Suriye'de kaybedenlerin öfkesi

Nasuhi Güngör

Söz, bazen maksadını aşar. Bazen de maksadından öte ne varsa oraya dokunur.

Suriye’deki gelişmelere dair tartışmalarda bizdeki durum özetle böyle aslında. Olup bitenin kendisinin ve yaşadığı ülkenin hayrına mı şerrine mi olduğunu anlama gayretinde olan geniş kesimler var. Ne olduğunu ve ne olacağını anlatmak elbette öncelikle siyasetin sorumluluğu.

Türkiye’nin Suriye politikasını ve mevcut gidişatı dileyen beğenir, dileyen eleştirir. Meseleye soğukkanlı bakabilen bir siyasi irade, bunlardan azami düzeyde faydalanır. İnsanların kaygılarının olması, aynı zamanda bir aidiyetin ve samimi arayışın ifadesidir. O kaygıları giderme sorumluluğu da yine ve herkesten önce siyasete düşer.

TEHLİKELİ SULAR

Fakat yaşananları kendi bulunduğu pozisyondan, mesela ideolojisi, mezhebi, cemaati ya da cemiyeti üzerinden görmek isteyenlerin durumu hayli farklı. Maksadın fazlasıyla aşıldığı ve tehlikeli sulara girilen yer tam olarak burası. Hatta asıl maksat, tam da bu tehlikenin kapısını aralamak.

Suriye halkının, din, mezhep ve etnik köken açısından son derece zengin olduğu artık herkesin malumu. Her ne kadar Batı bu zenginliğin farkına, Baas rejimi yıkılınca varmış olsa da, bu son derece hassas ve yeri geldiğinde kırılganlıklar oluşturan bir özellik.

İÇ SAVAŞ VE SONRASI

İç savaştan çıkmış bir ülkede bazı işler, iki devletin savaşından sonra ortaya çıkan zorluklardan çok daha fazlasını barındırır. Çünkü karşılıklı ayrışmalar, tarihsel hafızada birikmiş tortular, iç savaşların ardından daha ciddi çatışmalara, intikam arayışlarına ve bilenmiş ruh hallerine dönüşür.

Tam da bu nedenle Suriye’deki geçiş sürecinin doğru yönetilmesi, her adımda yeni bir kazanımın ve kuşatıcı yaklaşımın ortaya çıkması önemli. Zorluklar ve tuzaklarla karşı karşıya olunduğunu unutmadan.

KAYBEDENLERİN ÖFKESİ

Kaybedenlerin, Suriye’nin yakasını bırakmak bir yana, ülkeyi daha derin karanlıklara sürükleme gayretinde olması şaşırtıcı değil. Zenginlik olarak tanımlanan farklılıklar, böyle kirli operasyonlar üzerinden çabucak kaosun parçası haline gelebilir.

Suriye’de kaybedenlerin bu karanlık işlere soyunmasının iki nedeni var. Birincisi halen varolduklarını hatırlatarak, galibin, yani Suriye halkının kendi kaderini eline almasını baltalamak. İkincisi, yaşanan çöküşü kendi ülkelerine anlatmak yerine, onlara yeni “direniş” öyküleri pazarlamak.

Unuttuklarını sanmıyorum. Ama coğrafyada yapıp ettikleri yüzünden kendi ülkelerinin kaynaklarını yok edip halklarını yoksullaştırdıklarını örtebilmeleri bu saatten sonra mümkün değil.

VAHİM OLAN

En vahim olanına gelince.

Türkiye, kuşkusuz kendi tecrübesi içinde zorluklar yaşasa da, farklı inanç ve etnik grupları yönetme konusunda bölgesinde bambaşka bir yere sahip. Eksiklikleri yok demiyorum. Ama coğrafyanın ortalamasından çok yukarıda olduğunu söylüyorum.

Hal böyleyken; Suriye tarafına bakıp, üstelik büyük bir bölümü yalanların ve manipülasyonların ürünü olan sözde haberlerin peşinde gezmek; onları alıp Türkiye üzerinde tehlikeli çağrışımlar yapacak düzeyde servis etmek, kışkırtıcı yayınlara ve propagandalara alet olmak, vahimdir, gaflettir ve aymazlıktır.

TÜRKİYE ARTIK BAŞKA BİR YERDE

Sadece muhalefete değil, iktidarı desteklediği halde olup biten karşısında tuhaf tavırlar izleyen, sessizlikle ya da sıradan sözlerle durumu geçiştirenlere şunu söylemek istiyorum.

Lütfen artık uyanalım.Türkiye’nin yaşadığı coğrafyada kendisine kurulan tuzaklara karşı verdiği mücadele, yeni bir safhaya gelmiştir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye Türkiye’den büyüktür” sözü sıradan bir tarif değil, stratejik hedeflerin ve hamlelerin özetidir.

Bu noktada verilecek her destek, anlama ve anlatma çabası ve provokasyonlara geçit vermeyen duruş kıymetlidir. Güllük gülistanlık bir coğrafyada yaşamıyoruz. Gidişata bakılırsa dünyada öyle bir yer de kalmayacak.

Hangi kesimden, inanç ya da mezhepten olursa olsun, Suriye ölçeğindeki her makul talep, siyasi hayata katılım ve ülkenin geleceğinde rol alma arayışı, Türkiye’nin desteğini alacaktır.

YPG/PKK gibi terör yapılarının, en başta Kürtlerin geleceğini hapseden sözde mücadeleleri; özgürlüklerin ve katılımcı bir yönetim anlayışının içinde yer bulamaz, hoş görülemez.