‘Sizun çamenuze da kelmeyirum!’

Yusuf Ziya Cömert

Esnaftan bir adam. Oflu. Ara sıra alışveriş ettiğim, zaman zaman sohbet ettiğimiz Çaykaralı bir esnaf dükkanına çağırdı, bizi tanıştırdı. Keskin bir muhalif.

İmamın hutbesine kızmış, “Sizun çamenuze da kelmeyirum” demiş, camiyi terk etmiş.

Diyanet İşleri Başkanlığı bir hutbe çalıştayı düzenledi. Herhalde zaman zaman ilgili konuları yazdığım için beni de davet etmişler. Önceki gün (Pazartesi) katıldım.

İyi de oldu. Eski Başkan Mehmet Görmez’den bu tarafa Diyanet’e sadece bir defa yolum düşmüştü.

Mehmet Görmez zamanında çok mu yolum düşüyordu Diyanet’e?

Hayır.

Sadece bir defa gittiğimi hatırlıyorum.

Eskiden, (Diyanet Kocatepe’deyken) Babam İsmail Cömert’in arkadaşları görev yapıyordu Diyanet’te.

(Babama ‘Rahmetli’ demekte zorlanıyorum. Rahmetten uzak gördüğüm için mi? Hayır, çok merhametli bir adamdı, ümidim çok, Rahmet onu bulmuştur. Muhtemelen onu hala yanımda yöremde hissettiğim, çok hatırladığım, çok andığım için.)

Bazen babamla, bazen bir vesile bulup kendi başıma Kocatepe’deki binaya gittiğim olurdu.

Edindiğim izlenime göre, Diyanet’i Prof. Dr. Lütfü Doğan’ın başkanlığı sırasında Prof. Dr. Tayyar Altıkulaç Hoca kurdu. (Bu dediğim ‘CHP’li Lütfü Doğan’ diye anılan Lütfü Doğan. Allah her iki Lütfa Doğan’a da Rahmet etsin.) Yani sistem onun sistemiydi. Sonra Altıkulaç uzun zaman başkanlık da yaptı.

Başkanlar geldi geçti, personel değişti, eskiler emekli oldu gitti, ama Tayyar Bey’in kurduğu sistem uzun süre ayakta kaldı.

Şu sıralar teşkilatı tanıdığımı söyleyemem. Hala eski sistem mi bilmiyorum.

Şu sıralar Diyanet’in devletle ve iktidarla biraz daha fazla hemhal olduğu konusunda endişelerim var.

Diyanet, laik devletin içinde (burada tabii ki bir çelişki var) uğraş alanı din olan bir devlet kurumu olarak kuruldu ve öyle devam etti.

Yani devletle hemhal olması kaçınılmaz. Eskiden de devlet kurumuydu.

Ama Ak Parti iktidarında sanki biraz daha içli-dışlı oldu.

Ya da bana öyle geliyor.

Bu eleştirimi, Devlet eski Bakanı Bekir Bozdağ ile şimdiki başkan Prof. Dr. Ali Erbaş’ın birlikte düzenledikleri bir basın toplantısında doğrudan muhataplarına iletmiştim.

Eskiden, imamlar, hutbelerini kendileri hazırlardı.

Ya da hazırlamazlardı, hazır bir hutbe kitabından okurlardı.

Okuma yazması kıt olanlar heceleye heceleye, okuma yazması iyi olanlar hecelemeden.

Bir ara, yanlış hatırlamıyorsam 80’li yıllarda hutbelerin diyanet tarafından hazırlanması gündeme geldi.

O yıllarda Eskişehir Müftüsü olan babama demiştim… “İmamlar kendileri hazırlasın hutbeyi, ne sakıncası var?”

Bu benim tabiatım. Her tür merkezileşmeden, her tür tektipleşmeden rahatsız oluyorum.

Babam dedi ki, “Oğlum, sen olsan hazırlarsın. Hazırlayabilecek imamlarımız da var. Ama iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz imamlarımız da çok.”

Doğru söylüyordu.

Sonunda merkezileşti hutbeler.

Bir hutbe standardı oluştu.

Çalıştaya katılan hocaların çoğu bu merkezileşmeden memnun.

Hocaların diyorum, çünkü hem Diyanet teşkilatındaki müftülerden, vaizlerden, daire başkanlarından hem de akademik camiadan uzmanlar çalıştayda görüşlerini sundular.

Benim açımdan da faydalı oldu. Bilhassa hutbelerin hazırlanma ve sunulma süreci hakkında bilgi edinmiş oldum.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Erbaş hemen her hafta birkaç saat o haftanın hutbesiyle ilgili mesai sarf ediyormuş.

Başkan Erbaş çalıştayın öğleden önceki oturumlarını bizzat yönetti. Bu da bence konuya önem verdiğinin bir göstergesiydi.

Birkaç konuşmacı aralık ayının sonlarında okunan ‘kumar’ konulu hutbeden sitayişle bahsetti.

Bilhassa Milli Piyango, loto, bahis oyunları gibi resmi kumar oyunlarına temas eden bir hutbe olduğu için.

Hocalardan biri, (Maalesef kimin söylediğini not alamadım) bu tür hutbelerin sadece kumarı oynayanları değil, oynatanları da eleştirmesi gerektiğini söyledi.

Oynatanlar kim?

Tabii ki devlet yetkilileri, iktidarlar.

Oflu esnafın “Sizun çamenize de kelmeyirum” dediği bölüme gelemeden sütunum bitti.

İnşallah devam ederiz.