Suriye İzlenimlerim: Devrim Sonrası Bir Devletin Doğum Sancıları

Suriye pek çok açıdan bir doğum sancısı yaşıyor. Ülkenin toparlanabilmesi için en az 10-15 yıllık ciddi istikrarlı bir dönem gerekiyor. Fırtınalı Ortadoğu’da Suriye’nin aradığı istikrarı ne ölçüde bulacağı, önümüzdeki yıllardaki başarısını doğrudan etkile

19-26 Şubat arası Suriye’de devrimin beşiği Dera’dan başkent Şam’a, oradan da Halep ve İdlib’e uzanan hayli öğretici bir seyahat gerçekleştirdim. Suriye’nin en güneyinden en kuzeyine doğru 500 kilometrenin üzerinde bir mesafeyi karayoluyla katetmem vesilesiyle etrafı net bir şekilde görme şansına sahip oldum. Suriye giriş-çıkışların kolay olduğu bir ülke değil. Ülkeye giriş ve çıkışta yaşadığım meşakkatler uzun ve epey maceralı bir hikâyeye tekabül ettiği için bu kısımları es geçiyorum. Okurlarla sadece şu notu paylaşmakla iktifa edeyim: Suriye’ye gitmek isteyen Türk vatandaşları için en kestirme yol olarak havayolunu kullanmalarını salık veririm. En direkt ve zahmetsiz yol bu. Az olan uçuş sayısı ve bir hayli yüksek olan bilet fiyatları nedeniyle başka alternatiflere tevessül edildiğinde epey stresli ve maceralı bir yolculuk yaşamanız işten bile değil. 

Suriye’de geçirdiğim vakit zarfında tarihi bir devrime tanıklık etmiş bir ülkede bir devletin yeniden kurulmasına, tabiri caizse doğum sancısına tanıklık ettiğimi ifade edebilirim. 

Çok kısa bir süre geçirmeme rağmen ülkede kaldığım zaman zarfında tam bir muhaberat devleti olduğunu hissettiren Ürdün’den Dera’ya ulaşıp pasaport kontrolü yapılan yere geçtiğimde devrim şarkılarının binanın dışına taştığını görmemle ilk şaşkınlığımı yaşadım. Suriye’ye girinceye kadar yaşanan muhtelif meşakkatlerin akabinde böylesi bir manzara ile karşılaşmak insanı ruhî bir rahatlığa sevk ediyor. Pasaport kontrol noktasındaki uzun sakallı yetkililerin çalıştıkları pozisyonlara yeni getirildikleri her hallerinden belli oluyordu. Bunun yanında Suriye’ye uzun yıllara sâri bir gurbetten sonra dönen insanların pasaport kontrolü yapılan yerde güvenliği sağlayan yaşça oldukça genç ve saygılı ‘savaşçılara’ ettikleri teşekkürler ve hayır duaları da hemen göze çarpıyordu. Görüştüğüm bazı Suriyeliler devrim sonrası devlet kurumlarının el değiştirmesi sonucu gördükleri iyi muamele karşısında duygusal anlar yaşadıklarını ifade ettiler. On yıllar sonra kendi vatanında ‘insan’ muamelesi görmenin verdiği duygusal ağırlık kolay olmasa gerek. 

Ürdün-Suriye sınırı

Pasaport kontrolü sonrası Dera’dan başkente yaptığım yolculuk nispeten rahat geçti. Şam’a hareket eden otobüsümüzde pasaportlarımızı kontrol eden yetkili benimle Türkçe konuştu. Beş sene Ankara’da yaşadığını ifade edip mütebessim bir çehreyle Suriye’ye hoş geldiniz dedi. Başkent Şam’a hareket ederken yolun iki tarafında verimli topraklar uzanıyordu. Bazı noktalarda Beşşar Esed’in duvarlardaki resimlerine zarar verildiğini, fakat tam anlamıyla ortadan kaldırılamadığını gördüm. Çoğu yerde duvarlardaki eski Suriye bayrakları üzerinde de oynanmış. Bazı yerlerde ise eski bayraklar hâlâ duvarlarda görünüyor. Şam’da da benzer manzaralara tanık oldum. 

Dera’dan Şam’a ilerlerken yoldaki bazı elektrik direklerinde elektrik tellerinin olmadığını gördük. Çok muhtemelen bunlar çalınmışlardı. Ayrıca yol boyunca epey bir yerde maalesef çöp yığınları göze çarpıyordu. Otobüs Şam’a varınca garda bulunan insanlar araca adeta hücum ettiler. Hem yakınlarını yıllardır göremeyenler hem de müşteri arayan taksiciler kelimenin tam anlamıyla otobüse akın etti. Yakınlarına kavuşan bazı insanların sevinçten ağladığını gördüm. Etrafta maalesef epey de dilenen insan vardı, bu hazin manzarayı görmek üzücüydü. 

Şam’da şehrin merkezine doğru ilerlerken gözüme etrafta yıkılmış epeyce bir bina takıldı. Başkentte uzun zamandır bir çatışma yaşanmamış olmasına rağmen ortada acıklı bir sahne mevcuttu. Özellikle şehrin periferisinde ciddi yıkım olduğunu ifade etmek gerekiyor. 

Şehrin merkezine doğru ilerlediğinizde yıkılmış bina manzaraları ortadan kalkıyor. Ne var ki bu sefer de başkentteki binaların epey eski ve bakımsız oldukları gerçeğiyle yüzleşiyorsunuz. Eski muhaliflerin -şimdiki muktedirlerin- 8 Aralık Devrimi’nin yolunu açan ‘Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’ çerçevesinde kısmi zarar görmüş olan yeni sayılabilecek bazı binaların varlığına da şahit olduğumu belirtebilirim. Bazı binalarda hedef alma kaynaklı yangın emareleri görünüyordu. 

Şehrin çeperlerinde yıkımın yanında ciddi bir kirlilik de var. Farklı farklı yerlerde çöp yığınları görülüyordu. Rejime yakın kodaman kesimlerin ikamet ettiği belli olan yerlerde durumun daha iyi olduğu ise izahtan vareste. Bir insan ülkesinin başkentini neden bu halde bırakır inanılır gibi değil. Halep’te de devrik rejim kontrolünde olan epey bir bölge yerle yeksan. Sabık Esed rejimi ele geçirdiği yerlere tabiri caizse bir çivi çakmamış. Bu, sistematik bir cezalandırma politikası olarak okunabilir. Ne var ki başkentin bile içinde olduğu hazin vaziyet, sistematik bir politikanın da ötesinde düpedüz kötü yönetim ve çapsızlık olarak görülmeli. Bütün bu yıkıma rağmen Şam’ın tarihi dokusu ve mimarisi görülmeye değer. 

Başkentteki elektrik altyapısı da büyük zarar görmüş durumda. Elektrik telleri bazı yerlerde sökülüp çalınmış. Görüştüğüm kaynaklar 8 Aralık Devrimi öncesi başkente 2 saat elektrik verilebildiğini belirttiler. Hâlihazırda Şam’a çoğunlukla 4 saat elektrik veriliyor. Zaman zaman farklı yerlerde bu süre 6-8 saate kadar da ulaşıyor. Şam’daki yeni hükümet, içinde bulunduğumuz Mart ayına kadar halka 8 saat elektrik verme vaadinde bulunmuştu. Ancak bunun sene sonuna kadar bile gerçekleşmesi zor görünüyor. Dolayısıyla ülkenin başkenti gece karanlığa bürünüyor. Şam’da gece yürürken telefon ışığında müşterilerini tıraş eden berberler gördüm. 

İmkânı olan insanlar, güç yetirebilenler evlerinde jeneratör yardımıyla elektrik problemine çare bulmaya çalışıyorlar. Jeneratörler için mazot kullanıldığından, bu da ekstra masraf anlamına geldiğinden (ki her zaman bu yakıtı bulmak da mümkün değil) herkes buna güç yetiremiyor. Şam’ın merkezinde misafir olduğum buz gibi soğuk bir evde de bu jeneratörlerden gördüm. Nitekim kaldığım orta halli bir otelde de elektrik kesintileri yaşandı, fakat kısa sürede jeneratörler devreye giriyordu. Suriye’de elektrik problemlerine ilaveten internet ve su problemi de mevcut. Elektrik ve su altyapısı noktasında ülke bir hayli geriye gitmiş durumda. Elektrik olmayınca çoğu yerde ısınma ve sıcak su problemleri de yaşanıyor doğal olarak. Eğer çok lüks bir otelde kalmıyorsanız sıcak su problemi yaşamanız çok olası. 

Örneğin Şam’da bir arkadaş 15 gündür soğuk suyla duş almak zorunda kaldığını dile getirdi. Doğalgaz diye bir mefhum ülkede tabii ki hak getire. Şam’ın feci soğuğunda insanlar mazotlu sobalarla ya da elektrik varsa elektrik sobalarıyla ısınmaya çalışıyorlar. Durumu biraz daha iyi olan yerlerde, örneğin orta halli otellerde ısınma için klimalar kullanılıyor.  

Elektrik probleminin yansıdığı bir başka alan da trafik. Şehirde neredeyse hiçbir trafik ışığı çalışmıyor. Bu da inanılmaz bir trafik kaosuna sebebiyet veriyor. 8 Aralık’tan sonra başkent Şam’a Suriye’nin pek çok bölgesinden ve dışarıdan Suriyeliler adeta akın etmiş. Ülkede oluşacak yeni pastadan bir pay kapma amacıyla Şam’a Suriyeliler dışında yabancıların da akın ettiği net şekilde görülüyordu. Trafikteki araçların plakalarından Suriye’nin her bölgesinden insanın başkente geldiğini görebiliyorsunuz. Bu durum da şehrin nüfusunu ve trafik yoğunluğunu inanılmaz artırmış durumda. Sayısı çok az olan trafik polisleri durumu kısmen yürütmeye çalışsa da trafik bazen çekilmez hale gelebiliyor. Benzer şekilde şehirde trafik şeritleri de neredeyse hiç görünmüyor. Ancak şehirde geçirdiğim beş günde bir trafik kazasına rastladığımı söyleyemem. Halk bu trafik kaosuna alışıp kendince düzensizlik içinde bir düzen/ahenk kurmuşa benziyor. Ek olarak şehirdeki taksilerin fecaat durumunu anlatma noktasında kelimeler kifayetsiz kalır. 30-40 yıllık eski püskü, perişan haldeki taksilerle ulaşım sağlayabiliyorsunuz gitmek istediğiniz noktaya. Tabii taksimetre diye bir mefhum olmadığı için araca binmeden önce taksicilerle bir miktar pazarlık yapmanız gerekiyor. Halk otobüsleri de aynı perişanlıktan muzdaripti. Minibüsler de keza kötü durumda. Şam’da lüks denilebilecek araç sayısı az. Rejim devrildikten sonra Beşşar Esed’in garajından çıkan sayısız lüks araç medyaya yansımıştı. Bunlara ne oldu insan merak ediyor.

Suriye’ye akın var dememin sebeplerinden birisi, Şam’ın merkezine doğru ilerledikçe ülkenin her tarafından insan profiliyle karşılaşabilmeniz. Merce Meydanı’na doğru yürüdüğünüzde aksanlarıyla, kılık kıyafetleriyle ve davranışlarıyla Suriye’nin doğu bölgelerinden oldukları hemen anlaşılan Suriyeliler görebiliyorsunuz. Bu kişilerin bir kısmının motorla şehrin göbeğinde dolaşıp ‘cihat marşları’ çaldıklarına şahit oldum. Ayrıca Şam’da nadiren şahit olduğum bir iki kavganın da yine Suriye’nin doğusundan gelen bu Arap aşiretlerine mensup kişiler arasında yaşandığına tanıklık ettim.

Merce Meydanı ve çevresinde yoğun olarak duvarlara yapıştırılmış fotoğraflar görünüyor. İnsanlar bir umut gözaltında kaybedilen yakınlarını arıyor. Daha sonra Şam’ın içerisinde dolaşırken pek çok farklı noktada aynı manzaralara denk geldim. Rejim düşerken, Sednaya ve diğer hapishaneler özgürleştirilirken insanlar yıllardır hapiste olan bazı akrabalarından bir haber alabilmeyi umut ettiler. Ama ne acıdır ki bu, çok fazla insan için gerçekleşmedi. Rejimin düşüşü gibi mutlu bir gün aynı zamanda pek çok insanın akrabalarından bir daha haber alamayacağının kesinleştiği gün de oldu. Yani bayram aynı zamanda matem manasına da geldi binlerce insan için.

Şam’a 13-14 yıllık bir sürgünden sonra dönen farklı arka planlara sahip insanlarla görüştüğümde, şehrin 2000’lerin başında ancak bu kadar kötü durumda olduğunu söylediler. Bu arkadaşlardan birisinin evi sabık rejimin çeteleri olarak bilinen Şebbihalar tarafından zarara uğratılmıştı. Sürgünden dönen bu arkadaş Şam’daki evinin akıbetini öğrenmek ve yeni yönetimce tutuklanan, evini yıllarca işgal eden kişiyle hukuki olarak yüzleşmek için Suriye’de idi. Şebbihalar pek çok yerde yağma olaylarına da karışmış durumdalar. Hatta enkazlardan, molozlardan demirleri bile çaldıkları farklı kaynaklar tarafından belirtildi.

2007-2011 arası Şam’da ikamet eden bir arkadaş da o dönemde başkentte 24 saat elektrik olduğunu söyledi. Kısacası şehir her anlamıyla inanılmaz bir şekilde geriye gitmiş.

Başkentteki fakirlik seviyesi de göz yaşartıcı düzeyde. İnsanların kıyafetlerine de sinmiş bu durum. Hazin manzaralar günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası. Koskoca şehirde her tarafta dilenen insanlar görmeniz mümkün ne yazık ki. Hayat pahalılığı da üst düzeyde. Ortalama memur maaşının 25-30 dolar seviyesinde olduğu bir ülkede, orta halli bir restoranda iki kişi iki öğün yemek yediğinizde bu parayı ödemeniz işten bile değil. Suriye lirası da tabiri caizse pul olmuş. Her tarafta ‘Sarraf Sarraf’ diye bağıran insanlarda döviz bozdurabiliyorsunuz. Biz Şam’da iken 1 ABD doları takriben 9.500-10.000 Suriye lirasına tekabül ediyordu. 100 ABD doları bozdurduğunuzda yaklaşık olarak 1 milyon Suriye lirası alıyorsunuz. Bu tomar tomar para demek. Eğer bu size 1.000 ya da 2.000’lik banknotlar şeklinde veriliyorsa, bu parayı taşımanız daha da zor. Bu nedenle para bozduran çoğu kişi sarraflardan ülkenin en büyük banknotu olan 5.000 Suriye lirası alabilmek için sıkı bir mücadeleye girişiyor ki bu 5.000 Suriye lirası da yarım dolara tekabül ediyor. Yani ülkenin en büyük banknotu 18 Türk lirasının biraz üstünde bir değere sahip.

Suriye’nin devrik diktatörü Beşşar Esed’in fotoğrafının arz-ı endam ettiği (yeni yönetim henüz başka bir banknot sistemine geçemedi), tomarla aldığınız bu paranın bir ehemmiyeti de yok. Bir otele gittiğinizde ya da restoranda yemek yediğinizde tomarla aldığınız parayı yine tomarla harcıyorsunuz. İnsanlar tomarla para saymanın sıkıntısından kurtulmak için para sayma makineleri kullanıyor. Çoğu yerde para sayma makinesiyle ödemelerin alındığına şahitlik edebilirsiniz. Olayın ilginç bir boyutu da şu: Para bozdurulan ‘sarraf’ denilen bu kişiler Şam’da 8 Aralık Devrimi sonrası pıtrak gibi çoğalmış. Devrimden önce üzerinizde çok az miktarda bile olsa döviz bulundurmanız halinde hapsi boylamanız işten bile değildi. Tabii ki Esed rejimi döneminde karaborsa yoluyla yine döviz bozdurabilmek mümkündü. Ama bu kolay bir işlem değildi. Ve karaborsadaki rakamlar resmî kurdan haliyle farklı oluyordu.

Hâlihazırda Şam sokaklarında rahatlıkla döviz bozdurulabiliyor. Sarraflar farklı rakamlar öneriyor dolar karşılığında, pazarlık yapıyorsunuz ve en iyi fiyatı veren kişiye elinizdeki dövizi bozdurabiliyorsunuz.

Bunun yanında Şam’da şahit olduğum ilginç manzaralardan birisi de pek çok yerde açıktan akaryakıt satılabilmesiydi. Kalitesi çok yüksek olmadığı renginden belli olan bu akaryakıt muhtemelen kaçakçılar vasıtasıyla birilerine ulaşıyor ve farklı büyüklükteki bidonlarda satılıyor. 8 Aralık öncesi görülmeyen bir manzara da bu.

Ayrıca insanlar sokakta üstünde gaz yazan devasa tankerlerden gidip mutfak tüplerini doldurabiliyor. Devrim öncesi insanların karne ile gaz alabildiği düşünüldüğünde bu olumlu bir gelişmeydi. Nitekim akaryakıt ve ekmek de karneye bağlanmıştı. Şimdi ise bu durum ortadan kalkmış durumda. Maddi imkânı olanlar artık mevzubahis hizmetlere daha kolay erişebiliyor. Mutfak tüpü için gazı bu şekilde satmak tehlikeli değil mi diye sorduğumda bir arkadaş sırıtarak şu cevabı verdi: “Henüz bir patlama yaşanmadı.” Durumun absürtlüğünü ve Suriye’de insan hayatının kıymetini gösteriyordu bu yanıt.

Kısaca söyleyecek olursam Şam’da insanların en temel insani ihtiyaçlarını bile Suriye dışından maddi yardım gelmeden veyahut ülke içinde insani yardım almadan temin etmesinin olanağı olmadığını gördüm.

Bu berbat vaziyete rağmen 8 Aralık Devrimi sonrası Suriye lirası giderek toparlanıyor ve dolar karşısında değer kazanıyor. Yukarıda bahsettiğim rakamlar Suriye lirasının toparlanmış hali yani. Ancak Suriyelilerin insan onuruna yaraşır yaşam standartlarına ulaşabilmesi için ülkenin önünde çok uzun bir yol olduğunu da burada esefle ifade edeyim.

Şam’da ülkenin farklı kesimlerinden gazeteci, uzman-araştırmacı, siyasetçi ve yerel halkla yaptığım görüşmelerden elde ettiğim en önemli izlenimlerden birisi de ülkedeki toplumsal, dinî-mezhebî ve siyasi fay hatlarının düşündüğümden de derin olduğuydu. Bu bir hayli öğretici idi. Özellikle Sünnilerle görüşürken Nusayrilere karşı çok ciddi bir tepki olduğunu müşahede ettim. Hatta zaman zaman sözün şehvetine kapılanların burada kullanmaktan imtina edeceğim bazı söylemlere de başvurduğunu belirteyim.

Bütün bu sıkıntılara rağmen halkta yeni yönetime karşı ihtiyatlı bir iyimserlik gözlemledim. İnsanlar ülkede yaşanan savaştan bezmiş durumda ve hangi kimliğe sahip olursa olsun ülkeyi toparlayacak bir siyasi idare görmek istiyorlar. O nedenle de yeni yönetime kredi açmış durumdalar. Beşşar Esed yönetimine açıktan hakaret etmek sıradan bir durum artık. İnsanlar bu manada rahatlamış durumdalar. Yaşadıkları acılara rağmen mütebessim bir çehreye sahip olmaya çalışıyorlar. İnsanlar genelde yumuşak yüzlü ve yardımseverdi Şam ve dışında. Özellikle de esnaflar satış yapabilme arzusunun da etkisiyle yumuşak bir dil kullanıyorlar.

Şam, İslam tarihi açısından çok kadim bir yer ve gerçekten görülmeyi hak eden epey bir mekâna sahip. Böylesine kadim bir yerin daha iyi korunduğunu görmek isterdim.

Emevî Camii insanı büyüleyen olağanüstü bir güzelliğe sahip. Akşam namazını orada eda ederken insanın farklı duygulara gark olmaması elde değildi. Ama Cami biraz bakımsız halde kalmış. Örneğin halıları eski ve bakımsızdı. Bu halılar daha sonra Türkiye’den getirilen yenileriyle değiştirildi. Buna ilaveten, abdest alınan yerde su sıkıntısı mevcuttu. Ertesi gün Emevî Camii’ne tekrar gittiğimde avluda bazı restorasyon çalışmalarının yapıldığını da gördüm. Genel olarak böylesine mühim bir mabedin daha ehemmiyetli şekilde korunması gerekiyor diye düşünmeden insan edemiyor. Emevî Camii’nde Orta Asyalı savaşçıları görmek de ilginç bir deneyimdi.

Selahaddin Eyyubi türbesi ve çevresi iyi durumda. Türbede Suriye devrimi döneminde rejime destek çıkmış, bir patlamada öldürülen, bir hayli tartışmalı bir alim portresine sahip Ramazan el-Buti de yatıyor. İmkânı olanlara buraya gitmelerini tavsiye ederim. İlk Türk Hava Şehitleri de Türbe’nin hemen yanı başında. Ziyaret etmeye değer.

Selahaddin Eyyubi’nin öncüsü Nureddin Zengi’nin medfun bulunduğu yere de gittim ancak maalesef içeri giremedim kapı kapalı olduğu için. Bunun yanında İslam tarihinde hakkında lehte ve aleyhte en çok konuşulan isimlerden biri olan, Selefilerin fikir babalarından İbn Teymiyye’nin de kabrini görme fırsatım oldu. Hemen yanı başında talebesi ünlü müfessir İbn Kesir yatıyor. Her ne kadar İbn Teymiyye kabir ziyaretlerine karşı olsa da onu ziyaret etmek farklı bir deneyimdi. İbn Teymiyye kabri civarının da çok temiz olmadığını ekleyeyim. Daha önce bir belgeselde kabrin daha kötü halini görmüştüm. Anlaşılan yeni hükümet buraya kısmen el atmış. Ama daha iyi bir hale getirilebilir. Meşhur Kasyun Dağı’na çıkma imkânı bulamadık, zira yeni yönetim tarafından burası Şam’da bulunduğum zaman diliminde kapatılmıştı. 8 Aralık Devrimi’nden sonra halkın ziyaretine açılan bu alan yine kapatılmıştı. Sebebi hakkında çeşitli spekülasyonlar duydum.

Suriye Ulusal Diyalog Konferansı

Suriye tarihinde bir ilk manasına gelen ve büyük umutlarla beklenen Suriye Ulusal Diyalog Konferansı ben Şam’da iken vuku buldu. Şahsi gözlemim, hükümetin konferansı aceleye ve bir oldubittiye getirdiği yönünde. Dolayısıyla konferanstan ciddi bir sonuç çıkmadığını düşünüyorum. Katılımcıların seçim süreci şeffaflık problemleriyle maluldü. Bunun yanı sıra katılımcılara davetiye çok geç gitti. Programa katılmak için 24 saat bile yoktu ki davetiye giden insanların bir kısmının ABD gibi uzak ülkelerden gelmesi bekleniyordu.

Dahası, Şam’da iken bazı kişilerin çeşitli tanıdıklarını arayarak konferansa katılım davetiyesi almak istediklerini gördüm. Nitekim bu cehtlerinde de başarılı oldular. Davetiyelerin gönderilme yöntemi de ayrı bir garabetti.

Bu problemlere rağmen iki gün olarak planlanan konferansın ilk gününde ortamı görmek amacıyla konferansın düzenlendiği otele gittim. İlk gün katılımcılara bir yemek verilmişti. Çeşitli medya kuruluşlarından muhabirler konferansı takip etmek ve katılımcılarla röportajlar yapmak için oradaydı. Türk medyasından da TRT’nin orada muhabiri olduğunu görmek memnuniyet vericiydi.

Ülkenin tüm bölgelerinden (katılımcıların hangi bölgeyi temsilen geldiği yaka kartlarına yazılmıştı) farklı arka planlara sahip 600 kişi oradaydı. Davetler şahsi idi. Yani katılımcılar bir siyasi partinin temsilcisi olarak davet edilmedi. Arap, Türkmen, Kürt, Dürzi, Hristiyan vs. herkes oradaydı. İkinci gün insanlar katılımcıların konakladığı otelden alınarak Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na götürüldü. Orada Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara, Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ve diğer yetkililer onları karşıladı. El-Şara ayrıca konferansta bir konuşma da yaptı. Programda bildiğim kadarıyla insan hak ve hürriyetleri, geçiş dönemi adaleti, ekonomi vs. gibi farklı başlıklarda altı çalıştay düzenlendi. Katılımcılar çalıştaylar için isimlerini yazdırdılar, çeşitli noktalar tartışıldı ve nihayetinde bir sonuç bildirisi ortaya çıktı.

Konferansın amacının yeni hükümet ilanı öncesinde Batı’ya kapsayıcılık noktasında girişimlerde bulunulduğu mesajı vermek ve yaptırımların kaldırılması noktasında bu konferansın bir kaldıraç işlevi görmesi olduğu benim açımdan açıktı. Bu amaç da kısmen hasıl oldu kanaatindeyim. Suriye Ulusal Diyalog Konferansı’ndan kısa bir süre sonra yeni anayasa yazım sürecini yönetmek üzere bir anayasa komisyonu oluşturuldu ki bu komisyonda Türkiye’de görev yapmış bazı Suriyeli akademisyenler de bulunuyor. Suriye gibi çok renkli bir ülkede anayasa yazım sürecinin kolay olmayacağını şimdiden ifade etmek gerekiyor.

Hayat Akıyor

Suriye’de genel olarak bir güvenlik problemi ile karşılaşmadım. Ama bu, ülkenin tamamen emniyetli olduğu manasına da gelmiyor, zira eski rejime ait bütün güvenlik yapıları lağvedilmiş durumda. Bunun yanında bir şehirden başka bir şehre gittiğinizde tahkim edilmiş güvenlik noktalarından geçiyorsunuz. Ancak aynı kontrol ya da güvenlik noktaları şehirler içerisinde yoğunlaşmış değil. Bu durum ileride bir güvenlik zafiyetine sebep olabilir.

Suriye’de etrafta güvenliği sağlayan çok sayıda insanın olmadığını belirtmekte yarar var. Örneğin çekim yaparken bir-iki kişi neden çekim yaptığımı sordu. Fakat T.C. vatandaşı olduğumu öğrenince daha anlayışlı bir tavır takındılar.

Şam’da etrafta fazla polis görünmüyor yukarıda bahsettiğim lağvetme mevzusu nedeniyle. Eski muhaliflerin, yeni muktedirlerin kısıtlı adam kapasiteleriyle ülkenin her tarafında kontrolü sağlaması da pek mümkün görünmüyor. Yeni güvenlik mensuplarını istihdam etmeleri kaçınılmaz. Nitekim ben Şam’da iken hükümet yeni bir karar aldı ve bazı polisleri göreve çağırdı. Karar, sabık rejimden ayrılan ya da devrik rejimin görevden aldığı kişileri kapsıyordu. Bu şekilde hem güvenliğin artırılması hem de trafikte sayısı epey az olan trafik polisi sayısının artırılması, böylelikle trafik kaosunun azaltılması öngörüldü anladığım kadarıyla. Benzer şekilde farklı bakanlıklarda da rejim döneminden kalma pek çok çalışanın ücretli izne çıkarıldığı ve bu kişiler için iç güvenlik soruşturmaları yapıldığı bazı kaynaklarca ifade edildi. Bu durum da zaten sıkıntılı olan bürokrasiyi daha sıkıntılı hale getirecektir. En azından bir süreliğine. Umarım kısa sürede bu sorun aşılır, güven teşkil edilir ve bürokrasi dönüştürülüp halka hızlı bir şekilde hizmet verilir.

Suriyeli eski muhalif yapılanmalar (örgütler) ise hâlihazırda kâğıt üstünde lağvedilmiş görünüyorlar. Farklı örgütlere mensup kişilerin devrimden sonra eski alışkanlıklarını Suriye’de tam anlamıyla değiştirebildiklerini söylemek zor.

Ayrıca Suriye’nin güneyinde İsrail, Dürziler üzerinden ülkede bir kaos yaratmaya çalışıyor. İkiye bölünmüş Dürzilerin bir kısmı anayasal garanti almadan silah bırakmak istemiyorlar. Nitekim bir kısım Dürzi’nin otonomi talebiyle Süveyda Askeri Meclisi adında bir yapı kurduklarını Şam’da iken öğrendim. Ertesi gün ise Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara önemli Dürzi askerî komutanlardan Leys Balus ile olumlu bir atmosferde vuku bulduğu görülen bir görüşme gerçekleştirdi. Kısaca söyleyecek olursak bir kısım Dürzi İsrail ile hareket etmek isterken, bir başka kanat Suriyeli kimliğini öne çıkartıyor ve Şam ile bir anlaşmaya varmayı arzu ediyor. İsrail, Dürzileri bahane ederek Suriye’de işgalini derinleştirmek ve Suriye’nin güneyinde Suriye ordusunun silahlarından arındırılmış bir bölge oluşturmak istiyor ama bu pek mümkün olamayacakmış gibi görünüyor. Nitekim son günlerde Dürzilerle sorun yaşanan Caramana bölgesine de yeni yönetimin askerî unsurları araçlarına Dürzileri simgeleyen bayrağı takarak girdi. Şam’da iken Suriye’nin güneyinde İsrail karşıtı protestolar gerçekleştirildiğine dair medyaya da bir hayli görüntü yansıdı.

Ayrıca yine Suriye’de iken yeni Şam yönetimi ile SDG arasında petrol anlaşması imzalandı ve YPG/SDG kontrolündeki bölgelerden yeni yönetim alanlarına petrol akışı gerçekleşti. Binlerce varillik bir petrol anlaşması bu. SDG’nin Abdullah Öcalan’ın PKK’ya silah bırakma ve fesih çağrısından önce ve yeni Suriye ordusuna eklemlenmek için şartlar öne sunduğu bir vasatta gerçekleşti bu gelişme.

Yukarıda bahsedilen noktaların haricinde Hamidiye Çarşısı’nın girişinde içeriye uzun namlulu silahla girilmemesine dair bir uyarı gördüm. Bana ilk bakışta tuhaf geldi. Ancak sonrasında daha ufak silahlar taşıyan insanların çarşı içerisinde hareket ettiğini gördüm.

Çarşının girişinde güvenliği sağlayan kar maskeli güvenlik görevlilerinden birisi uzun namlulu silahının kabzasına bir gül takmıştı. İnsanlara ‘güvendesiniz’ mesajı vermeye çalışıyordu sanırım. İlginç bir manzaraydı. Yanındaki güvenlik görevlisi arkadaşı ise eşofmanlıydı. Başka yerlerde gördüğüm güvenlik görevlilerinin kollarında şu an lağvedilmiş bulunan HTŞ-destekli İdlib’deki Suriye Kurtuluş Hükümeti’nin logosu vardı. Halep’te neredeyse çocuk savaşçı denebilecek bazı kişileri de sokakta yürürlerken gördüm. Acı bir manzaraydı. Bütün bunlara tanık olunca Suriye’de özelde ordunun, genelde bütün güvenlik yapısının disipline edilmesi ve yeknesak bir görüntüye kavuşmasının epey bir zaman alacağı aşikârdı.

Yine de bu realite enseyi karatma manasına gelmemeli. Suriye’de hayat olağan akışında devam ediyor. İnsanlar işlerine güçlerine gidiyor. Tarihi Hamidiye Çarşısı bir hayli renkli. Kıyafetten oyuncağa, tatlıdan hediyelik ahşap malzemelere kadar pek çok şeyi çarşıda bulmak mümkün. Soğuk havaya rağmen çarşı ve çevresi epey bir kalabalık oluyor. Çarşı çevresindeki seyyar satıcılardan da farklı malzemeler alma imkânı bulabiliyorsunuz.

Hicaz Demiryolu Şam istasyonu da güzel bir manzara sunuyor. Ancak içerisine maalesef girilemiyor.

Özellikle Batı medyasında yeni hükümetin İslamcı karakterini öne çıkaran ve bazı korkuları tetikleyen haberlerin yersiz olduğu, en azından şu aşamada sahada görünüyor. Hükümet gördüğüm kadarıyla insanların yaşam tarzına pek karışmıyor. Şam’da Hristiyan Bölgesi olan Bab El Tuma’da gece hayatı devam ediyor. Müzikli mekânlardan dışarı müzik taşıyor. Hatta civarda bazı yerlerde alkol satıldığına da şahit oldum. Şam’da kadınlar her yerde nargile içiyor. Bab el Tuma’da göze çarpan bir başka nokta da binaların daha yeni görünmesi ve çevrenin, sokakların da şehrin en tarihi kısımlarına nazaran kayda değer şekilde daha temiz olmasıydı. Sebebi nedir tam olarak bilemiyorum.

Cuma namazını siyasi bir figür ile Rifai Camii’nde kıldık. Rifai Camii Şam’da rejim karşıtı gösterilerin başladığı yer olması hasebiyle önemli. Suriye’de cuma günü tatil. Lebalep dolan camide Türkiye’den farklı olarak epey uzun bir hutbe irat edildi. Ayrıca cuma günü iş yerlerinin (restoran ve kafeler dahil) çok büyük bir kısmının kapalı olduğunu da gördüm. Türkiye’de tatil günlerinde bile rahatlıkla pek çok iş yerini açık bulmak mümkün malum.

Şam’dan M5 karayolu ile Humus ve Hama’da kısa bir süre durduktan sonra menzilim Halep’e vardım. Humus ve Hama’da fazla vakit geçiremediğim için bir yorumda bulunmuyorum. Bununla birlikte maalesef ülkede genel olarak yollar iyi durumda sayılmaz. Şam-Halep arası normalde 4 saatlik bir karayolu mesafesinde. Ancak otobüsümüzün tekerleğinde yaşadığımız bir problem nedeniyle yolculuk 6 saat sürdü. Halep’te de aynı fakirlik problemi göze çarpıyor. Şehirde büyük bir yıkım mevcut. Çoğu yerde enkazlar yıllardır yerli yerinde duruyor. Halep Kalesi güzel bir manzara sunuyor. Ancak genelde Suriye’ye gidenler karşı tarafını göstermekten imtina ediyor. Karşı tarafında büyük bir yıkım ve enkaz mevcut. Suriye’de bazı yerler hayalet şehre dönmüş. Ülke içinde araçla seyahat ederken çadırlarda kalan epey bir insan da görmeniz mümkün. Ayrıca Halep’te görüştüğüm kaynaklar Kürt yoğunluklu Eşrefiyye mahallesinde hâlâ kontrolün YPG/SDG’de olduğunu ifade ettiler.

Halep’te geceyi harap haldeki bir otelde geçirdikten sonra İdlib’e geçtim. İdlib’de şehrin muhafazakâr yapısı net şekilde hissediliyor. Bunun yanında İdlib’de de daha önce ciddi bombardımanlara maruz kalmış Serakıb, Han Şeyhun gibi yerler resmen hayalet şehre dönmüş. Etraftaki enkaz olduğu gibi duruyor. Suriye’de bilhassa kırsal bölgelerde yıkımın yoğunlaştığı göze çarpıyor.

İdlib’in Sarmada bölgesi ise epey gelişmiş durumda. Sarmada ciddi bir sanayi bölgesine dönüştürülmüş halde. Başkent Şam’a nazaran daha düzenli ve temiz duruyor. Eski muhaliflerin-yeni muktedirlerin yıllardır kontrolünde olan bu bölge, sabık rejimin kontrol ettiği başkent Şam’dan pek çok açıdan ileride idi. İbretlik bir manzaraydı doğrusu. İdlib’de taksi niyetine kullanılan motorlara şahit olmak da farklı bir tecrübeydi,

Suriye mutfağının ne kadar zengin olduğuna değinmeden de bu yazıyı nihayete erdirmeyelim. Suriye mutfağı gerçekten de kahvaltıdan tatlısına kadar Arap dünyasındaki en iyi mutfaklardan birisi. Denemeye kesinlikle değer.

Son olarak, Halep ve İdlib’de Türk lirası yoğun şekilde kullanılıyor. Sorduğunuzda hem Türk lirası hem de Suriye lirası olarak fiyatları öğrenebiliyorsunuz. Şam’da Türk lirası kullanmaya teşebbüs etmedim. Ama zannediyorum denemeye kalksam orada da iş görürdü.

Sözün özü, Suriye pek çok açıdan bir doğum sancısı yaşıyor. Ülkenin toparlanabilmesi için en az 10-15 yıllık ciddi istikrarlı bir dönem gerekiyor diye düşünüyorum. Fırtınalı Ortadoğu’da Suriye’nin aradığı istikrarı ne ölçüde bulacağı, önümüzdeki yıllardaki başarısını doğrudan etkileyecek. Özellikle ülke içinde yerinden edilmiş insanların ve Suriye dışında sığınmacı/mülteci konumuna düşenlerin memleketlerine, vatanlarına dönebilmeleri için istikrarlı bir Suriye şart. Suriye’nin kendi kendini döndürür bir ekonomik ekosisteme sahip olması ve ülkenin yeniden imarı insanların vatanlarına dönmeleri için iki temel ön koşul. Yaz aylarının gelmesi ve okulların tatile girmesiyle beraber insanların Suriye’ye dönmelerinin biraz daha hızlanması öngörülüyor. Ama kitlesel geri dönüşler için ülke henüz hazır durumda değil. Tabii Türkiye de Suriye’de önümüzdeki dönemde kilit aktörlerden birisi olacaktır. Bir seçim değil, bir zorunluluk bu. Ankara tarafından bazı bürokratik işlemlerin vatandaşlarımız için kolaylaştırılması hem Türkiye’ye hem de Suriye’ye fayda sağlayacaktır. Bir sonraki ziyaretimde, uygun siyasi ve güvenlik koşulları oluşursa, Fırat’ın doğusundaki bölgeleri görmeyi arzu ediyorum. Kim bilir belki önümüzdeki sefer en doğudan en batıya kadar Suriye’yi görme imkânı hasıl olur.

DÜŞÜNCE - YORUM - ANALİZ Haberleri

Atlantik'in İki Yakası Arasında Ukrayna: Cesaretin Stratejik Sonuçları!
PKK ve Türk solcuları (3) Silâh, savaş, “Önderlik”
Öcalan’ın Çağrısında Kurgu ve Gerçek
PKK ve Türk solcuları (1-2) “Adam öldürmeyi oyun mu sandın?”
Otoriter rejimler mü’minler değil, münafıklar üretir