanlaşmak size her zaman yeni durumu, değişim ve dönüşümü anlama imkanı vermez.

Türkiye, 40 yılı aşkın zamandır PKK terörüyle mücadele ederken, nasıl ki güvenlik boyutunda bazı alışkanlıklarını ve ezberlerini değiştirince başarılı olduysa; okur-yazarların da bu alandaki kalıplarını kırabilmesi gelecek için çok önemli. Hatta terörsüz Türkiye’de (umarız öyle olacak) zeminin tamamen siyaset üzerinden ortaya çıkması, okur-yazarların katkısını daha önemli hale getirecek. Bu tanımın içine sivil toplum kuruluşlarını, kanaat önderlerini ve toplumu etkileme kabiliyetine sahip tüm kurumları koyabiliriz.

YENİ AŞAMA

Dolayısıyla ortaya çıkacak çağrıyı başından itibaren sonuçsuz görmek, neredeyse öyle olmasını temenni etmek, başarısızlığa giden yolun taşlarını döşemektir. Olup biteni gerçek anlamda analiz eden, bölgeyi ve dünyayı dikkate alarak muhtemel riskleri ve olumsuzlukları ortaya koyan yaklaşımları elbette bu çerçevenin dışında görüyorum.

Emek verilen ve pek çok anlamda riskler alınan bir süreçte yeni bir aşamaya geçiyoruz. Şu ana kadar özellikle meselenin iletişiminin hayli başarılı yönetildiğini düşünüyorum. Bu hassas süreçte Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, soğukkanlı, dezenformasyonlara geçit vermeyen ve abartısız tarzıyla çok önemli bir sınavı başarıyla verdi. Bundan sonra da onları hayli zor bir süreç bekliyor.

TÜRKİYE’NİN ELİ GÜÇLENECEK

Sıradan görünen, ama önemli bulduğum birkaç tespitle tamamlamak istiyorum.

Birincisi, yapılacak çağrı Türkiye’nin Suriye’de elini güçlendirecektir. Önümüzdeki dönemde coğrafyamızda yaşanması muhtemel hareketlilikte bu önemli bir avantaj.

İkincisi, Türkiye siyasetinde yıllardır vesayetin en ağır biçimi olan ve özellikle de DEM çizgisindeki siyasi partileri siyasetsiz hale getiren baskı önemli ölçüde ortadan kalkacaktır. Meşru siyasetin alanını genişleten bu durumun, iç siyasete çok önemli katkıları olacaktır.

Üçüncüsü, geniş bir coğrafyada denge kurucu ve arabulucu rolü üstlenen, mesela şimdi ABD-Rusya görüşmesine ev sahibi olması gündemde olan bir ülkenin, kendi söküğünü dikemeyen terzi olmaktan çıkmasının vakti gelmedi mi?