Suriye'de fatura kime kesilmeli?

Nasuhi Güngör

Hiç kuşku yok. Türkiye’nin, kendi halkını katletmekte bir an bile tereddüt etmeyen Esed rejiminin gidişinde önemli payı oldu. Bu utanılacak veya geri adım atılacak bir durum değil. Kendisine yönelik terör tehdidini ısrarla beslediği halde, defalarca uyardığı, daha geniş katılımlı bir siyasi sistem kurması yönünde tavsiyelerde bulunduğu kanlı bir rejimin gitmesine katkı sağlamak tarih önünde onurdur.

Bugün Suriye’de yaşanan bazı gelişmeler karşısında anında eski rejim taraftarı olarak pozisyon alanların öncelikle bunu görmesi gerekiyor. Güncel gelişmelere gelmeden “önceden böyle miydi, insanlar hiç olmazsa bir devlet otoritesi altında yaşıyordu” kıvamına gelen unutkanlara seslenmekte yarar var.

KANLI REJİM

Baba-oğul fark etmez, malum rejim ülkesindeki insanları toplu halde katletmekten, yerin yedi kat dibindeki karanlık mahzenlere gömmekten, Rusya ve İran desteğiyle azınlık yönetimini devam ettirmekten, geniş kitleleri yok saymaktan asla vazgeçmedi.

Buraya kadar olanları hafife alan, yok sayan, göz yuman herkes neye ortak olduğunun farkına varmalıdır. Türkiye’ye “Daha düne kadar Esed’le konuşmak istiyordunuz, ne değişti” diyenler, o katliamlar karşısındaki sessizliğinin muhasebesini yapmalı.

KAZANAN VE KAYBEDENLER

Gelelim güncel gelişmelere. Rejimin yıkılması, kelimenin tam anlamıyla bölgesel jeopolitiği değiştirdi. Kazanan ve kaybedenler oldu. Ama ilk andan itibaren söylediğim gibi ne mutlak kazanan var. Ne de kaybettiği halde vazgeçen.

Rusya ve İran, 2019 ve devamında sürekli olarak Türkiye’yi işgalci gösterme gayretinde oldular. İdlib ve diğer alanlardan çekilmesini istediler. 2024 Aralık ayında ise Şam’ı kukla gibi yöneten güçlerini kaybettiler. Ancak tümüyle çekildiklerini söylemek gerçeklerden uzak olur.

Suriye’nin güneyinde Lazkiye başta olmak üzere gelişen hadiselerin beklenmedik olduğunu söylemek mümkün değil. İsrail’in Dürziler üzerinden, İran’ın ise bölgede geçmişte şekillendirdiği küçük paramiliter gruplarla böyle bir gerilim oluşturması takip edenleri şaşırtmadı.

POROVAKASYON

Hiç kimse tek bir insanın bile, ister Nusayri, ister başka din ya da mezhepten olsun hukuka aykırı bir uygulamaya muhatap olmasını asla savunamaz. Ama bu hassasiyet, Suriye’de açık biçimde provokasyon yapan, bunu medyada besleyen, sahada istihbarat ve silah desteğiyle hareket eden güçleri görmemize engel olmamalı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Lazkiye’deki olaylar üzerine Ürdün’de şunları söyledi: “Suriye hükümetinin hiçbir provokasyona gelmeden haftalardır sürdürdüğü politikanın son günlerde bir provokasyonla rayından çıkartılmaya çalışıldığını görüyoruz."

Şunu da ekledi: "Suriye'de yeni kurulan hükümete her yönüyle yardımcı olmak, istikrarlaştırıcı bütün faaliyetlerini desteklemek konusunda tabii ki kararlılığımız var.”

Bunun şerhi gayet açık. Hadiseleri başından itibaren sağlıklı bir bakışla izleyenler açısından elbette. Ankara, yeni yönetim üzerinde bir egemenlik kurma arayışında değil. Daha önceki malum aktörlerden çok farklı olarak, Suriye’deki süreçlerin çok ortaklı katkılarla ilerlemesini istiyor. Dolayısıyla Suriye'ye olumlu anlamda destek olacak hiçbir ülkeyi rakip olarak görmüyor. Özellikle bölge dışı güçlerin rolüne işaret ediyor ve bütün faturanın anında yeni yönetime kesilmesini doğru bulmuyor.

SİYASAL MEZHEPÇİLİK TEHLİKESİ

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in dünkü değerlendirmeleri ise net bir çerçeve ortaya koyuyor: "Lazkiye'deki terörist saldırıların arkasındakileri biliyoruz. Suriye'de mezhep provokasyonu var.”

Şu sözlerin de herkese bir uyarı olduğunu düşünüyorum: “Sosyal medyada kullanılan dil özenli olmalı. Bu bir Nusayri isyanıdır şeklinde dil kullanılması yanlıştır. Biz bütün grupların terörle yan yana anılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu gruplara kardeşlik siyaseti ile yaklaşıyoruz. Esad'ın katliamları Nusayrilere mal edilemez. DEAŞ katliamları da Sünnilere mal edilemez.”

Suriye’de yaşanan hadiseleri anında Türkiye’ye yönlendirip mezhep üzerinden yaklaşımlar sergilemenin ne kadar yanlış olduğunu “siyasal mezhepçilik” üzerinden ortaya koydu Ömer Çelik. Muhalefetin bu konuda daha özenli olmasını beklemek hakkımız. Hele de böylesine hassas bir zeminde.