Suriye ile birlikte kendimizi de eğitiyoruz

Ahmet Taşgetiren

“Türkiye’nin Suriye’deki mentörlüğü”nü yazdım Salı günü. Yani bir tür koçluğunu… Tecrübe aktarımını. Rehberliğini. Desteğini.

Suriye eline düştü HTŞ’nin bir bakıma. HTŞ silâhlı bir örgüt. “İslâmcı.” “Cihad”la ilerliyor. İddiaları var. Ve şimdi Suriye ellerinde. Suriye’de düzen kuracaklar. “Düzen kurmak” başlı başına başarılı olabilmenin ön şartı. Yani “Sürekli devrim” niteliğinde bir tavır ile yol alamazlar. Kaos işlerine yaramaz. Ellerindeki silâhla, korkutarak bir süre yol alınabilir, ama ilerisi bataklık olur.

Suriye gözaltında bir ülke. Burası Ortadoğu ve dünya kadar hesabın odaklaştığı coğrafya… Suriye de etnik açıdan, kültürel – dini açıdan çok renkli. Üstelik renklerin zaman içinde gerilimler içine sürüklendiği bir ülke. Hakimiyet de zor, herkesi en azından sakinleştirecek bir düzeni kurmak da zor. Hem ayakta kalacaksınız hem düzen kuracaksınız.

Türkiye’nin, bir yönüyle hemen yanı başında kendisine zarar vermeyecek, kendi çıkarlarına uygun bir ülke bulunsun diye, bir yandan da ideolojik bakımdan sıcak baktığı bir yolculuğun iyi bir örnek oluşturması arzusuyla Suriye yönetimini ele geçiren yapıya yol göstermesi tabii.

Gerek uzaktan verilen mesajlarla, gerek birebir görüşmelerle HTŞ liderliğine tecrübe aktarımlarında bulunulduğu, iki ülke arasında açık – örtülü bir iletişim alanı bulunduğu anlaşılıyor.

Bu arada HTŞ lideri Golani’nin bir sözü yansıdı dünyaya; şöyle dedi:

"Suriye'yi yönetmek için devrimci zihniyetten devletçi zihniyete geçilmesi gerekiyor"

Kritik bir cümle. Golani bu sözü, hem kendi örgütüne yönelik söylemiş olabilir, hem HTŞ ötesi başka silahlı örgütlere, hem HTŞ’ye soru işaretleri ile bakan dünyaya…

Türkiye adına yapılan açıklamalarda da “Hassasiyet telkini” yapılıyor. HTŞ’nin, ülkenin çok renkliliğini düşünmesini, çoğunluğu oluşturan Arapları dikkate aldığı gibi, Türkmenleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri, Şiileri, Nusayrileri, Dürzileri…. Başka tüm Suriye halkının hukukunu dikkate almaları yolunda tavsiyelerde bulunuluyor.

Türkiye bunları geçmişte, Arap Baharı sırasında Mısır’da, Tunus’ta da yaptı.

Türkiye’yi 22 yıldır yöneten kadro, “İslâmi - İslâmcı” hassasiyetleri ile tanınıyor. Bir yönüyle bu coğrafyadaki diğer tüm **“islâmcı yönelişler”**le etkileşim içinde olması, ya da öyle görünmesi tabii. Sık sık, bazen suçlama amacıyla İran’la, Malezya ile, Pakistan veya Taliban ile paralellikler kurulduğu biliniyor.

**“İslâm - Demokrasi ilişkisi”**nin uluslararası planda bir sınama alanı olduğu da biliniyor. Müslümanlar da sorguluyor bunu, Müslüman dünyaya bakan “Ötekiler” de…

Eveeet…

Türkiye HTŞ’ye telkinde bulunuyor ya da HTŞ yönetimi, Colani, “Taç başı akıllandırır” özdeyişine uygun biçimde “Örgütten Devlete” sürecinde bir aydınlanma ile “Devrimci zihniyet ile devletçi zihniyet” arasında bir tercih noktasına gelmiş olabilir.

Dediğimiz gibi bu bir “Türkiye telkini” de olabilir.

Yazının başlığında “Suriye ile birlikte kendimizi de eğitiyoruz” ifadesi var. Vaktiyle Ziya Paşa’nın terci-i bendinde dediği “Onlar ki lâf ile verir dünyaya nizamât – Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde” ifadesini ağır bulurum. Bizdeki yönetim üslubu için “Bin türlü teseyyüb” yani “kir” evet, ağır olur.

Ama bizim de en azından “sıkıntılarımız” olduğu açık. İktidar – muhalefet ilişkilerindeki gerilimin ana sebeplerinden birisi, siyasi iktidarın çoğulcu bir politika izlemek yerine, otoriter yönelişte olması değil mi? Her gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın **“otoriterizm”**in hangi safhasında olduğuna dair tanımlama arayışı içine girilmiyor mu?

Cumhurbaşkanı “Partili olsun mu olmasın mı?” tartışması, “Devlet” ile “Parti” arasındaki mesafenin sağlıklı olup olmadığı ile ilgili değil mi? İnsanların, Cumhurbaşkanı Erdoğan bir “parti lideri” gibi konuştuğunda ve toplum katmanları arasında “Taraf” haline geldiğinde yadırgamaları, “Bu, Cumhurbaşkanı’nın Anayasada belirtilen milleti temsil özelliği ile çelişiyor” gibi bakmaları bundan değil mi?

Yargının siyasallaşması tartışması bununla ilgili değil mi?

“Yandaş” kavramının iş yapması bundan değil mi?

Golani’nin “Devrimci zihniyet” ile “Devletçi zihniyet” arasında gördüğü fark, “Devletin tarafsızlığı” ile ilgili değil mi? Bizde “Siyasi iktidar toplum katmanlarına karşı tarafsız, eşit mesafede davranıyor mu?” yollu bir kamuoyu araştırması yapılsa sonuç ne çıkar?

Hani bazen adam, başkasına karşı çok iyidir, evine karşı sorunlu… Çalıştığı yerde başka kadınlara karşı son derece munis, evinde eşine karşı çatık kaşlı…

Ne dersiniz, biraz bizimle başkalarına telkinlerimiz arasındaki fark buna benzemiyor mu?

Dışardan bize telkinler – uyarılar “Hukukunuz iyi işlemiyor, yargıda siyasallaşma önemli sorun, nepotizm var, mülakatlar sorunlu, ekonomi politikanız servet transferi yapıyor, ihale kanunlarını sürekli değiştirmek iyi niyetli değil….” şeklinde değil mi?

Haaa, bu arada Trump, övgü mü yergi mi olduğu belirsiz tanımlamalarda bulunuyor. Trump bu. Çok kötü sözler de söylemişti vaktiyle… Hangi sözünü nasıl okumalı? Trump’ın çizdiği profili nasıl okumalı?

Suriye ile birlikte belki kendimize de bakmış oluruz. Birileri çıkıp “Siz önce kendinize bakın” demeden önce…