Atasoy Müftüoğlu
Günümüz insanlığı, otoriter kapitalizm, teknolojik üstünlükçülük, ırkçı milliyetçilikler çağında, ırk üstünlüğü mitolojisi adına savaşlar çıkarılabilen bir çağda yaşıyor. Bu çağda, çok kültürlülük gibi, insan hakları gibi, eşit haklar/hukukun üstünlüğü gibi söylemler sadece ideolojik propaganda klişeleri olarak kullanılıyor. Bugünün teknoloji devleri tarafından bütün toplumlara dayatılan algoritmalar-içerikler, yeni bir sömürgeci gerçeklik oluşturuyor. Evrensel kapitalist iktidar ve demokratörlük, bu çerçevenin dışında tutulan, mümkün varoluş biçimlerinin, dünya görüşlerinin, hayat tarzlarının, temsil ve tecrübe edilemediği tek renkli bir dünya oluşturuyor. Sınır ötesi İslami topluluklar/halklar, yerli-milli sınırlar içerisine kapatıldıkları için, bu sınırlar içerisinde bağımsız bir İslami siyasal irade oluşturulamıyor, ırkçı ve tahakkümcü Avrupa kültürü, evrensel bir medeniyet, olarak insanlığa dayatılabiliyor. Apartheid terör devleti İsrail, Batı uygarlığı adına, bir uygarlık savaşı verdiğini iddia edebiliyor. Terör devleti İsrail bu iddia temelinde, İslami direniş hareketlerine, Filistin halkına, Lübnan halkına yönelik olarak sürdürdüğü soykırımı meşrulaştırabiliyor.
Yüzyıllardır, duygusal sömürgeciliğe, hamaset sömürgeciliğine maruz kalan İslam toplumları, bugün gerçek sömürgecilik karşısında, haçlı emperyalizmi karşısında, ortak bir İslami bir tavır/tepki/yanıt/itiraz oluşturamıyor. Müslüman halklar, ortak bir İslami dayanışma oluşturulamadığı takdirde, hiçbir zaman İslami bir özgürlük ve gelecek oluşturulamayacağını fark etmiyor. İslami düşünce hayatı, karşı karşıya bulunduğumuz karanlık teslimiyetçilikleri/edilgenlikleri ve ihanetleri açıklayabilecek, çözümleyebilecek entelektüel bir dil'e, bilince sahip değil. Bu nedenledir ki, Müslüman halklar, yanlış umutların kurbanları olarak ömürlerini tüketiyor. Etnik merkezcilikle, mezhepçi merkezcilikle büyülenen topluluklar/kabilecilikler/taşralılıklar bu tercihleriyle aziz İslama sistematik olarak ihanet etmeye devam edebiliyor. Ortak bir İslam toplumunu ve kolektif bir gelecek tahayyülünü imkansız kılan etnik ve mezhepçi bencillikleri, ulus- devlet bencilliklerini, tarihsel önyargıları ve bağnazlıkları aşmak üzere, günümüzde, öncelikle entelektüel anlamda kapsamlı bir yüzleşme süreci başlatmak gerekiyor. Entelektüel yüzleşme, İslami ilke ve değerleri, politik bir istismar aracı olmaktan kurtaracak etkili bir programa da sahip olabilmelidir.
İslam’ın yerelliklerin ve geçmişin konusu haline getirildiği tarihten bu yana, İslami evrensellik misyonu/vizyonu terkedildiği için, İslami bir dünya düzeni kurma tasavvuru-tahayyülü imkansız hale geldi. Evrensellik vizyonunun kaybıyla birlikte, patolojik yeni kabilecilikler, patolojik yeni mezhepçilikler, patolojik mistik-sufi yapılar toplumsallaştı/kurumsallaştı. İslam’ın, yerelliğin ve geçmişin konusu haline getirilmesiyle birlikte, İslam tarihi de yarıda kalmış ve tamamlanamamıştır. İslami bütünlüğün ve evrensel İslami vizyonun/misyonun kaybıyla ortaya çıkan kabileciliklerle, mezhepçiliklerle, mistik-batini-hurufi yapılarla, yeni bir tarih, kültür ve medeniyetin hiçbir şekilde oluşturulamayacağını bilmek, anlamak, idrak etmek gerekir. Kabilecilikler/mezhepçilikler, mistik-sufi-hurufi din algısı günü geçmiş, miadı çoktan dolmuş, yorum ve yaklaşımlarla, çok derin bir idraksizlikle mevcudiyetini sürdürdüğü için, bugüne dair, yirmi birinci yüzyıla dair bir kavrayış ve bilinç oluşturulamıyor. İslam toplumlarında dini hayat bugün, etnik-mezhepçi önyargılar, karşıtlıklar bataklığına dönüşmüş bulunuyor. Bu bataklık, derin popülizme mecbur ve mahkum olan çürümüş muhafazakarlıklar üretiyor.
Günümüz İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, düşüncesiz eylemler-etkinlikler etkili bir araç olarak kullanılabiliyor. İslam dünyası toplumlarında devlet'i mutlaklaştıran zihniyet dünyası, entelektüel özgürlüklere, eleştirel üretkenliklere ve eleştirel akla geçit vermiyor. Düşüncesiz eylemler-etkinlikler kendine ait kişiliği olmayan şeyleştirilmiş bireyler üretiyor. Bu tür toplumlarda, propaganda yoluyla sahte gerçeklikler üretilebiliyor. Kültürsüz toplumlar, propaganda yoluyla fethedilebiliyor. Bugün, sözün/bilginin/bilgeliğin ve kültürün yerini, bütünüyle propagandanın aldığı toplumlar, ilkeli liderliklerden yoksun toplumlara dönüşüyor. İlkeli liderlerin/liderliklerin yerini oportünist-pragmatik-karizmatik figürler-kişilikler alıyor. İslam toplumlarında, Türkiye’de de görülebileceği üzere, seküler-ideolojik popülizm-putperestlik ile, muhafazakar-dindar popülizm ve putperestlik, sloganlar ve taklitlerden ibaret olduğu için, hiçbir özgün niteliğe sahip değil. Bu popülizmler ve putperestliklerle hiçbir şekilde ve hiçbir zaman, ortak bir payda etrafında toplumsal hayat dönüştürülemez, nitekim dönüştürülemiyor. İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da kendilerini İslam’a nispet eden aydınlar-ilahiyatçılar vb. geçmişe doğru bağnazlık yürüyüşlerini sürdürürlerken, yirmi birinci yüzyılı, tarihin seyrini değiştirecek olan yapay zeka gibi, biyoteknoloji gibi, teknolojik gelişmeler belirliyor. Teknoloji diktatörlüğünün ütopik ve sınırsız ihtirasları insan sonrası dünyayı şekillendiriyor. Günümüz insanı, bugün, büyük ölçüde teknolojik ilgi nesneleri tarafından teslim alınmıştır. Ahlaki olmayan zamanlar modernlikle birlikte başlamıştı. Irkçı-sömürgeci modernlik insan fıtratını yok ederek, insani-vicdani-ahlaki dünyaların sonunu hazırladı. İçerisinde yaşadığımız dönemde, Filistin'de, Beyrut'ta yaşandığı üzere, modernlik adına, Beyaz Adamın misyonu ideolojisi adına her tür kötülük ve soykırım meşrulaştırılabiliyor.
Günümüz dünyası, yeni teknolojilerin geleceği ile ilgili olarak çok büyük ikilemler ve çelişkiler yaşıyor. Teknolojik iyimserlikler kadar, teknolojik kötümserliklerin de insanlığın gündemini belirlediği olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. Teknolojik dayatmalar karşısında, insani varoluşun belirleyiciliğini nasıl koruyabileceğimizi bilmiyoruz. Teknoloji devlerinin öncelikleri, insani öncelikleri umursamıyor. Teknoloji üreten insan, teknolojinin neden olduğu sorunlar karşısında yetersiz kalıyor. Teknolojik üretimin olumsuz sonuçlarıyla-tezahürleriyle, ahlaki sorumluluk temelinde yüzleşebilecek, özeleştiri yapabilecek kadrolara sahip değiliz. Müslümanlar olarak, hayal kırıklıklarıyla sonuçlanan umutlar biriktirmekten, kendi yetersizliklerimizi koşullara yüklemekten vazgeçmeliyiz. Konformist bir kültürün, sabıkalı bir kültürün köleleri olarak yolumuza devam edemeyiz. Modern tahakküm sisteminin bir katliam/soykırım sistemi olarak ilerlediğini görebilmeliyiz. Folklorik İslami mevcudiyeti, gerçek bir mevcudiyet olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Sınırsız emperyalizmin, sınırsız ırkçılığın ve sömürgeciliğin, aziz İslam’a meydan okuduğu bir zamanda, bu meydan okumalara cevap verilemediği için sınırsız bir edilgenlik, sınırsız bir teslimiyetçilik, sınırsız bir etkisizlik sergileyen İslami mevcudiyet, gerçek bir mevcudiyet olamaz. İslam dünyası toplumlarında, entelektüel hayat; çıkar ve iktidar söz konusu olduğunda, varoluşsal ilkelere ihanet pahasına konum-taraf değiştirebilen, kendilerine hiçbir zaman ahlaki sorular sormayan, üzerlerinde, hiçbir zaman ahlaki bir baskı hissetmeyen muhafazakar dindar tiranların keyfi iktidarlarını sorgulayabilmelidir. Burada sözünü ettiğimiz muhafazakarlıkların ve dindarlıkların maskeli muhafazakarlıklar ve dindarlıklar olduğunu belirtmek gerekir.
Kur'anı Kerimin, size karşı savaşanlarla, sizi yurtlarınızdan sürgün edenlerle savaşın emrine uyarak, Filistin’de, Lübnan'da, çok büyük bir direniş ve özgürlük mücadelesi veren direniş örgütlerinin, bu tercihleriyle intihar ettiklerini iddia etmek, bu iddia sahiplerinin İslam’a ne kadar yabancılaştıklarını ne kadar derin bir idrak krizi içerisinde bulunduklarını gösterir. Gazze direnişi, direniş bilincini evrenselleştirerek, küresel halk desteğini yoğunlaştırır, somutlaştırırken, maskeli muhafazakarlıkların ve maskeli dindarlıkların hakim olduğu ülkelerde-toplumlarda, bu destek son derece cılız bir destek olarak kalıyor. Maskeli muhafazakarlıklar, maskeli dindarlıklar, Filistin-Gazze sorununu her zaman politik bir çıkar malzemesi haline getirdikleri halde, bugün ısrarla İsrail'le diplomatik ve ticari ilişkilerini sürdürmeye devam edebiliyor. Günümüzde, kendilerini İslam’a nispet eden ulus-devletler değil, İslami direniş hareketleri/mücadeleleri, çok ağır ve çok acı bedeller ödeyerek, İslami onurun, bağımsızlık ve özgürlük bilincinin gereğini yerine getiriyor.
İslami anlamda bir geleceği başlatabilmek için, evrensel İslami misyona/vizyona sahip olmak, evrensel entelektüel meşruiyet ve otoriteye sahip evrensel zihinler-kadrolar yetiştirmek, ulus-ötesi İslami entelektüel dayanışmayı hayata geçirmek gerekiyor. Evrensel İslami misyona sahip olmadığımız takdirde, dönüştürücü teknolojiler çağıyla, biyomakineler, biyobilgisayarlar ve sentetik hayat çağıyla yüzleşmemiz asla mümkün olamaz. Müslümanların, İslami anlamda toplumsal/ siyasal varoluş biçimini hayata geçirme özgürlüğünü tanımayan modern-sömürgeci küresel diktatörlükle hesaplaşabilmek için, siyasal ve entelektüel ölüler olarak yaşamaktan, acilen vazgeçmeli, evrensel İslami misyonu temsil yeteneği kazanabilmeliyiz. En değerli evrensel İslami ideallerimizi, etnik mutlakiyetçilikler, mezhepçi mutlakiyetçilikler yüzünden kaybettik. En değerli evrensel İslami ideallerimize yeniden kavuşabilmek için bir bilinç devrimine ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. Konformist kültürün ve konformist din algısının neden olduğu ahlaki entelektüel çölleşmeye-kuraklığa, bu din algısıyla nihai anlamda hesaplaşmaksızın bir çözüm bulamayız. İnsanlığın kaderi üzerinde olumlu etkiler uyandırabilecek evrensel sorumluluklar için, yeni ufuklara, yeni başlangıçlara, yeni düşüncelere hayat hakkı tanımayan zihinsel köhnelikleri teşhis ve teşhir etmeniz gerekir.
Müslümanlar olarak, içerisinde yaşadığınız toplumlarda, İslam, soyut kimi ilkelere indirgendiği için, bugün pratik gerçeklik İslami bütünlük bilincini yansıtmıyor. Bu koşullar içerisinde yeni sorunlar, yeni kapsamlı eleştirel okumaları gerektirir. Yerleşik yorumlara, yaklaşımlara, bilgilere mahkum olan bir zihin ve ruh dünyası hakikat mücadelesi veremez. Türkiye’de, günümüzde somutlaşan muhafazakarlık, düzene-iktidara entegre olan çıkarcı bir muhafazakarlıktan ibarettir. Bu muhafazakârlık, iktidar çıkarları için üretilen mutlak ikiyüzlülükleri, mutlak yüzsüzlükleri örtbas edebiliyor. Düzenin dönüştürülmesi ancak devrimci bir düşünceyle, bilinçle, adanmışlıkla, sorumlulukla, çıkar beklentisi taşımayan uğraşlarla mümkün olabilir. Bugünün çıkarcı muhafazakarlığı, çıkarcı dindarlığı daha iyi olanın, daha nitelikli olanın, daha adil olanın umut edilmesini imkansız kılıyor. Bu nedenle de çıkarcı muhafazakarlıklar rahatsız edici gerçeklerle asla yüzleşmiyor, yüzleşmek istemiyor.
İslam dünyası toplumlarında rahatsız edici, çok derin yapısal gerçeklerle yüzleşmeyen, yüzleşmek istemeyen muhafazakar-dindar kitleler, Amerikan-İsrail projeleri doğrultusunda konumlandırılan ve İslam toplumlarına empoze edilen, muhafazakar-dindar tiranları, ümmet liderleri olarak tebcil etmek suretiyle, eşi ve benzeri görülmemiş bir gaflet sergileyebiliyor. Muhafazakarlıklar, kültürsüzlüğü, niteliksizliği, ehliyet ve liyakat yoksunluğunu hayati bir sorun olarak görmüyor. Muhafazakarlıklar gerçeklerle ilgilenmek yerine, acımasız-ölümcül gerçekleri sorgulamak yerine, popülist-hamasi öyküler temelinde tercihler yapmaya devam edebiliyor.
İslami varoluş, düşünce ve hayat tarzı, kolektif akla- bilgi'ye, yoruma öncelik verirken, bugünün muhafazakar/dindar kesimleri, İslam’a yabancılaşmak, İslam’ı hiçe saymak pahasına/tek akla, tek yoruma tapınıyor. Tek akıl, tek yorum, kolektif aklı-bilgi'yi geçersiz kılabiliyor. Bencillikler ve özel çıkarlar, ortak varoluşa geçit vermiyor. Siyasetin bir çıkar mücadelesine dönüştüğü yerde, adaletten söz edilemeyeceğini bilmek, anlamak gerekiyor. Zenginlik ve iktidar, kendilerini muhafazakar olarak tanımlayan kesimlerin kişilik ve karakterlerini, ahlaki ve ruhi yanlarını zaafa uğratıyor. Zenginlik ve iktidar, iktidar sahiplerini, zenginlik ve iktidar ayrıcalıklarına sahip olmayan yoksulların dünyasına yabancılaştırıyor.
Müslümanlar olarak, karşı karşıya bulunduğumuz, entelektüel ve ahlaki kötürümleşmeye neden olan etnik ve mezhepçi önyargıları, bağımlılıkları/bağnazlıkları/bayağılıkları acilen ve ciddiyetle aşarak, kendimize varoluşsal/hayati/tarihi eleştirel sorular sormanın vakti geçiyor. Küresel tiranlıkların paryası olan yerel tiranlıklar ve tiranlar, İslami varoluşun evrensel ufkunu kapatıyor, karartıyor, İslam’ı yerli-milli sınırlara/çıkarlara hapsederek, İslam’ı taşralılaştırarak engelliyor. Politik popülizmler yoluyla duygusal sömürgeciliğe maruz bırakılan İslam toplumları hiçbir şekilde gerçekliğe uyanma belirtisi göstermiyor. Ölümcül tekdüzelikler sebebiyle, radikal belirsizlikleri ve korkunç yanılsamaları konuşmuyoruz. Emperyalist çıkarlar/beklentiler doğrultusunda İslamı şekillendirmeye çalışan kabileci Suudi Arabistan rejiminin Hacc’ı sembolik ve folklorik bir çerçeve içerisine hapsetmiş olmasını tartışma konusu yapamıyoruz. Bugün, Türkiye örneğinde görülebileceği üzere, İslam toplumlarında politik pragmatizm ve iktidar ihtirasları adına istisnasız her gün sahte gerçeklikler üretilebiliyor.
İslam dünyası toplumlarında, ahlaki-entelektüel bağımsızlık ve onura sahip düşünce-kültür-ilahiyat hayatının, sorumluluk ve risk alarak, yerel tiranların, İslam’ı politik bir istismar nesnesi olarak kullanmalarını engellemeleri gerekir. Etnik-mezhepçi önyargılar-karşıtlıklar-taşralılıklar kabilecilikler-milliyetçilikler-sağcılıklar sebebiyle bugün, İslam toplumları kendi hakikatleri doğrultusunda kendilerine özgü bir gerçeklik oluşturamıyor, kolektif İslami varoluşun/dayanışmanın ifadesi olamıyor.
Bağımsız İslami gerçekliği inşa edemeyen İslam toplumları, karşı karşıya bulundukları acımasız bağımlılıklar sebebiyle, evrensel bir vizyonun nasıl gerçekleştirilebileceğini bilmiyor, bütün bu nedenlerle de, gidişata ayak uyduruyor, sömürgeci sistemin sürüp gitmesine katkıda bulunuyor, dünya siyasetinin oluşumunda hiçbir şekilde söz sahibi olamıyor, Mesihçi Yahudi üstünlükçülüğü adana uygulanan Filistin halkına yönelik soykırımlar/tehcirler/mülksüzleştirmeler, yeni Nakbalar karşısında karanlık bir etkisizlik-suskunluk-ikiyüzlülük sergiliyor. Eli kanlı modernlikler, eli kanlı uygarlık, eli kanlı demokrasiler, Filistin'de, Beyrut'ta, masum sivillerin/bebeklerin/çocukların/kadınların/yaşlıların maruz bırakıldıkları katliam/soykırım karşısında çok korkunç, çok zalim biz kayıtsızlık sergiliyor, bütün bu büyük kötülükleri sorgulama konusu yapma ihtiyacı duyamıyor.
Konformist-mistik-sufi-yerli-milli din algısıyla- düşüncesiyle hesaplaşmaksızın tarihsel bir İslami uyanıştan söz edilemez. Günümüzde, Türkiye örneğinde görülebileceği üzere, iktidar ve tahakküm ihtiraslarıyla, ayrıcalıklarıyla, gösteri ve gösterişçiliklerle büyülenen politik figürler-kadrolar, hayatın-toplumun patalojikleşmesiyle, siyasal depresyonla asla ilgilenmiyor. Bilgi-bilgelik-erdem-estetik üretmeyen, sadece politik propaganda ve manipülasyon üreten, sıradan hayatların benmerkezcilikleriyle İslam’ın içini boşaltan toplumların-siyasetlerin gerçek umutlar üretmesi beklenemez. Bencilliklerin, önyargıların, etnik-mezhepçi karşıtlıkların sefaletini-rezaletini aşmak için, evrensel bir zihinle-engin ufuklar içerisinde, kuşatıcı-kapsayıcı bir tefekkürü, yüksek bir sorumluluk ve yüksek bir farkındalık haline getirmek gerekir. Sözcüklerin yerini, sayıların aldığı bir dünyada-toplumda, entelektüel etkinlik-üretkenlik mümkün olamaz.
Modernliğin/uygarlığın ve sekülerliğin yoğun bakımda olduğu bir dönemde, modern tarih ve siyaset Filistin halkına yönelik soykırımlarla sıfır noktasına gelmiş bulunuyor. Modernliğin ve sekülerliğin yoğun bakımda olduğu bir dönemde bile, Müslümanlar olarak, materyalist muhafazakârlıklar ve materyalist dindarlıklar sebebiyle, aziz İslam’ı yüksek yoğunlukta-nitelikte derinlikli olarak hissedemiyor, yaşayamıyoruz Küreselleşmenin olumsuz etkilerine açık olan toplumlarda dijital sömürgecilik özgün aidiyet-mensubiyet ve mevcudiyet biçimlerini yersiz yurtsuzlaştırıyor. Dijital teknolojiler yoluyla uygulanan sansür-propaganda ve gözetim teknikleri, otoriter-keyfi yönetimlerin işini kolaylaştırıyor. Bütün teknolojik ilerlemeler, insani-ahlaki dünyanın gerilemesi pahasına sürdürülüyor. Kozmetik modernlik ve kozmetik uygarlık, tahakküm ve sömürgecilik dışında hiçbir şeye inanmayan toplumlar oluşturdu. Modernlikler insanların insani yanlarını aşındırdı. Kapitalizmin emrinde ve hizmetinde olan modern bilim bu doğrultuda ilerleme kaydetmiş ancak, bugünün dünyasında bilim yoluyla insani bir iyileşme sağlanamamıştır. Modern zamanlarda bilime dokunulmazlık kazandırıldığı için bilgelik-kültür-erdem gibi nitelikler büyük ölçüde değer kaybına uğratıldı. Sömürgeci-ırkçı dilin söylemin, dünya görüşünün ahlaki hayata hiçbir katkısı olmadığını görmek gerekir. Seküler aklın-bilginin yetersizliği-eksikliği-çaresizliği günümüz toplumlarında faydacılıklarla sınırlı tekdüze bayağı hayatlar oluşturuyor. Sözünü ettiğiniz faydacılıkların dünyasında, evrensel İslami tefekküre/ufka yabancı, popülist-muhafazakar-dindar yerli-milli şovmenler ve şarlatanlar, İslami yüksek farkındalığı, nitelikli temsili imkansız kılıyor.
7 Ekim Filistin-İsrail savaşı, emperyalist proje ve çıkarlar doğrultusunda sınırları-işlevleri belirlenen İslam ülkelerinin, bu sınırları-işlevleri aşma iradesine sahip olmadıklarını gösterdi. Bu durum, bu ülkelerin ahlaki-siyasal meşruiyetlerini bütünüyle kaybettiklerini, İslami direniş örgütlerinin/mücadelelerinin de ahlaki ve siyasal otoritelerini küresel ölçekte genişlettiklerini kanıtladı. Karşı karşıya bulundukları yapısal maduniyeti içselleştiren İslam dünyası ülkeleri, Avrupa-Amerika despotizminin uygarlaştırma misyonu adına sürdüregeldiği, "kutsal görev" saydığı derin sömürgeciliği ve sömüren-sömürülen ilişkilerini bir türlü aşamıyor. Bu nedenle de utanç verici sessizlikler, utanç verici aşağılanmalar, utanç verici yenilgiler biriktiriyor, bu yenilgilerle, aşağılanmalarla yüzleşmeye cesaret edemiyor, özgürlük-bağımsızlık tahayyüllerini sürekli olarak erteliyor, varoluşsal İslami yükümlülükleri/sorumluluk ve idealleri savsaklıyor. Kendilerini kimi dönemlerde ideolojik-seküler hapishanelere, kimi dönemlerde de, etnik-mezhepçi hapishanelere kapatan, tarihten dışlanan toplumlar, bu hapishanelerden çıkıp tarihe dönemiyor.