Röportajdan başlıklar
“İslamcılık, Müslümanların nefsi müdafaasıdır. Modernliğe karşı bir nefs-i müdafaadır. Modernlik eleştiriyle aşılamaz çünkü kendisi eleştirinin mahsulüdür. Dolayısıyla onunla hesaplaşmak, hem entelektüel hem de pratik düzeydeki bir hayat tarzıyla mümkündür.”
“Bir hayat tarzı inşa etmeden modernliğin tüketim değerlerine, modasına, giyim tarzına ya da bize uyguladığı davranış kodlarına karşı çıkmak mümkün değildir. Ancak peygamberi örnek alan bir hayat tarzıyla modernliğin bize sunduğu hayata karşı bir alternatif oluşturabiliriz ve bunun doğruluğundan da şüphe etmeyiz. Çünkü bu peygamberin bir örneğidir, bize bıraktığı bir mirastır. Bu hayat tarzı ise öyle çok şatafatlı bir hayat tarzı değildir. Bu en başta da bugünün Müslümanlarının rahatsız eden bir şeydir. Sınıf değiştirme arzusu içinde yanıp tutuşan Müslümanlar öyle mütevazi bir hayata razı olabilecekler midir? Alışkanlık edindikleri tüketim, tiryakiliği acaba buna ne kadar elverişlidir? Onları iğva etmeyecek midir? Ki muhakkak edecektir, etmektedir de. İslam’ın birçok kurallarını değiştirerek bu iğva ergemenliğini sürdürüyor. Müslümanların eski fıkhi çıktıları kabul etmemelerinin aslında sebebi budur. Yoksa onların eskiliğinden değildir. “
“İdris Küçükömer, bizim sol geleneğimizin anladığının aksine aslında sahici bir anti-emperyalizmi temsil edenin İslamcılık olduğunu tespit etmiştir. Bir tarih sürecinde anlaşıldı ki modernlikten alınan milliyetçilik gibi unsurlar hiç de anti-emperyalist bir imkan sunmuyor. Oysaki gençliğimizde bize anlatılan oydu. Deniyordu ki milliyetçilik, emperyalizme karşı korkunç bir silahtır; insanı başarıya götürecektir. Halbuki anlaşıldı ki milliyetçiliğin hiç öyle bir rolü yok. Zira bütün anti-emperyalist mücadeleler toplumların geleneksel değerleri üzerinden sürdürülmüştür. Zaten anti-emperyalist mücadele sürdüren toplumların insanları milliyetçilik nedir bilmiyorlardı ki. Budistler ya da Hindular, Gandhi onları mücadele çağırdığında milliyetçi miydi?”
“Din olmadan milliyetçilik de olmaz, modernleşme de olmaz. Çünkü bu işin katalizatörü dindir. Modern anlayış da, belki onun bir parçası olan, ondan ayrı olmayan milliyetçilik de dinin dünyasında doğup gelişmiştir. Dolayısıyla ikisi de dinle bedenlenmişlerdir. O yüzden din olmadan modernleşme de olmaz, milliyetçilik de olmaz. Ama Kemalizm bunu görmek istememiştir. O yüzden de bence başarılı olamamıştır. Demokrat Parti ile başlayan tecrübeye baktığımızda maksat şayet modernliğin araçlarını transfer etmekse, onlar gibi olmaksa bence bu konuda sağ kesim daha başarılı olmuştur. Çünkü din burada bir katalizatör olarak sürece girmiş ve insanlara heyecan vermiştir. Bu durum aynen protestanlığın Batı dünyasındaki insanlara heyecan vermesi gibi bir heyecan süreci yaratmıştır.”
“İslamcılar modern dünyayla karşılaştıklarında dediler ki aslında bütün bunlar bizde de vardı fakat ihmal edildi. Denildi ki biz asr-ı saadete dönerek İslam’ı yeniden okuyalım. Aslına bakarsanız bu tavrın özünde protestanlığa benzer bir şey vardır. Ancak İslam’ın özüne dönerken nasıl bir zihinle, nasıl bir akılla asr-ı saadete gittiğini ihmal etti. Halbuki modernleşmiş bir akılla, pozitivist bir akılcılıkla asr-ı saadete gidiyordu. Çünkü niyetleri asr-ı saadete giderek modernlikle ilgili birtakım şeyleri üretmek ve onun meşruluğunu da asr-ı saadette bulmaktı. Asr-ı saadeti meşruiyet kaynağı olarak kullanıp modernliğin imkanlarını buraya getirmek, burada yeniden üretmek istiyorlardı. Bugün Müslüman entelektüellerin büyük çoğunluğu da bu zihinle hareket ediyorlar. Bu tavır İslam’ı yarışmaya sokan bir anlayıştır. Ben bu anlayışa yarışmacı İslam diyorum. Bence bu hastalıklı bir zihindir.”
“Neticede bugün gördüğümüz devlet, kendisini İslam’da tahkim etmektedir. Bu ise İslam’ın Mekke’den ve Medine’den koparılmasını gerekir. Çünkü başka türlü millileştirmek mümkün değildir. Ancak bu çok büyük bir çelişkidir. Descartes’ı Fransız olmaktan çıkarmaya benzer bir şeydir.”
“İslam sağcılık değildir. İslam iki geleneğin, materyalizm ve idealizmin haricindeki bir gelenektir. Müslümanlar entelektüel olarak materyalizme karşı çıkarken idealizmin tuzağına düşmüşlerdir. Mesela materyalizme karşı sezgiciliği savunmuşlardır. Bunun İslam’la hiçbir alakası yoktur. Ve nitekim bu sezgicilik gelmiş, bizde tasavvuf olarak ifade edilmiştir. Oysa tasavvufun da bununla hiç alakası yoktur. Bu zihin Batı’da gördüğünü İslam’da arayan bir zihindir. Kopyacı bir zihindir. Entelektüel bir üretimde bulunamaz Sadece Batı’da öğrendiklerinin muadilini İslam’da, İslam tarihinde arar. Toynbee’den örnek alarak medeniyet kuruyorlar. Ama kavramın özü, ilham yeri Batı’dır. Siz istediğiniz kadar yazın ama Toynbee’nin kopyası olmaktan kurtulmanız mümkün değildir.”
“Modernliğe karşı çıkıyorsunuz ama aynı zamanda da onun araçları, onun imkanları, onun idealleri, onun anladığı iktisat üzerinden bir iktisat anlayışı geliştirmeye çalışıyorsunuz. Gerçekten soruyorum, Müslümanların hepsine soruyorum. Gerçekten iktisat dediğiniz şey hayatımızın bu kadar egemen bir unsuru olarak meşru mudur? Rönesans’tan itibaren bu kadar egemen hale getirilmesi Müslümanları hiçbir şekilde rahatsız etmiyor. Peki kapitalizmden rahatsız olan bir insan şu soruyu sormaz mı? Sahi niçin iktisat bu kadar hayatımıza da egemendir? Ve bu toplum niçin bir iktisadiyat toplumu olarak kurulmuştur, kurgulanmıştır? Müslümanlar bunu sormuyorsa istediği kadar ilkeleri ödünç alıp iktisat kitabı yazsın. Bence hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.”
“Bugün Avrupa’da sınırlar eriyor. Bu Orta Doğu için de elzem bir durumdur. Bence İsrail’e güvence altına alan bugün Orta Doğu’daki hudutlardır. Osmanlı’nın zamanında olsaydı, insanlar gönüllü şekilde o sınırları, aşıp gideceklerdi. Oysa şimdi siz burada mayınları koyacaksınız, ondan sonra ise “biz kardeşiz” diyebileceksiniz. N eden bu sınırlar gevşemesin? İşte bu mantığın yumuşatılması gerekir.”