Kürt’ün gururu Türk’ün bekası

Salih Tuna

Öcalan hangi nedenle olursa olsun ve hatta hangi maksada matuf olursa olsun nihayetinde "aşırı acıklı masalıyla" yüzleşti.
Yaptığı çağrıda yer alan şu ifadeler tastamam bunun göstergesidir: "1990'larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK'nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır..."
Madem öyle neden daha önce yüzleşmedi denilmesin. Zaten bundan sebep baştan şerh düştüm. Lakin şu kadarını yine de söyleyeyim: Bundan 15 yıl mukaddem başlayan "çözüm sürecinde" alınamayan sonucun bu sefer ivedilikle alınmasında konjonktür başta olmak üzere terörle mücadelede alınan mesafe belirleyici olmuştur.
O vakitler Fetullah beslemesi liboşların borusu ötüyordu.
Ki bunlardan biri (paşa torunu olanı) PKK silah bırakmanın eşiğine gelince panik içinde kendini dağlara vurup PKK'lıların önüne yatmış, "Silah bırakmak ağırınıza gitmiyor mu?" diye feryat figan etmişti. Bir diğeri de (hem paşa torunu hem profesör olanı) "Yeni koşullar oluştu, artık çözüm süreci peşinde koşmayın, daha fazlasını isteyin, devlet kurun..." demişti...

***

Bugün önemli olan, "Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir..." ifadesiyle Öcalan'ın örgütüne yaptığı çağrıdır. İşbu PKK'nın fesih çağrısını "federasyon" veya "özerklik" gibi şartlara bağlamadığını belirtmeyi de ihmal etmeyelim.
Mezkûr çağrı yerini bulursa muazzam sonuçları olacağı muhakkaktır. O kadar ki "Türkiye Yüzyılı" sloganının altı adamakıllı dolacaktır.
Yıllar yılı berhava edilen insan kaynakları ve enerjisinin yanı sıra Türkiye'nin terörle mücadelede 3 trilyon dolar harcadığını göz önünde bulundurursanız ne demek istediğimi anlarsınız.
Bu arada, rikkat ve dikkati elbette elden bırakmayalım ama PKK'nın feshi her şeyden evvel (müstevlilerin olanca gayretine ve "çukur terörü" başta olmak üzere onca provokasyona rağmen) birbirinden kopmayan Kürt ve Türk halkının zaferi olduğunu da söyleyelim.
Soru şudur: Herkes kendi "masalıyla" yüzleşebilecek mi yoksa "anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara" neden olsa da ipe un sermeyi maharet mi sanacak?

***

Sevr'i iliklerine kadar hisseden Türk'ün beka endişesini anlamak istemeyenler ile inkâr ve asimilasyona maruz kalan Kürt'ün incitilen gururunu fehmedemeyenler istedikleri kadar ipe un sersinler, eninde sonunda su yolunu bulacaktır.
Zaten mesele çokluk "dil yarasıdır".
CHP yandaşı Sözcü TV sunucusunun geçen gün, Ahmet Türk'ün Öcalan'ın "çağrısını" Kürtçe okuduğu kısmı "sansürlemesi" bu yarayı adeta kanattı.
Sözcü sunucusu gerekçesini şöyle açıklamıştı: "Kürtçe'yi kimse de anlamadığı için vermiyoruz..."
"TRT Kurdî" kanalının olduğu bir ülkede gündüz gözüyle bu nobranlık yazık ki münferit değil.
Ne ki, Sözcü TV'nin de hakkını teslim edelim. "Kimsenin anlamadığı" diyor ama "Kürtçe" olduğunu söyleyebiliyor. Bu da bir aşama. Eskiden, 12 Eylül'den sonra Kürtçe denilmez; "Bilinmeyen dil" veya "Anlaşılmayan dil" şeklinde ifade edilirdi. Daha eskiden (1940'larda) "Dağlıların konuştuğu dil" veya "Doğu Anadolu ağızları" veya "Mahalli lisan" denilirdi. Çok daha eskiden de (mesela 1925 Şark Islahat Planı'nda), Kürtçe'nin yasaklanması gerektiği belirtilir, "Türkçe'ye aykırı kelimeler" gibi ifadelerle Kürtçe hedef alınırdı.
Demem o ki...
Öcalan söz konusu çağrısında, "PKK, Kürt realitesinin inkârı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur..." diyor ya, bu bir realitedir, tartışamayız.