Sudan’daki iç savaş, neredeyse Sudanlıların acılarıyla baş başa kaldığı ve hem dünya hem de Müslüman halklar tarafından görülmeyen veya ‘unutulmuş’ bir savaş gibi devam ediyor. O kadar unutulmuş ki, savaşın ortaya çıkardığı yıkım ve insani dram dahi konuşulmuyor. Savaşan taraflar arasında, zaman zaman ortaya çıkan taktik ‘başarılar’ üzerinden konu gündeme geliyor ve gündemden çıkıyor. Mazlum halkın, sivillerin durumu ve yaşadıkları çok az insanın gündeminde. Savaşı ortaya çıkaran nedenleri, meydana gelen yıkımı ve insani dramı konuşmaktan özenle kaçınanlar, tarafların taktik adımları sonucu ortaya çıkan sahici olmayan pozisyon değişimlerinden mutlu olabiliyorlar. Bu acınacak bir tablo.
Savaşın Oluşturduğu Yıkım
Sudan’da devam eden savaşın nedenlerine ilişkin sahici bir analiz ve değerlendirme yapılmadığı için sahici bir çözüm girişimi de ortaya çıkmadı. Halkın çok büyük bir kısmı göç etmek zorunda kaldı, ülkenin altyapısı yok oldu, devlet mekanizması çöktü. Bugüne kadar 250 binden fazla insanın hayatını kaybettiği konuşuluyor. Birleşmiş Milletler (BM), yaşananları, dünyanın en büyük insani krizi olarak tanımlıyor. BM Dünya Gıda Programı’nın (WFP) Sudan’daki acil durum yöneticisi Michael Dunford, “Gözümüzün önünde bir facia yaşanıyor ve korkarım ki daha da kötüye gidecek” diyor. WFP’ye göre, ülkede yaklaşık 25,6 milyon kişinin “akut açlık” yaşadığı ve bu sayının giderek arttığı vurgulanıyor. Ülke içinde ve dışında içme suyuna ulaşım imkânı dahi yok.
20 milyonu aşkın insanın evlerini terk etmek zorunda kaldığına ilişkin değerlendirmeler var. 4 milyonu aşkın insan komşu ülkelere göç etmiş durumda. Özellikle Çad, Güney Sudan, Etiyopya, Libya, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelere giden Sudanlılar asgari yaşam koşullarından yoksun bir hayat sürdürmek zorundalar. Ülke içinde sağlık hizmeti durmuş durumda. Ortaya çıkan yıkımın yanı sıra ülkede yaşayan kimi kesimler, etnik kökenleri nedeniyle hedefe konuluyor. BM kaynakları, kimyasal silah kullanımından bahsediyor. UNHCR raporlarına göre, yaklaşık 25 milyon kişinin, yani ülke nüfusunun yarısından fazlasının insani yardım ve korumaya ihtiyaç duyduğu ifade ediliyor. Savaşın oluşturduğu yıkım o denli ağır ki bölge ülkelerini dahi etkilemeye başladı. Özellikle Çad ve Güney Sudan’ın durumu kritik.
Sudan: Askerî Darbeler ve İç Savaşlar
Sudan’ın yakın tarihi dikkate alındığında ve ülkeyi iki kelimeyle izah etmek gerekirse, ‘iç savaşlar’ ve ‘askerî darbeler’ ülkesi demek yanlış olmaz. Çünkü 1956 yılındaki bağımsızlıktan bu yana 22’ye yakın askerî darbe yaşanmış. Bunların birçoğu iç içe geçmiş darbeler. Üç yılda bir askerî darbenin yaşandığı bir ülkeden bahsediyoruz. Buna rağmen Sudan’daki askerî darbeler, dört ayrı kategoride değerlendiriliyor. 1969 Albay Cafer Numeyri liderliğindeki darbe, 1989 Ömer el Beşir liderliğindeki darbe, 2019 darbesi ve Ekim 2021 darbesi. Askerî darbelerin neden olduğu sonuçları en iyi anlayacak ülkelerden birisi de Türkiye’dir. Yakın zamana kadar Türkiye için “10 yılda bir askerî darbelerin yapıldığı ülke” ifadesi çok sık kullanılırdı. Türkiye bu kısır döngüyü demokrasiyi işleterek, meşruiyetin kaynağını halkın iradesine, seçime ve sandığa devrederek aştı.
Askerî darbelerin ve askerî yönetimlerin sonucu olarak ortaya çıkan temel sorunlardan birisi de Sudan’da yaşanan iç savaşlar. Dört ayrı iç savaştan bahsetmek mümkün. Birinci Sudan iç savaşı, 18 Ağustos 1955 tarihinde başlamış ve 27 Mart 1972 tarihine kadar devam etmiş. 16 yıl 7 ay süren bir iç savaş.
İkinci Sudan iç savaşı ise Mayıs 1983 ile Ocak 2005 tarihleri arasında yaşanmış. Bu ikisini birbirinin devamı olarak okumak mümkün. Etnik ve dinî saiklerle başlamış olan bu iki savaşın sonunda ülke bölündü. Diğer bir iç savaş ise Darfur bölgesinde gerçekleşti. 2003 yılında, Sudan’ın Darfur eyaletindeki kabileler arasında yaşanan gerginliklerin sonucu ortaya çıkan savaş. Darfur’da Arap ve Arap olmayan kabileler arasında yaşanan çatışmalar etnik, dinî ve ekonomik olmak üzere pek çok kaynaktan beslenmekteydi. Son örnek ise 15 Nisan 2023’te başlayan ve hâlen devam eden dördüncü büyük iç savaş. Bu iç savaşın farkı, etnik ve dinî kaynaklı bir iç savaş olmaması. Bu savaşın diğer bir özelliği ise ülkenin belli bir bölgesi ile sınırlı kalmaması, öncekilerden farklı olarak ülkenin çok büyük bir kısmını etkilemesi.
İç Savaşların Olası Sonuçları
İç savaşların bize gösterdiği iki temel sonuç var: Bölünme veya stabil olmayan devlet yapısı. Sudan’ı yönetenlerin ve savaşın tarafı olan aktörlerin, aradan geçen iki yılın sonunda birbirlerine üstünlük kuramadıkları görülüyor. Hartum’da ortaya çıkan yeni durum elbette önemli. Ancak ülkenin coğrafi büyüklüğü ve tarafların kontrol ettiği alanlar dikkate alındığında, Hartum’daki durumun tek başına belirleyici olabileceğini söylemek zor. Bu nedenle, savaşan tarafların olası sonuçları görmesi ve dikkate almaları gerekiyor. Afrika gibi bir coğrafyada ve geçmişte bölünme deneyimi yaşamış ülkede bu çok daha kolay tekrarlayabilir.
Bölünme kadar önemli olan diğer bir olasılık ise devletin istikrarlı bir yapıya hiç kavuşamaması. İç savaşların bize öğrettiği bir sonuç, savaş sonrası küçük örgütlerin ortaya çıkması ve ülke içinde silahlı faaliyetler yürütmeleridir. Araya bu denli büyük trajedilerin girdiği bir çatışma zemininde, çatışmayı sorunsuz bitirmenin imkânlarını devreye almadığınızda olacak şey, ülkeyi içeride meşgul edecek çatışmalardır.
Çıkış Yolu Nedir?
Savaş, yıllardır devam eden ayrımcılığın, dışlamanın, ekonomik eşitsizliğin, devlet aygıtında oluşan tahribatın ve göstermelik işletilen siyasal sürecin sonucu. Bu nedenle de çözüme silahla ulaşmak mümkün değil. Daha açık ifadeyle, askerî bir çözüm yok. Askerî girişimler sadece sorunu öteler. Savaşı uzatmak, sadece halkın yaşadığı acıları artıracak. Yapılması gereken ise çatışma çözümünün temel adımı olan görüşmeleri başlatmak ve sürekli kılmaktır. Unutulmasın ki görüşmek zayıflık veya savunulan değerlerden vazgeçmek değildir. Tam tersine, çatışmanın neden olduğu kayıplar dikkate alındığında, daha düşük maliyetli çözüm yolunu tercih etmektir. Sorunu, ülkeyi bölmeden ve kaosa sürüklemeden çözmektir.
Örnek tam olarak örtüşmeyebilir ama Türkiye’nin yaşadıklarını dikkate almakta yarar var. Türkiye, PKK sorununu çözmek için askerî yöntemlerin yanı sıra görüşmeler yolunu hep açık tutu. Şu an yeni bir süreç işliyor ve örgüt lideri “örgütün silahlı halini sürdürmesinin koşulları ortadan kalktı, örgüt kendini feshetsin” çağrısında bulundu. Benzer örnekler İngiltere, Kolombiya, İspanya, Güney Afrika, Filipin gibi ülkelerde de yaşandı.
Vurgulamak istediğim konu, çatışmaları sonlandırmanın ana yolunun görüşmek olduğudur. Sudan iç savaşında kimi görüşmeler yapıldı. Ancak hem görüşmelerin kurgusu hem de sürece müdahil olan kimi iç ‘aktörler’ konusu yönetilmediği için umulan sonuç alınamadı. Duygular aklın önüne geçti ve mesele kişiselleştirildi. Bu yapılmasaydı, sürece duygular değil akıl yön verseydi görüşmelerden olumlu sonuç alınabilirdi. Aslında devleti yönetmek de aklı gerektirir. Çünkü olanlar şahsi gerilimler değil ve duyguya esir olmamak gerekir. Ülke akıl ile yönetilir, duyguyla veya hırsla yönetilmez. Kısacası çıkış yolu aklı kullanmak, müzakere etmek, görüşmek ve empati yapmaktan geçmektedir.
Çözüm Sivil Siyaset
Sudan’da devam eden çatışmayı, Batı medyasının popülerleştirdiği gibi “iki generalin iktidar mücadelesi” olarak okumak doğru olmaz. Bunu aşan bir özelliğe sahip olduğunu görmekte yarar var. Mesele, ülkenin askerî darbeler ile iç savaşlar kıskacından kurtulması, demokratik işleyişin hayata geçirilmesi, ülkeyi kimin yöneteceğine halkın karar vermesi, devlet eliyle yapılan ayrımcılığın sonlandırılması meselesidir. Yani mesele siyasi olduğu için çözüm de siyasi olmak zorundadır. Sahici barış, ateşkes ve insani yardım ihtiyaçlarının karşılanmasının ardından yapılması gereken, savaşın temel nedenlerini ele alan müzakere edilmiş bir siyasi çözüme yönelmektir. Siyasi çözüm ise demokratik işleyişin hayata geçirilmesini içeren siyasal görüşmeler ile başlayabilir. Çünkü iç savaş yaşamış bir ülkeyi stabil hale getirmek zor, ama imkânsız değil.
Bunun yolu görüşme, serbest siyasal örgütlenme, siyasal katılım ve seçim. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki devleti yönetmenin birinci koşulu meşruiyettir. Meşruiyetin kaynağı ise sahip olunan güç, kontrol edilen asker sayısı, eğitim düzeyi, maddi zenginlik, dinî bilgi veya var olan ilişkiler değil. Sudan gibi çok parçalı bir toplumda devlet yönetiminde iki temel konu var. İlki, demokratik meşruiyet. Yani serbest seçimlerdir, halkın siyasal tercihidir, vatandaşın oyudur. İkincisi ise seçimle göreve gelmek ve seçim sonucuna bağlı olarak görevi bırakmayı bilmektir. Bu mekanizma varsa ve işliyorsa diğer tüm sorunlara çözüm bulmak kolaylaşır. Bunun için örgütlenme ve siyasete katılım önemli.
Siyasi oluşumlar iki ayrı tarzda siyaset yapabilirler. İlki, örgüt tarzı siyaset. Yani küçük bir grubun veya ideolojinin çıkarları için siyaset yapmak. Bu tür anlayışların, seçimi kazanıp ülkeyi yönetmesi zor. Çünkü toplumun büyük bir kısmını temsil etmekten uzaktırlar. Ancak bu tür yapılar, demokratik sistemin işleyişi ve demokrasinin devamı için kıymetlidir. Buradaki kıymet, çözümün sandıkta, seçimde aranmasıdır. İnsanları sandık dışı alanlara yönlendirmedikleri için kıymetliler. Ancak asıl olan toplumun ana gövdesine hitap eden ve geniş kesimlerini temsil etme kabiliyetine sahip olacak siyasal yapıların oluşmasıdır. Uçlarda değil, merkezde duran ve halkın büyük bir kısmının ilgisini çekebilecek söyleme ve tutuma sahip olan siyasal yapılar, siyasal anlayışlar. Sudan’ın iç savaş ve askerî darbe kıskacından kurtulmasının yolu, çevrenin taleplerini dikkate alan merkez siyasettir.