MEN DAKKA DUKKA

Ahmet AKIN

Ölümün her türlüsünün, barbarlığın enva-i çeşidinin arz-ı endam ettiği modern zamanlardan geçiyoruz. Mekkeli müşriklerin bile helvadan yaptıkları putları yeme tutarlılığında son 300 yılda oluşturdukları, medeniyet değerlerinin, evrensel insan hakları normlarının birikimlerini ayaklar altına alma hususunda batılılardan ve Amerika’dan daha ilkeli olduklarını gördük. Evet, ”Dünya belki beşten büyüktü” ama aslında Gazze’nin bize öğrettiği onurun, iman şecaatinin, cesaretin, ahlakın, sahabe adanmışlığının yanında, ‘BİR’in dünyadan büyük olduğu gerçeği idi. Çağdaş hukuk normlarının üniversite kürsülerinde ders olarak okutulduğu, her fırsatta bunu Müslümanların sanki böyle bir sorunu varmış gibi yüzüne vurulduğu, insan hakları bir yana, hayvan haklarının bile batı medeniyet değerleri açısından ne kadar önemli olduğunu her fırsatta vurgulandığı bir zamanda 40 km karelik bir toprak parçasında, yani Gazze’de yaşananlar bunların bir palavra ve paçavradan ibaret olduğunu tüm çıplaklığı ile tekrar göstermiştir.

Habis İsrail urunun Müslümanların bağrına saplandığı 1948’den beri ümmetin mazlumlarından Filistinlilerin coğrafyasını çağdaş dünyanın vahşet laboratuvarı haline getirmiştir. Aksa Tufanından sonra şunu anladık ki, bu terör çetesinin silah ve ilaç endüstrisinde, bu kadar ilerlemiş olmasındaki en büyük etken, bunların geliştirdikleri yeni silah ve ilaçları Filistinliler üzerinde denedikten sonra pazarlamış olmalarıdır. Yine öğrendik ki Tevrata göre organ nakli yasak olmasına rağmen ,dünyanın en büyük organ nakli bankası siyonist çete tarafından kurulmuştur. Bu kadar da olmaz denilen her şeyin olduğu bir yer Filistin. Aksa Tufanı; ülkelerin bir araya gelerek kurdukları evrensel hukuk üzerine bina edilen tüm organizasyonların boş ve gereksiz olduğunu aslında dünyada tek geçerli kanunun orman kanunu olduğunu bize öğretti. Dünyayı hiçbir kural tanımaksızın alaya alırcasına aylardır barbarlığın her türlüsü ile cinayet işleyen bu terör çetesi İsrail’i kimse durduramamıştır. Buna rağmen iki milyon insanı sıkıştırdığı bu alanda hiçbir hedefine ulaşamamış olması, onun dünya halklarının gözünde inşa ettiği dokunulmazlık ve caydırıcılık zırhını paramparça etmiştir.

İşgal edilmiş topraklarda hızla kan kaybeden, mütecaviz çapulcu Yahudilerin; göçmen konumuna düşmesi bu çetenin yöneticilerini ABD’nin müdahil olduğu defacto bir durum oluşturmak için Ortadoğu’nun topyekûn girdiği bir savaşın çıkması için her yere saldırmaya başlamıştır. Bu süreçte İran’da Haniye cinayeti, Lübnan’da Hizbullah ve Devrim Muhafızları yöneticilerinin uğradığı saldırılar  İran’ın ister istemez fiili müdahil olmasının yolunu açmıştır.1 Ekim gecesi İran, yüzlerce füze ile işgal edilmiş topraklardaki Siyonist çetenin hava üslerini ve hedeflerini vurmuştur. Bu saldırılar milyonlarca mütecaviz işgalcinin sığınaklara kaçmasına, işgalcileri bu topraklarda tutan konforlarını yıkmıştır. Siyonist çete, bir yıldır kendisini her açıdan derinden sarsan düşük yoğunluklu savaşı Lübnan’ın da denkleme dahil olmasıyla  artık sürdüremez noktaya gelmiştir. Siyonist çetenin başının BM Genel Kurul toplantısında “Ortadoğu sınırlarının yeniden dizaynı ve İran’ı özgürleştirme!’’ hezeyanlarından anlaşılmaktadır ki, küresel emperyalizmin Ortadoğu ve dünya planları ile bu saldırılar örtüşmektedir.

2.Dünya Savaşından sonra zoraki kurulan düzenin artık sürdürülemez olduğu küresel emperyalizm tarafından da dile getirilmektedir. Dünya ekonomi ve güç sıkletinin Uzakdoğu’ya ve Çin’e kayması, Afrika kıtasında yeni ittifaklar ve Fransa'nın, ABD’nin burada eskisi gibi rahat edememeleri, Doların hakimiyetinin zayıflaması, batı medeniyetinin kendi ülkelerinde ‘öteki dünyanın sömürülmesi üzerine” inşa ettiği rüyanın sona ermesine neden olmuştur. Bu nedenle küresel emperyalizm varlıklarını devam etmek istiyorlarsa kendilerini behemehâl dünya sistemine yeni bir “reset” atmak zorunda görmüşlerdir.

Binnetice; İran’ın bu canilere füze saldırıları ile verdiği cevap, yaşanan süreci yeni bir evreye taşımıştır. Özellikle son yüzyılda sosyal ve psikolojik olarak sürekli geri çekilen ümmetin içinde biriken öfke ve nefretin, kukla yönetimlerinin huzurunu kaçırmaktadır. Bundan sonrası herkesin kendini nasıl konumlandırdığı önemlidir. Müslümanların ve ümmetin en azından halklar nezdinde ortak hareket etmesi kendimizi ve kutsallarımızı bu vahşilerin/yağmacıların saldırılarından koruma zamanımız gelmiştir. Birlikteliğimiz bizlere güç katar, farklılıklarımızın ön plana çıkarılması ise zayıflığımızın derinleşmesine yol açar. Evet.. İslam coğrafyası Moğol istilasından sonra ki en kötü zamanlarını yaşamaktadır. Ama unutulmamalıdır ki böyle zamanlar büyük değişimlerin, liderlerin ve hareketlerin doğduğu zamanlardır.