Sürecin gizli gündemi var mı?

Nasuhi Güngör

1 Ekim 2024 tarihinden itibaren gündemde yer bulan ve nihayet 27 Şubat 2025 günü terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrıyla farklı bir aşamaya gelen sürecin, farklı boyutlarıyla tartışılması gerekiyor. Pek çok aktörün ve kesimin sürece katkı sağlamak için çaba göstermesi önemli. Ancak bunun karşılık üretmesi için doğru zeminlerde ele alınması zorunlu.

Bu meseleye dair gündem, kamuoyunda son derece canlı ve hareketli. Hemen tüm medya mecralarında konuşuluyor, tartışılıyor. Ancak can alıcı bir nokta dikkat çekiyor. Toplumun tartışmalara ilgisi, geniş ölçüde sessiz. Daha çok “izleyip görelim” noktasında duruyor ve bu durumun ne düzeyde umut, ne ölçüde kaygı ifade ettiğini tam olarak kestiremiyoruz.

Daha önceki süreçlerde ortaya çıkan sıkıntıların ve nihayetinde başarısız sayılan sonuçların bunda bir rolü olduğu açık. Geçmişteki girişimlerin bugüne ışık tutan bir hafıza ve tecrübe olduğu görüşüne kuvvetle katılıyorum. Şunu unutmadan elbette. Toplumsal hafıza meselenin sonuca yönelik boyutuyla her zaman daha ilgili. Dolayısıyla temkinli bekleyişin bununla da yakından ilgisi olabilir.

KAYGI VE KAZANIM

Elbette bir başka nedene daha dikkat çekebiliriz. Değişim ve barış gibi kavramların her zaman belli bir ilgi ve heyecan oluşturduğunu, hatta bunun ülkemizde hayli yüksek seyrettiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak burada toplumun ilgi odağında bir yanıyla kaygılarının giderilmesi; diğer yandan ise ortaya konulan hedeflerin hangi kazanımları getireceğini bir parça olsun görebilmek yer alıyor.

Neresinden bakarsak bakalım MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ortaya koyduğu inisiyatifin tarihi önemde olduğunu ifade edebiliriz. Hatta devlet anlayışı, siyasi çizgisi ve geleneğine bakılarak, devasa bir sorunun çözümünde ortaya çıkaracağı katkının hayli yüksek olacağına dair ilk günden itibaren ortak bir kanaat var. En azından sürece destek olan kesimlerde. Buna da kuvvetle iştirak ediyorum.

Diğer yandan devletin zirvesinde bu meseleye dair en büyük sorumluluğu, dolayısıyla da riski üstlenen isim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Sürece mesafeli durduğunu, inisiyatifin kendisinde olmadığını öne sürenlere başından itibaren itiraz ettim. Devletin en kritik kurumlarının rol aldığı ve katkı sağladığı bir sürecin, Cumhurbaşkanına rağmen ilerlediğini söylemek akıllara ziyan bir yaklaşım.

TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİRMEK

Ramazanın ilk iftarında şehit aileleriyle buluştu Cumhurbaşkanı. Yaptığı konuşmada, Türkiye’nin gücüne ve kritik kurumların FETÖ benzeri yapılanmaların etkisinden kurtuldukça ne denli etkin hamleler yaptığına işaret etti. Şu cümlesinin altını çizdim: “Başkalarının gündemlerine hapsolmadan kendi önceliklerimize göre tarihin akışını değiştiren politikaları kararlılıkla hayata geçiriyoruz.”

Tarihin akışını değiştirmek, ülkemizin siyasi sınırlarının çok daha ötesini içeren ve hedefleyen bir yaklaşım. Başka bir ifadeyle Türkiye’nin uzattığı el, sadece kendi içinde değil, yakın coğrafyasının geniş bir alanında barışın inşa edici gücünü temsil ediyor. Bu eli karşılıksız bırakmanın karşılığının ne olacağını da defaatle ortaya koydu Erdoğan: “Demir yumruk.”

Ardından “Terörsüz Türkiye” hedefinin çerçevesini tanımladı: “Yıllardır bu milletin iliğini kemirenler kaybedecek, kazanan 85 milyon olacak, demokrasimiz olacak, ekonomimiz olacak, kardeşliğimiz olacak.”

Ateşin düştüğü yeri yaktığı şehit ailelerine şu sözü verdi Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Bunun için şehit yakınlarımıza diyorum ki bu girişimin içinde şehitlerimizin aziz ruhlarını muazzep edecek, sizleri üzecek, başınızı yere eğdirecek hiçbir şey yoktur, asla olmayacaktır.”

MARJİNAL ÇIKIŞLAR

Kritik bir süreci, gerçekten büyük bir dikkat, özen ve kimseyi ötekileştirmeyen bir dille yönetti Türkiye. 27 Şubat günü ortaya çıkan metnin kimin tarafından kaleme alındığı elbette önemli. Ama daha önemli olan nasıl ortaya çıktığı ve o noktaya bizi getiren şartların nasıl oluştuğu.

Gerçek anlamda bir barış, toplumun tüm kesimlerinin endişelerini mümkün olduğunca gideren, aynı zamanda geleceğe dair umutlarını sahici olarak besleyen bir söylem ve onu hayata geçiren eylemlerle mümkün.

Bundan sonrasında, yönetilmesi hiç kolay olmayan yeni süreçler var. Ancak terör örgütünün silah bırakması ve fesih kararı almasının ardından, şimdiye kadar gizlenmiş/saklanmış bir gündemin ortaya çıkacağını düşünenlere yanıldıklarını peşinen söylemek istiyorum. 1 Ekim’den sonra bu kesimlerin öngördüğü ya da vehmettiği hiçbir şey gerçekleşmedi. Bundan sonra da öyle olacak.

Terörsüz Türkiye, sadece tarihin akışını değil; ezberleri, algıları ve tasavvurları da değiştirecek. Bunun gizli gündemi yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya koyduğu çerçeve net ve birtakım marjinal çıkışlarla bunu karartmaya da kimsenin hakkı yok.