Şu sıralar rahatsızlığı sebebiyle grup kürsüsüne çıkamıyor. Ama 1 Ekim’de Meclis’in açılışında başlattığı jest, sonra grup konuşmasında Öcalan’a “Gelsin DEM grubunda konuşsun” çağrısı, ardından Öcalan’ın PKK’ya “silâhları bırak, kendini feshet” talimatı, onu “Nobel Barış Ödülü’ne aday” göstermeye kadar uzandı. Ardından eşi rahatsızlanan Selahattin Demirtaş’a geçmiş olsun telefonu, Ahmet Türk’e sımsıcak telefonlar…
Tabii ki Bahçeli’den bahsediyorum. Önce geçmiş olsun dileklerimi sunayım. Sonra da tüm bu ilişkilerde sergilediği inceliğin şapka çıkartılacak boyutta olduğunu ifade edeyim.
Grup konuşmalarındaki tehevvür (Öfkeden köpürme)ü her zaman yadırgamışımdır. Onlara bir tür özel efektli nutuklar gibi bakmışımdır.
Ancak özel ilişkilerde çok nazik olduğu çok farklı odaklarca ifade edildiğine göre Bahçeli’nin o tarafına da bakmak gerekiyor. Nitekim 1 Ekim’den bu yana “O Bahçeli”yi izliyoruz.
Öcalan’lı süreci onsuz Ak Parti’nin de Erdoğan’ın da kotaramayacağı görüşü sıkça dile getiriliyor ki, o da haklı. “Süreç” denince 2013’te en keskin muhalefet ondan gelmişti, şimdi o sahiplenince iktidar için işler biraz daha kolaylaşmış görünüyor.
Bahçeli işin pimini çekerken sürecin sonunda Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı olmasını istediklerini de ifade etmekten çekinmemişti. Şu sıralar DEM dünyası ile çok sıcak ilişkiler kuruyor. DEM adına teşekkür ondan başlıyor, Erdoğan’a teşekkür bile ardından geliyor. Erdoğan’a yönelik DEM kilidi açılırsa, Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin kilidini açtıktan sonra Türkiye siyasetinde ikinci büyük operasyonu gerçekleştirmiş olacak.
Bahçeli grup konuşmalarına ne zaman başlayacak, bilmiyorum. Yeniden çıkacağı ilk grup kürsüsünde, meselâ Ekrem İmamoğlu ile ilgili ne söyleyecek, doğrusu merak ediyorum.
Malum Ekrem İmamoğlu ile ilgili davalar peş peşe geliyor, daha şimdiden istenen hapis cezasının miktarı 25 yılı bulmuş. “Siyasi yasak” ise hapis cezalarının mütemmim cüz’ü halinde.
İktidarın yargı üzerinden İmamoğlu’na, paralel biçimde CHP’li belediyelere, hatta CHP’nin kurumsal yapısına yönelik bir, hadi yalın biçimde “savaş” kelimesini kullanmayayım, “yıpratma savaşı” başlattığı açık.
CHP’ye 31 Mart’ta birinci parti olmanın bedeli ödetiliyor, dense yanlış olmaz. Erdoğan’ın bütün karşı çabasına rağmen İstanbul üçüncü defa kaybedilmiş, eldeki büyük şehirler kaybedilmiş, ülke nüfusunun yüzde 80’ninin yaşadığı şehirlerde CHP iktidarı kurulmuş.
Bu, CHP’yi yenmeyi spor haline getirmiş Erdoğan için kabul edilebilir bir durum değil.
İstanbul zaten başlı başına bir ukde.
İstanbul’u üçüncü defa kazanan Ekrem İmamoğlu ayrıca bir “problem.” “Problem” çünkü “Adam”ın gözü yukarlarda.
Gözü yukarlarda pek çok insan olur da, İmamoğlu’nun yürüyüşü biraz kendisininkini andırıyor. İstanbul’dan Ankara’ya, siyasetin göbeğine, hem de en yükseklere tırmanarak…
Belli ki ölçtürüyor, biçtiriyor. “İmamoğlu kim ki…” gibi bir sonuç çıksa ölçüp – biçmelerde, keyifli keyifli oturur mekânında. Ama sonuçlar belli ki rahatsız edici.
Bir de “yeniden seçilme”nin yasal zorlukları var. İkinci defa, belki üçüncü defa seçilmişsiniz, üçüncüye, belki dördüncüye yol yok. Yol açmak lâzım. Bahçeli garip biçimde yol açıcılığa sosunmuş durumda ama o bile yol açmakta zorlanabilir.
Yukarda merakımı dile getirdim; Acaba Bahçeli yeniden grup kürsüsüne çıktığında İmamoğlu için, Özgür Özel için, CHP için ne söyler? İmamoğlu’na “umut hakkı” tanır mı? “İmamoğlu seçilsin Beştepe’ye otursun!”
Adamın ayağı nasırlandı Adliye’ye gidip gelmekten… Biri bitmeden diğeri başlıyor dâvâların… Yargı bağımsız ya… İktidarın hiçbir dahli yok ya bu dâvâlarda… Mesela 2019 öncesinde “Metal yorgunu” diye bazı Ak Partili belediye başkanları görevden alınmıştı… Sanki “Metal yorgunluğu” bir başkanı görevden almak için gerekçe oluşturabilirmiş gibi… Ak Partili belediyeler sütten çıkmış ak kaşık; hiçbirinde en küçük bir problem yok. İstanbul’da üç CHP’li ilçe belediye başkanı şimdiden içerde. Kaldı 23’ü, bir de İmamoğlu…
“İmamoğlu’nun önü İstanbul’da kesilmezse…” “Ne yapıp edip kesilmeli yolu…”
İmamoğlu diyor ki: “Kasımpaşalı gibi mücadele edelim.” Orasının “Mertlik” ile anıldığından yola çıkarak…
Bir de “kurtlukta düşeni yemek” var siyasette…
Bence Erdoğan’ın da önü açılmalı yeniden seçime girebilmesi için, İmamoğlu ile de “mertçe” bir yarışın önü kesilmemeli. Erdoğan vatandaşla bir rakibin önünü kesen siyasetçi niteliğiyle vedalaşmamalı, böylece halk, İmamoğlu ile Erdoğan’ın İstanbul’dan sonra bir de Cumhurbaşkanlığı derbisinde karşılaşmalarının demokrasi şölenine tanık olmalı.
Bahçeli de şimdiden İmamoğlu ile daha centilmence dillerde buluşmanın yolunu açmalı. O zaman dışarda Nobel Barış Ödülünü bilmem ama içerde “Bilge Lider” tanımlamasının daha çok alıcısı bulunabilir.
Öcalan’la barış İmamoğlu ile savaş çok sakil duruyor.