Neden herhangi bir meseleyi çözemiyoruz?

Mustafa Karaalioğlu

Diyelim yeni anayasa yapılacak…

Diyelim Kürt meselesinde çözüm için hamle edilecek…

Diyelim yeni yargı reformu düşünülüyor…

Diyelim dış politikada dost aranıyor…

Diyelim halen yürütülmekte olan ekonomik programın başarılı olması umuluyor…

Herhangi birinin gerçekleşebilmesi için önce ve muhakkak, demokratik ortamın iyileşmesi lazımdır. Yani, gazetecilerin bir haber için gece evlerinden olmadığı bir ortam lazım. Yani, suçsuz yere hapiste olan kişilerin veya millet oyuyla seçildiği halde cezaevinde bekletilen politikacıların serbest bırakılması lazım. En başta da herkesin, herhangi bir bahaneyle aynı yeri boylamayacağının garantisi lazım. Yargının siyaset emrinde bir araç çıkmaktan çıkması, bağımsızlaşması lazım. Siyasi mühendislik namına belediye başkanlarının hapse gönderilip yerine kayyum oturtulmaması da lazım.

Lazım da lazım…

Kimi daha zor kimi kolaydır ama hiçbir meseleyi diğerlerinden ayırıp ve yalıtıp tek başına çözebilmek mümkün değildir. Bütünden ayırıp çözmeye çalıştığınız mesele asla çözülemeyecek demektir. İsterseniz Öcalan’a af vaat edin, isterseniz faizi 50 değil 150’ye çıkarın. Demokrasi ve hukuk meselesi hale yola koyulmadan hiçbir mesele gerçekte çözülemez. Hatta çözüm teşebbüsleri sarpa sardığında iktidar dönüp hıncını demokrasiden çıkarır. Daha fazla güvenlikçilik, daha çok hamaset ve daha öfkeli bir idare tarzı hakim olur.

Türkiye’nin yakın geçmişi bunun örnekleriyle doludur. Bugün ise herhangi bir meselede çözüm adına henüz hiçbir adım atılmadan yaşananlar da böyledir.

Eğitimden Kürt meselesine, hariciyeden yargıya kadar herbiri devasa ve derinleşmiş bütün problemler doğrudan demokrasiyle alakalıdır. Demokrasinin eksik olduğu ortamda liyakat, ehliyet ve şeffaflık eksiktir. Ayrımcılık, ırkçılık, empati yoksunluğu, bilgi kirliliği ve gerilim hakimdir. Böyle bir zemin üzerine bir meselenin çözümünü inşa edemezsiniz. Sadece Kürt meselesinde değil, ekonomide, dış politikada, eğitimde hatta depremle mücadelede de…

Mesela, Bahçeli’nin sözleriyle oluşan iyimser ortamın birkaç gün içinde dağılması tesadüf değildir. Demokratik atmosferin genişlemesi ve güç kullanımının azalması iktidar için zaaf olarak görüldükçe de böyle sahneler kaçınılmazdır.

Demokrasinin ve hukukun hem baskı hem de pazarlık malzemesi olarak kullanıldığı dönemden geçiyoruz. Ama iktidarla; yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’la demokrasi ve hukuk adına pazarlık yapacak ve onu daha ileri bir demokrasi için zorlayacak bir güç de yoktur. Sahip olduğu sınırsız ve denetimsiz güç, ona böylesi taleplere karşı bağışıklık kazandırıyor. Tek istisnası, seçilebilmek kaygısı taşırsa ve bunu aşabilmek için daha fazla demokrasi gerekiyorsa durumu değişebilir. Bugüne kadar da malum, böyle bir gereklilik hiç olmadı. Aksine, daha fazla sertlik ve rakiplerine karşı orantısız güç kullanımı Erdoğan’ı iktidarda tutmak için hep geçerli yöntem oldu. Görünen o ki şimdi de bu yöntemden vazgeçmesini gerektirecek bir siyasal sıkışıklık hissetmiyor. Ahmak Davası’nın hatta tutulması, üzerine Esenyurt’a kayyum atanması ve son olarak gazetecilerin gece baskınıyla evlerinden alınması, güç kullanımının eskisinden daha ziyade revaçta olduğunu anlatıyor.

Elbette bu, sonuç alabilmek için garantili bir yöntem değil ama Erdoğan’ın en iyi bildiği, denenmiş ve güvenilir oyun tarzı budur. Ne yazık ki bu tarz sadece gündelik siyaseti etkilemiyor. Herhangi bir meselenin çözümü için öncelikle Erdoğan’ın başkalarının fikrinden önce kendisini ikna etmesi gerekiyor.