“Musalla Taşı Müslümanlığı”

Vahdettin İnce

Bu kavram, Volkan Konak adlı şarkıcının ölümünden sonra cenazesinin kaldırılışı ile ilgili olarak yaşanan tartışmalar üzerine sosyolog ağabeyim Müfit Yüksel tarafından literatüre kazandırıldı. Tanımam etmem, dolayısıyla adı geçen şarkıcı hakkında şahitlikte bulunacak değilim, ancak sağlığında, öldükten sonra cenazesinin yakılmasını vasiyet ettiği, dolayısıyla İslam diniyle arasında epey bir mesafenin olduğu, bu yüzden cenazesinin camiden kaldırılamayacağı dile getirildi bazı dindarlar tarafından. Muhtemelen onları bu düşünceye sevk eden şey, ekranlardan yansıyan hayat tarzıydı, bazı sözleriydi. Daha sonra bir ceviz ağacının altında, babasının yanına defnedilmesini vasiyet ettiği söylendi ve cenaze, ailesinin isteği üzerine camiden kaldırıldı. Müfit Yüksel, haklı olarak ölmüş kişiden ziyade ailelerin duygularının, aidiyetlerinin dikkate alınması gerektiğini söyleyerek bu şekilde ötekileştirici, dışlayıcı tutum sergileyenlere, "bu toprakların Endülüsleşmesine yol açıyorlar" diye itiraz etti ve benim de dikkatimi çeken ilginç bir örnek verdi. Meşhur ateist Abdullah Cevdet ölünce, ailesi cenazesini getirip cami avlusundaki musalla taşına koyarak İslam dinine uygun olarak kaldırılmasını istemiş. Nitekim çocuklarının hayatta oldukları sürece oruçlarını tuttuklarını da belirtiyor Müfit Yüksel. Ben bu tartışmalara girmek istemiyorum. Müfit Yüksel'in kaygılarının boş ve mesnetsiz olmadığını belirtmekle yetiniyorum. Bir tutanak, bir dayanak, hatta bir kulp olduğu sürece etrafımızı çoğaltmalıyız, her gelişmeyi, her söylemi çevremizi tenhalaştırmanın, azaltmanın gerekçesi olarak kullanmamalıyız, diyorum. Kimsenin Allah katındaki durumuna kefil olmadan tabi.

Medrese eğitiminde Kur'an hatmedilip mevlit de öğretildikten sonra sıra Şeyh Ahmed-i Hani (Ehmedê Xanî)'nin "Nûbihara Piçûkan" (küçüklerin ilkbaharı) adlı Arapça-Kürtçe manzum sözlüğünün ezberlenmesine gelirdi. Daha girişinde Müslümanların sayısının alabildiğine kalabalık olduğu hissini veren, dolayısıyla küçük bir çocuğa güçlü bir özgüven aşılayan bir ifade yer alıyor: "Ku bûn peyrevê'd wî Ereb, Ecem, Kurmanc, Romî" (Hz. Peygambere Araplar, Acemler, Kürtler ve Türkler tabi oldular). Acayip sevinmiştim bu kısmı ezberleyince, Müslümanların sayısının bu kadar kalabalık olmasına, birçok milletin İslam'ı benimsemiş olduğuna. Sonra sadece bu dört milletin değil, Balkanlardan Hint alt kıtasına, Uzak doğuya kadar onlarca milletin Müslüman olduğunu öğrenecektim. En büyük zevkim atlas kitabındaki Müslüman ülkelerin haritalarına bakıp bakıp sevinmekti. Kendimi büyük bir ümmetin bir ferdi olarak görüyordum.

Ancak medresenin kazandırdığı bu özgüven uzun sürmedi. Modern eğitimin basamaklarını tırmandıkça bu duygunun peyderpey örselendiğini, hırpalandığını, yıprandığını fark edecektim. Muş İmam-Hatip Lisesinde okuduğum yetmişli yıllarda rahmetli Timurtaş Uçar hoca şehrin büyük camilerinde vaazlar veriyordu. Karamsar bir iklime girdiğimi ilk onun bir vaazını dinlerken hissetmiştim. "Marka Müslümanları" diyordu bazıları için o etkileyici üslubuyla ve bunu bir ünlü yiyecek markasının konserve kutusunun içindeki yiyeceklerin boşaltılıp kutu çöpe atıldığı halde üzerinde markanın adının yazılı olmaya devam etmesine benzetiyordu. Bir yanım eksilmişti. Bu, hocaya özgü bir tutum değildi, modern eğitim sisteminin bütün olarak oluşturduğu bir algıydı kuşkusuz. Nitekim üniversite yıllarında okları iyice Müslüman kitlelere yöneltmiş ve bu sefer "nüfus cüzdanı Müslümanı" ifadesini kullanıyorduk, kimliklerde din hanesine telmihte bulunarak. Başkalarını bu şekilde eleştirirken kendimi sağlama aldığımı hissetmenin verdiği hazzı almıyor değildim, ama bir yanıyla da azalmaya devam ettiğim ortadaydı.

Aslında kendi kendini azaltma, bitirme duygusu müsteşrikler çağından beri bünyemize atılmış ve hayatımızın her alanında etkisini gösteren bir virüstür. Çünkü bir kısım hocalar, bugüne kadar, dini doğru düzgün yaşamayan Müslümanlara yöneltilen okları, bugün artık "İslam'da yoktur"lar adı altında doğrudan doğruya İslam'a, Kur'an'a yöneltiyorlar. İyice dibe vurmuşuz yanı.

Nitekim Gazze soykırımı gösterdi ki bırakın Müslümanı, geride bir "musalla taşı" da kalmamış. Yani Endülüsleşmiyoruz, biz psikolojik olarak zaten Endülüs olmuşuz.