Siyaset, dünya, Türkiye…

Ali Bayramoğlu

Siyasetin ana eksenini çatışma oluşturunca, güç merkezli tahlil, tavır ve beklentiler öne çıkar. Devlet, toplumsal siyasetin önüne geçer; iç sorunlar, iç dinamikler ikinci plana düşer. Devlete endeksli siyaset algısı doğallaşmaya başlar. Toplumdaki görüşler kutuplaşır, kutuplar homojenleşir.

Bugünün dünyası böyle bir yapıda…

Türkiye gibi, toplum, siyaset ve özgürlükler alanının her şeye rağmen hala sınırlı olduğu bir toplumlarda bu tablo daha da koyulaşıyor

Koyulaşınca da herkesin figüran olacağı bir güç oyunu yaratılıyor. Sıcak toplumsal sorunlar, özgürlük, demokrasi, laiklik, vatandaşlık, yoksulluk sorunları bile bu güç arayışına kilitleniyor; zira fayda kartları biteviye karılıyor.

Siyasi partilerden gazetelere, yazarlardan devlet birimlerine kişilerin ve kurumların çıkarlarından hareketle aldıkları pozisyonlar ile yaptıkları güç analizleri birbirine karışıyor.

Böyle anlarda bazı istisnalar dışında, taraflar tüm farklılıklarına rağmen ‘güce’ endeksli kimlik ve millet çıkarını ortak dil kılarlar.

Bu durumun devlet-siyaset, devlet-toplum ilişkilerindeki faturası köklü oluyor ve olacaktır.

Aynı manzaranın “ataerkil” zihniyeti, en önemlisi siyasetsizlik halini beslemesi de keza öyle.

Zira ister milliyetçi kültür olsun, ister devletçi; kendisini içeriden dönüştürerek üretemeyen bir yapı, dış girdilerle kendisini yırtarak, parçalara bölerek olduğu gibi üretir.

Ve bu koşullarda hem siyasal alanda hem toplumsal alanda “özgürlükler zemininin biraz daha kayması” kaçınılmaz olur.

Demokratik reflekse sahip toplumlar bu tür tahribatları siyasetiyle, aydınıyla, kurumlarıyla en aza indirir.

Türkiye ise bu korunmanın araç ve mekanizmalarından tümüyle uzak duruyor, hatta hedef kılınan bu araç ve mekanizmalar oluyor.

Bu durumun her zaman taşıyıcıları olmuştur.

2011’den bugüne dış politik saha bu taşıyıcıların ön gelenlerinden birisidir ve oradaki gelişmeler kuvvet virüsünün yayılmasına vesile olmakta.

Nitekim Suriye meselesi, Kuzey Suriye operasyonları, Batı Suriye’de askeri varlık, ardından Libya, şimdi ise Doğu Akdeniz, iktidar tarafından ulusal siyasete yegane hedefler haline getirilmekte, siyasi algı bir anlamda buna bağımlı kılınıyor.

Bu sadece bir siyasi tercih değil, aynı zamanda bir yönüyle çıplak bir gerçek.

Nitekim bu temaların her biri, son olarak açılım süreci. Bu sürecin Suriye ile bağı muhalefeti siyasetsiz bir duruşa hem itiyor

Oysa ülkede siyasetin iki büyük alanı var.

İlki itiraz, özgürlük ve hukuk devleti talebi sahası.

Diğeri ise milliyetçi ve faydacı söylem ve siyaseti ikame edecek bir dil ve tavır geliştirme sahası.

Tüm unsurlarıyla muhalefet bu konunun hayati, belirleyici bir öge oluşturduğunun hala farkında değil.

Erdoğan bu nedenle iktidar ve iktidar adayı olmayı sürdürüyor.