Surdaki vahşetin semiyolojisi

Salih Tuna

"Biraz yatar çıkarsın" algısını tarumar eden yasal düzenlemeler yapılmış olsaydı, ihbar ve şikâyetlerin adamakıllı gereğini yapmayan kamu görevlileri çok ağır bir şekilde cezalandırılsaydı Semih Çelik adlı o psikopat katil, iki genç kızımızı katledebilir miydi?
Soru işareti, yani, tartışılır.
Ama bütün önlemler alınsaydı da yolda yürüyen o masum kızımızın samuray kılıcıyla katledilmesine engel olunamazdı. Bunu tartışamayız.
İçimden geçeni Allah biliyor ya, sizinle de paylaşayım:
Samuray kılıçlı o katil müebbet hapis yerine ibretiâlem olsun diye Edirnekapı surlarında gün boyu sallandırılsaydı da fakir bugün "Surdaki adaletin semiyolojisi" için kelime yaksaydım!..

***

Aynı gün içinde iki genç kızımızı katleden o psikopatın Edirnekapı surlarındaki korkunç finalinin, gösterge ve semboller bakımından bir hayli zengin anlamı var.
Surlar takdir edersiniz ki fiziki olarak tarihin dominant göstergesidirler.
Sınırda olmaları itibarıyla Bizans döneminde savunma vasıtasıydılar. Fatih'in 
İstanbul'u fethetmesiyle birlikte bambaşka anlam kazanarak yeni bir medeniyetin simgesine dönüşmüşlerdi.
Mezkûr medeniyet de hayattan elini eteğini çoktan çekmiş vaziyette. İzleri kalmış sadece.
Bugün surlar artık savunmayı veya fethi değil Doğu ile Batı arasında sıkışmışlığı ve çaresizliği simgeliyor.
Katilin kurbanını (İkbal Uzuner'i) Edirnekapı surlarında katletmesi güç-kudret gösterisinin sembolüyse aynı yerde intihar etmesi de iki dünya arasındaki kıskaçta kendine yabancılaşmasının yani çözülüşün ifadesidir.

***

Katilin surlardaki finali bir nevi intikam. Ama kimden? Hayattan mı, kurbandan mı, kendinden mi?
Kendini gerçekleştirmenin korkunç şekilde dışavurumu mu?
İkbal'i katleden katilin aynı mekânda kendini yok etmesi, içsel bir hapishanenin fiziksel bir göstergesi sayılabilir mi, emin değilim.
Emin olduğum şudur:
O surlar, iğrenç bir katilin itirafı, bir kurbanın sessiz çığlığı oldu. Bizim de hiç bitmeyecek vicdan azabımız.
Katil tarihi surların gölgesinde bir bakıma kendisiyle son "savaşını" verdi. Kurban da kaybetti biz de. Biz yani toplum, aynı yerde, aynı duvarların altında kaldık.
Ondandır, günlerdir etkisinden kurtulamıyoruz.
İki dünya arasında sıkışmış, her geçen gün kendine daha da yabancılaşan bir toplumuz.
O müstekreh katil sadece bir simge. Kendi iç dünyasında kaybolan ve nihayetinde çıkışsızlığına bir genç kızımızı kurban eden bir simge.
Peki biz çocuklarımızı yani "İkballerimizi" bu çağın kurbanları olmaktan kurtarabilecek miyiz?
Soru işareti.