Putin Suriye konusunda anlaşma mı yaptı?

Putin'in seçenekleri sınırlıydı; isyancıların ilerleyişini yavaşlatabilirdi ama onları yenip yenemeyeceği belli değildi ve bunu yapmaya kalkışması bile insan gücünün Ukrayna'daki savaştan bir miktar, potansiyel olarak oldukça önemli bir şekilde saptırılma

Dan Glazebrook 

Geçtiğimiz haftalarda Suriye'de Esed hükümetinin yıldırım hızıyla çökmesi, Suriye içinde ya da dışında hemen hemen hiç kimsenin bu devleti uğruna savaşmaya değer bir devlet olarak görmediğini açıkça ortaya koydu.

ABD ve İsrail'in desteğini alan Türkiye, İdlib'de birkaç yıldır eğittiği güçleri ciddi bir güç gösterisi yapmak için kullandı.

Batı uzun zamandır Suriye'yi Irak-Libya modelinde bir ‘çökmüş devlet’ haline getirmeye çalışıyordu ve yeni durum İsrail'in neredeyse bir gecede ülkenin askeri tesislerinin büyük bir kısmını yok etmesine ve güneydeki işgalini genişletmesine olanak sağladı.

Bunların hepsi de on üç yıldır bu hamle için çalışıyordu. Daha az net olan ise Rusya'nın bu hamleye ne ölçüde dahil olduğudur.

Ana akım yorum esasen olayların son halinin Rusya'ya büyük bir darbe olduğu yönünde. Suriye, Rusya'nın tek sıcak su deniz üssüne (Tartus) ve özellikle Afrika'daki operasyonları için hayati önem taşıyan devasa bir hava üssüne (Hmeymim) ev sahipliği yapan tek sağlam Arap müttefikiydi. Bu nedenle Suriye'nin 'kaybedilmesi' Moskova'ya ağır bir darbe vurdu; sözde Rus ordusunun Ukrayna'da batağa saplanmasının ve dolayısıyla Suriye'deki ayaklanmayı bastırmak için gerekli askeri kaynakları ayıramamasının bir sonucuydu.

İran ve Hizbullah'ın da İsrail saldırılarından kurtulmaya çalıştığı gerçeğiyle birleşince, bu durum isyancılara ve destekçilerine harekete geçmeleri için bir fırsat penceresi yarattı. Ve bu çok kısa sürebilecek bir fırsattı: Hizbullah hızla yeniden toparlanabilir ve Trump göreve gelir gelmez Ukrayna'ya derhal bir barış anlaşması dayatma sözünü yerine getirirse, çok sayıda Rus kuvveti belki de birkaç ay içinde Suriye'de yeniden serbestçe faaliyet gösterebilirdi.

Elbette resmin bir parçası bu.

Rusya'nın seçenekleri sınırlıydı. Yapacağı herhangi bir anlaşma, en azından 2018'deki pozisyonuna kıyasla, zayıf bir pozisyondan yapılmış olacaktı. Ancak bu hiç anlaşma yapılmadığı anlamına gelmiyor. Benim görüşüme göre Putin'e önceden danışılmamış olması son derece düşük bir ihtimal.

İlk olarak, Türkiye'nin özenle yetiştirdiği isyancıların büyük bir kısmının Rus hava saldırılarıyla yok edilme riski ciddiydi ve hem Erdoğan hem de HTŞ mümkünse bu olasılıktan kaçınmaya çalışacaktı. Putin'in ayaklanmayı nihai olarak yenilgiye uğratma kapasitesi olmasa bile yine de denememesi için onu ikna etmeye çalışırlardı. İkinci olarak, geriye dönüp bakıldığında söylemesi kolay olsa da bu ele geçirme açıkça bir süredir olasılıkların içindeydi.

Savaş sırasında hükümet güçleri tarafından geri alınan eski muhalif bölgelerden gelen tüm savaşçılar İdlib'e itilmişti. Mart 2020'de onlara özel kuvvetler, zırhlı birlikler ve paramiliter operasyonlar ve dağ savaşında uzmanlaşmış 5. Komando Tugayı da dahil olmak üzere hafif piyadelerden oluşan 20 binden fazla Türk askeri katıldı. Piknik yapmak için orada değillerdi; dört yıldır göz önünde, isyancı güçleri ayaklanmalarını yeniden başlatmak üzere eğitiyor ve güçlendiriyorlardı.

Rusya belli ki bunun farkındaydı ve bunu planlamıştı.

Dahası, her ne kadar Rusya Suriye'ye çok sayıda asker göndermekte zorlansa da Suriye ordusundaki askerlerin maaşlarını sübvanse edebilirdi ki bu da Suriye ordusundaki sıradan firarları ve pasifliği bir nebze de olsa hafifletebilirdi.

Muhtemelen bir sebepten ötürü bunu yapmamayı tercih etti. Elbette bu, bazılarının şimdi öne sürmeye çalıştığı gibi, her şeyin başından beri Kremlin'in bir komplosu olduğu anlamına gelmiyor.

Bir teoriye göre Putin, Suriye hükümetinin düşmesine izin vererek Batı'ya kurnazca bir tuzak kurdu. Batı tıpkı Sovyetlerin 1980'lerde Afganistan'da batağa saplanması gibi, şimdi de Suriye'yi istikrara kavuşturmak için yıllarca uğraşmak zorunda kalacak. Ancak bu teorinin hiçbir anlamı yok.

Suriye'nin bir ‘çökmüş devlete’ dönüşmesi her zaman Batı'nın amacı olmuştur ve bu nedenle bunu başarmak için en mezhepçi güçleri desteklemişlerdir.

Libya'da bunu 'batağa saplanmadan' başardılar; Suriye'de de başarılarını tekrarlamayı umuyorlardı ve şimdi bunu başardılar.

Bu teori, herhangi bir olayı mistik ve dahiyane bir plandan başka bir şey olarak yorumlayamayan insanların umutsuzca çırpınışları gibi görünüyor. Ben gerçeğin daha nüanslı olduğunu düşünüyorum. İşte size bir hipotez:

HTŞ'nin Suriye'yi ele geçirmesinin temel parametreleri Erdoğan, Netanyahu, Putin ve Trump tarafından önceden belirlenmiş ve kararlaştırılmıştı.

Trump'ın Putin'e doğrudan bir takas önerdiğinden şüpheleniyorum: Ukrayna'nın doğusuna karşılık Suriye; Rusya'nın Suriye'deki üslerini elinde tutabileceği uyarısıyla birlikte. Bu Putin için birkaç nedenden ötürü kabul edilebilirdi.

Birincisi, belli ki önceliği Doğu Ukrayna. İkincisi, Suriye'deki tek gerçek kaygısı zaten bu üslerdi.

Batı'nın 'Böl ve Parçala' stratejisini benimsemiş olabilir -esasen başarısız bir devletteki belirli varlıklarınızı (üsler, madenler, petrol kuyuları vb.) yerel milisler, özel güvenlik ve/veya kendi silahlı kuvvetlerinizi kullanarak güvence altına almak, bunu sizin için yapması için bütün bir devleti güvence altına almaktan daha kolay ve ucuzdur.

Üçüncüsü, Esed'in Rusya'ya tam olarak uyum sağlamadığı ve Suriye'yi Putin'in talep ettiği saf bir vasal devlete dönüştürmeye isteksiz olduğu, bu şekilde kendisini daha az değerli ve daha harcanabilir hale getirdiği söylenebilir.

Dördüncüsü, Rusya'nın Orta Doğu'daki müşteri devletlerinin himayesini ABD'den devralma nihai hedefi ancak Rusya'nın Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan'a yararlılığını göstererek gerçekleştirilebilir. Bu devletlerin Suriye'deki on üç yıllık hükümet değişikliği operasyonunun sonuçlanmasını kolaylaştırarak, gelecekteki işbirliklerinin ve derinleşen ittifakların önünü açarak ve belki de şimdiden bir parçası olarak bunu kesinlikle yaptı.

Beşinci olarak, İran'ın Rusya'nın 'müttefiki' olması, Rusya'nın İran'ın güçlü ve özerk olmasını istediği anlamına gelmiyor. Tam tersine. Her emperyal güç gibi Rusya'nın da aradığı müttefikler değil, bağımlılıklardır. Bu son hamle, İran'ı bir Rus müttefikinden bir Rus bağımlılığına dönüştürmek için uzun bir yol kat etti. İran'ı Lübnan ve Gazze'deki direnişten koparmak Rusya açısından kötü bir şey değil: çünkü kısmen İran'ın bu grupları himaye etmesi İran için bir güç ve özerklik kaynağı olarak işlev görüyor ve ona Rusya'nın savunma şemsiyesinden bağımsız bir tür 'caydırıcılık' sağlıyor.

Direniş kesilir ve etkisiz hale getirilirse, İran'ın tek caydırıcı kaynağı (kuşkusuz zorlu ama yine de büyük ölçüde Rusya'ya bağımlı olan kendi savunması dışında) Rusya olacaktır. Ve popüler, özerk, işçi sınıfı direniş milisleri (Hamas, Hizbullah ve Ensarullah gibi) zaten her emperyal güç için bir baş belasıdır, Büyük Adamlar tarafından kararlaştırılan herhangi bir sömürgeci bölüşüm için sürekli potansiyel bir engeldir. Ve son olarak, yukarıda da belirtildiği üzere, Putin'in seçenekleri sınırlıydı; isyancıların ilerleyişini yavaşlatabilirdi ama onları yenip yenemeyeceği belli değildi ve bunu yapmaya kalkışması bile insan gücünün Ukrayna'daki savaştan bir miktar, potansiyel olarak oldukça önemli bir şekilde saptırılmasını gerektirecekti.

Eldeki seçenekler sınırlı olduğundan, Doğu Ukrayna'yı ve Suriye'deki üslerini elinde tutmasına izin veren bir anlaşma muhtemelen mevcut en iyi seçenek gibi görünecektir. Bu nedenle son olayların Rusya için büyük bir darbe olduğu iddiaları abartılıdır.

Stratejik açıdan, eğer üsler korunursa, sevilmeyen ve itaatsiz bir müşteriyi korumak için sıkıcı bir sorumluluk dışında gerçekten hiçbir şey kaybedilmemiştir.

Uzun vadede ise, yukarıda da belirtildiği gibi, bölgesel anlamda çok şey kazanılmış olabilir. Sıklıkla dile getirilen bir diğer argüman ise bunun Rusya'nın 'prestijine' bir darbe olduğu, müttefiklerini savunmaya istekli ve muktedir bir güç olarak 'stokunun' önemli ölçüde azalacağıdır.

Örneğin Şam'ın düşmesinden kısa bir süre önce Savaş Çalışmaları Enstitüsü tarafından yayınlanan bir raporda “Esed'in çöküşünün Rusya'nın etkili bir ortak ve koruyucu olarak küresel algısına zarar vereceği, Rusya'nın Afrikalı otokratlarla ortaklıklarını ve bunun sonucunda Afrika'daki ekonomik, askeri ve siyasi etkisini tehdit edebileceği” iddia ediliyor. Bu elbette mümkün. Öte yandan Putin'in Esed'i gözden çıkarması aslında Putin'in yeni Afrikalı dostlarına farklı bir mesaj veriyor olabilir: 

“Her istediğinizi yapabileceğinizi ve hala korunmayı bekleyebileceğinizi düşünmeyin. Harcanabilir olduğunuzu unutmayın. Sizi her an köpeklerin önüne atabiliriz: Bizim desteğimiz olmadan beş dakika bile dayanamazsınız. Bir müttefik değil, bir müşteri olduğunuzu asla unutmayın.” 

Ordularının Rus vesayeti altında tam entegrasyonuna karşı direnmeyi düşünen Afrikalı liderler bu mesajdan pekâlâ etkilenebilir ve bu da Rus çıkarlarına tamamen faydalı bir şekilde olabilir. AB liderlerinin şimdi HTŞ'nin Rusları kovmasını talep ettikleri doğru olsa da gerçek şu ki önemli olan AB'nin değil Trump'ın görüşüdür. Bakalım bu konuda ne diyecek ve daha da önemlisi ne yapacak?

Çeviri: YDH

DÜŞÜNCE - YORUM - ANALİZ Haberleri

Scholz Hükümeti Düştü: Almanya ve Avrupa İçin Ne Anlama Geliyor?
Suriye'nin İsrail karşısında “askeri olarak karşılık verme hakkını” kaybetmesi ne anlama geliyor?
Suriye’de “Geçiş Adaleti” Hangi Kodlarla Sağlanmalı?
Esad’dan Sonra: Suriye’yi Kim Yönetecek?
Suriye'de şimdi ne olabilir? Üç muhtemel senaryo