Kürtlerin ve Türklerin ortak devleti; nasıl?

Altan Tan

Türkiye, bir aydır 1 Ekim 2024 günü Devlet Bahçeli'nin TBMM'nin açılış toplantısında milletvekillerinin elini sıkmasını ve sonrasındaki gelişmeleri tartışıyor.

En önemli gelişme şu oldu:

Devlet Bahçeli, çıtayı o kadar yükseğe koydu ki "Abdullah Öcalan gerekirse dışarı çıksın, serbest kalsın. Gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde DEM Parti'nin grup toplantısında konuşsun" dedi.

Bu, şu ana kadar duyduğumuz konudaki en ileri ve en üst seviyedeki söz.

1 aylık zaman zarfında hemen hemen her şeyi tartıştık;

Bu ne anlama geliyor?

Devlet Bahçeli ne yapmak istiyor?

Bu işin arkasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan var mı?

Devlet bu işin neresinde? Milli Güvenlik Kurulu neresinde?

Buna bir açılım diyebilir miyiz; diyemez miyiz?

Bu, AK Parti'yle hükümetin, Cumhur İttifakı'nın bir kez daha seçim kazanmak ve Erdoğan'ı tekrar aday yapabilmek için kısa vadeli bir manevrası mı?

Bunları konuştuk ve tekrarlamak gereksiz.

1 aylık sürecin sonunda geldiğimiz noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu işe son noktayı koydu ve Devlet Bahçeli'nin baştan sona kadar arkasında olduğunu, Devlet Bahçeli'nin elini parmağını değil, gövdesini, vücudunu bu taşın altına koyduğunu açık ve seçik bir şekilde anlattı.

Gelinen noktada neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamadan önce Cumhur İttifakı'nın ve devletin nerede durduğunu anlamaya çalışalım.

Söylenilen şu:

Abdullah Öcalan, bu süreçte bir tavır alacak ve bu sürecin sonunda kanuni düzenlemelerle Umut Hakkı'ndan faydalanacak ve dışarıya çıkacak.

PKK örgütüne bu işin bittiğini, Türkiye'ye karşı şiddetin ve savaşın artık olmayacağını dikte ettirecek ve arkasından da örgütüne fesih çağrısında bulunacak.

Tabii bunun karşısında hemen ülkenin içinden ve dışından, hem şahıslar bazında hem de kurumlar bazında birçok ses yükseldi. Kurumlardan kastım büyük oranda devletleri...

Bir de PKK'nın 4 parçaya bölünmüş yapılarından çoğu birbirinden farklı sesler yükseldi.

Bu 4 parça neresi?

  1. Türkiye içi ve uzantılarıyla DEM Parti;
  2. Avrupa'daki PKK örgütlenmesi;
  3. Kandil;
  4. Suriye, Rojava.

Çünkü bu dördünün konuşlandıkları noktalar, aldıkları destekler ve dış ilişkileri birbirinden farklı.

Şimdi, isterseniz kademe kademe gidelim;

Birincisi, Cumhur İttifakı'nın yani AK Parti'nin ve MHP'nin projesinde ileriye dönük bir Kürt çözümü, yani siyasal çözüm var mı?

Şu an için bunları göremiyoruz: Bir ana dili eğitimi var mı? Bir köy, kasaba, şehir isimlerinin iadesi var mı? Bölgesel yönetimler var mı? Bu tabii Türkiye'nin içinde tartıştıklarımız.

Bir de Türkiye'nin dışında Suriye'deki Kürtlerle ilgili ne düşünüyorlar? PYD, Abdullah Hoca'nın bir çağrıda bulunsun, kendini feshetsin, Türkiye'ye karşı silahları bıraksın, sustursun. Peki, Suriye'deki Kürtlerin statüsü ne olacak?

PYD'nin şu an bazılarına göre 100 bin, bazılarına göre 150 bine yakın askeri gücü ne olacak? Elindeki silahlar ne olacak?

Ve bütün bunların ötesinde, Suriye'deki Kürtlerin yeni Suriye'deki statüleri ve Türkiye ile karşılıklı konumları ne olacak?

Yani Türkiye, Suriye'de girdiği yerlerde kalıp, girmediği yerlere de girip, Kamışlı bölgesi ve Kobani gibi. Oraya Beşar Esad, Baas Partisi güçleri mi gelecek?

Veya oradaki Kürtler, Kuzey Irak yani Kürdistan yönetimi benzeri Suriye'nin kuzeyinde bir otonomi veya federatif yönetim oluşturup Türkiye ile dost mu olacaklar?

Bu soruların hiçbirisinin bu saat itibarıyla bir cevabı yok.

Bir cevabı olmadığı için de, tıpkı çözüm sürecinde olduğu gibi, bu işlere baştan karşı olan çevreler, Türklerle Kürtlerin Ortadoğu'da kalıcı bir birlikteliğini istemeyen çevreler, Avrupa'sından Kandil'inden İran'ından Avrupa devletlerine kadar.

Bu noktada altı çizilecek en önemli iki ifade var:

Biri Tayyip Erdoğan'ın, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı Özgür Özel'in;

Her ikisinin de ortak paydasında şu var:

Türkiye Cumhuriyeti sadece Türklerin değil, Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır.


Özgür Özel'in tabiriyle Türkiye Cumhuriyeti, Kürtlerin de devletidir.

Bence can alıcı nokta bu.

Yani bu işin 2 boyutu var.

  1. Silahların susturulması.
  2. Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürtlerin ve Türklerin ortak devleti olduğu anlayışının göstermelik değil, kalıcı olarak ve ikna edici bir şekilde tesis edilmesi.

Onun için bence işi 2'ye ayırmak lazım:

Birincisi, hangi sebeple olursa olsun, yıllardır söylüyorum;

Farz edin ki Türkiye Cumhuriyeti bir adım bile atmayacak... Silahların kalmasının, devam etmesinin, şiddetin, çatışmanın, terörün Türklere ve Kürtlere, özellikle de Kürtlere bir faydası var mı?

Bunun olmadığını yıllardır haykırıyorum. Tekrar söylüyorum, bin birinci sefer. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir tek adım bile atmasa, bu saatten sonra silahla varılacak bir yer yok.

Abdullah Hocalar'ın devreye girmesi, en üst devreden kendi fikirlerini ve tavrını silahla ilgili söylemesi, örgütüne çağrıda bulunması, ondan sonrası ne olursa olsun bence önemli, gerekli ve yararlı.

Bu saatten sonra, yani bunları yaptıktan sonra Abdullah Hocalar, bir siyaset izler, demokratik mücadelede nasıl bir parti tasarlar?

Kendi düşüncesinde olanlar için PKK'lılar ve onu destekleyenler için diyorum.

Bu, Abdullah Öcalan'ın ve onun destekçilerinin bileceği bir şey.

Ha, Türkiye Cumhuriyeti'ne düşen de velev ki hiçbir şey olmasa bile silahlar susmasa bile, PKK aynı şekilde devam etse bile, Kandil ve Avrupa üzerinde de bir baskı kurarak eski politikaları aynen devam ettirse bile, Türkiye Cumhuriyeti'ne düşen, kendince tırnak içinde terörle mücadelenin ötesinde Kürt halkı muhatap ise, Tayyip Erdoğan'ın da özgür üzerinde söylediği gibi, Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti'nin sahibi yapacak adımları, neyse o adımlar, bunun adına da demokratikleşme diyoruz, buna kararlılıkla devam etmektir.

Tekrar söyleyelim, bunun 2 boyutu var:

Bir, silahların susması. Suriye'de, Irak'ta, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında, daha açık bir ifadeyle Kandil'de ve Türkiye'de silahların susması var. Burada her halükarda Abdullah Öcalan'ın devreye girmesi lazım. Örgütü ve arkadaşları üzerinde etkili olması, fikirlerini beyan etmesi olmazsa olmaz. Bu olmalı. Buna katkı sağlanmalı.

İkincisi, mücadeleye, yani demokratik mücadeleye, Türkiye'yi tam demokratik bir cumhuriyete çevirene kadar sürecek mücadelede Türkiye Cumhuriyeti'ni tıpkı kuruluşunda olduğu gibi, 1. Büyük Millet Meclisi'nde olduğu gibi, Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanı, ortak cumhuriyeti haline getirecek hamleleri süratle devreye sokmak lazım.

Bunun ötesinde, niyet okumaya, "Aslında bunların hiçbir şey yapacakları yok. Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Suriye'de Kürtler bir devlet kuracak, bunu engellemeye çalışıyorlar" gibi her türlü yoruma açık ve günlerce konuşsak da bir yere varamayacağımız ifadelerden bence bir yarar çıkarmak, olumlu bir netice çıkarmak mümkün değil.

Kürtler Suriye'de devlet kuracak, peki nasıl kuracak?

Veya Suriye'de bir otonomi federasyonu Irak'taki Kürdistan bölgesel yönetimi çıkaracak; nasıl çıkaracak?

Bunu, Türkiye ile savaşarak mı, Türkiye ile kavga ederek mi yapacak?

Türkiye'yi karşısına alarak mı, yoksa Türkiye'yi ve Türk halkını, halklarını ikna ederek, onlarla anlaşarak, silahları susturarak, demokratik yollarla mı elde edecek?

Değerli arkadaşlar, Türkiye ile savaşarak, inanın, Kürtlerin de Türklerin de kazanacağı bir şey yok.

Bakınız, Türkiye'deki sol, seküler, yeminli İslam düşmanı çevrelerin her gün karaladıkları Mesud Barzani, eğer böyle bir siyaset izleseydi, Irak'ta, Güney Kürdistan'da taş üstüne taş koyamazdı.

Türkiye ile iyi geçinmesi, politik dengeleri iyi ayarlaması, bugün orada Kürtlere bir statü sağladı. Dış destek olsa bile.

Onun için Suriye'deki Kürtlerin de Türkiye'ye rağmen Türkiye ile çatışarak, Türkiye ile savaşarak bir yere varmaları mümkün değil.

Bakın, Beşşar Esead -ki Suriye Devleti'ni Türkiye Devleti ile kıyaslamak asla mümkün değil- bütün kurum ve kuruluşlarıyla, Rakka'yı, Halep'i, İdlib'i yerle bir etti, yine bir statü ve bir şey vermedi.

Türkiye Cumhuriyeti de gücüyle, kuvvetiyle, etkisiyle bir hendek olaylarında bu denendi, Diyarbakır'ın Sur ilçesinde.

İnanan coğrafya yerle bir olmadan kimseye en ufak bir şey vermesi veya karşı bir ifadeyle elde edilmesi mümkün değil.

Baykuşların öteceği bir harabede kral olmak ise sadece alçaklara ve soytarılara yakışır.

Onun için Kürt halkını da perişan etmeden, yerle bir etmeden önce silahların susturulması, sonra Türkiye demokrasisinde ortak bir yol izlenerek, CHP'siyle, AK Partisiyle, MHP'siyle ve dışarıya çıkacak bir Abdullah Öcalan ile bu demokrasi mücadelesinde yol almaya bakmak lazım.

Devlete de son kez bir şey daha söyleyeyim:

Ortadoğu'da Kürtlerin desteğini almadan Türkiye Cumhuriyeti büyüyemez.

Burada sınırların büyümesinin, Misak-ı Millî'nin işgal edilmesini kastetmiyorum.

Ekonomik olarak, kültürel olarak, siyasal olarak, sosyal olarak varlığını büyütemez.

Kürtlerin de Türkiye ile savaşarak varabilecekleri bir yönü yok.

Yol, anlaşmadan ve uzlaşmadan geçiyor.

Kim ne derse desin, bu sürece destek vermek gerekiyor.

Nereye kadar?

Demokrasi yoluna girene kadar, demokratik mücadeleyi genişletene kadar.