Duyuları okşayan, onlara yansıyan herşey estetiktir. Estetiğin doğru anlamı iştiha ve şehvettir. Fakat piyasada bu kavramları takdir edecek insan sayısı azdır. Kimisi şehveti estetikliğe yakıştıramayacağı için söyleneni anlamakta zorlanacaktır. Kimisi de şehvetin cinsellikten ibaret olmadığını bilmediği için anlamayacaktır.
“Şehevî” demek tatmaya dair olan demektir. Buna zevketmek de denir. Tatmak, yemek, görmek, dokunmak, duymak gibi haller estetik (tatmaksal) hallerdir. İnsanın sanatla ilişkisi bu açıdan şehevî bir ilişkidir, zevkî bir muhatabiyet biçimidir. Sanat, zevkî birşeydir derken bir kayıt düşerek özneye de haddini bildirmemiz gerekir: Zevk arzunun kölesi değildir. Mesela, duyuların başına güzelliğin bir olay olarak gelmesine sanatın deneyimlenmesi diyebiliriz. Sanat, arzuya uğramayan bir zevk olarak da vukubulabilir.
Peki sanatta tecrübe edenin estetik adı altında tattığı sanatın nesnesi nedir? Estetik boyutun altında yatan asıl değerli şey yaratıcılık olduğu için sanat değerli bir meşgaledir. Yani sanat yaratıcılığın tecrübe edilişi olduğu için değerlidir. Münhasıran bilişsel birşey olmadığı gibi kimi bilmeler de onun (sanatın) dışında değildir. Düşüncedeki sanata fikir, hayat veya işleyişteki sanata maharet, zenaatteki sanata üstadlık vesaire gibi adlar veririz. Hepsinde ortak olan boyut, varolanın ötesinde birşeyin yaratılması, yakalanması veya sunulmasıdır.
Bu sebeple herhangi bir dilde estetik kelimesini duyduğumuzda onun anlamı şudur: zevk etme, tatma, hissetme ile ilgili olan. Estetik olan, anlaşılan değil tadılandır. Buna muhayyilede tad bırakan anlamalar da dahil. Güzel, sanatın sadece bir alt görünümüdür. Estetiğin anlamı güzellikten öteye alınırsa sanatı tarifte doğru ölçü haline gelir. Bu açıdan güzel görünen veya tadı “güzel olan bir yemek” değil “yemek,” yani yemenin bizzat kendisi estetik bir olaydır.
Aynı şekilde kanunî olmayan orjinal düşünce de sanattır. Şu halde sanat nedir? Şöyle tarif edebilirim: Sanat, yaratıcı eylemin varlıkta bıraktığı izdir. Mesela savaşta da sanat olur, sporda da. Çoğumuz bunlara sanat demiyor olabiliriz ama yine de sanattır. Hırsızın yaratıcılığı bile sanattır.
Nietzsche’nin anlaşılmaya pek yanaşmayan meşhur bir sözü var: “we have art in order not to die of truth” (hakikatin şiddetinden ölmeyelim diye elimizde sanat var). Hazret bunu derken tam olarak neyi kast ediyor? Özetle şunu: Hakikatin heryerde ve tamamen tecellisinden dolayı yanıp kül (veya kör) olmayalım diye sanat denilen (kısmî parıltılarla) yetiniyoruz. Sanat bizim gerçeği (ışığı) parçalı (gözümüzü biraz kırparak) almaklığımıza verdiğimiz isimdir.
Zira, alemin bagrındaki kaosu terbiye eden semboliklik kabuğunu kaldırıp altındaki hakikatin çıldırtan hazmedilemezliği ile karşı karşıya gelseydik, oracıkta can verirdik. Bizim irademizin keyfine tabi olmayan kaderin bu keşmekeşlik, bilinmezlik ve öngörülemezlik bahrinde boğulmayalım diye tedbir almışız: Üstünü beton veya asfaltla kapatmışız ve kendimize sanat adı altında üstü örtülü olmayan küçük küçük kuyular ve kıyılar bırakmışız. Onun için suyu bulanlar o suyu kana kana içerler. Sanat ilgisi bir kader susuzluğu çünkü. Aklın aleme çektiği formatın yolaçtığı çoraklık karşısında sanat bize beklenmedik olanı içirir yudum yudum.
Nietzsche’de sanat bir tür kadere rıza formunda bizzat hayatın kendisi halini alıyor. Elmayı ısırırkenki lezzet hayret uyandırmalıdır. Çünkü hakikat olarak hayatın tahakkukudur. Üstüne nefsin akıl eliyle bir çeşit ahlak ve çelişmezlik örtüsü örtmesine tenezzül etmeyen bir “kaderimi seviyorum” tavrıdır sözkonusu olan. Kadimde ve yasadan önce herşey mucize idi. Hepten aczden ölmeyelim diye bizi korunakli olarak aciz bırakan teneffüs anlarımız oluştu zamanla (spor, sanat, savaş, siyaset vb). Zira, eskiden o heryerde olan mucizeler sanat olarak ve sanat kadar ricat ettiler. Gaflet perdesi bizi hakikatin haşin tecelli ışıklarından koruyor. Çünkü sanat son tahlilde hakikatin tecrübe edilişidir. Ve tam bu sebepten dolayı, kıyısı olmayan bir denizde boğulmayalım diye denizi ötede beride rasteldiğimiz göller suretinde tecrübe ediyoruz, edebiliyoruz.