Suriye’de Türkiye’nin eli güçlendi ama…

Mehmet Ocaktan

Ülkesinde bir milyona yakın insanını katleden, sadece 140 bin insanını işkence odalarında öldüren ve kelimenin tam anlamıyla bir ‘işkence örgütü’ gibi çalışan Esad diktatörlüğünün bitmesi insanlık adına önemli bir kazanım.

Kuşkusuz dünya, özellikle 20. ve içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda Hitler, Stalin, Netanyahu gibi milyonlarca insanı katleden acımasız diktatörleri gördü ama Baas rejimi gibi yarım yüzyılı aşan bir sürede büyük katliamlara ve işkencelere imza atan bir diktatöryal dönemi hiç yaşamadı.

Dolayısıyla bugün Suriye’deki yeni dönemi değerlendirirken bütün bu gerçeklikleri dikkate almak gerekiyor. Esad’ın ülkeden kaçmasından sonra, HTŞ öncülüğündeki Suriye muhalefeti yönetimi devraldı. Yeni döneme ilişkin pozitif ya da negatif her türlü değerlendirme yapılabilir ama değişmeyecek bir gerçek var ki artık Suriye’de Esad diktatörlüğü olmayacak.

HTŞ önderliğindeki Suriye muhalefeti, şu ana kadar çok da Ortadoğu gerçekliği ile örtüşmeyen rasyonel bir çizgi izliyor. HTŞ’nin parçalı yapısı dikkate alındığında, belli oranda riskler barındırdığı bir gerçek. Eğer ana gövde, geçiş sürecinde büyük hatalar yapmazsa, kısmi orandaki savrulmalar telafi edilebilir.

Ancak büyük hayallere kapılıp kısa ve orta vadede demokratik bir Suriye’nin oluşmasını beklemek çok gerçekçi değil. Unutmayalım, yüzyıla yakın bir demokrasi tecrübesine sahip olan Türkiye bile hâlâ gerçek anlamda demokratik bir hukuk devletini inşa etmeyi başaramadı.

Esad’ın arkasından gözyaşı döken bazı ideolojik mahalle sakinleri pek mutlu olmayacak ama HTŞ’nin lideri konumunda olan Muhammed Colani (Ahmet El Şara), harekatın başladığı ilk günden bu yana, geçmişten ders aldığını gösteren çok önemli mesajlar veriyor. En azından şimdilik bu fotoğraf bile Suriye’nin geleceği açısından umut verici işaretler taşıyor.

Ama çok zor bir dönemin Suriyelileri beklediği de kesin. Bir kere yeni yönetim aynı anda pek çok sorunu yönetmek durumunda. Hem HTŞ çatısı altındaki grupları yönetecek hem de ülkenin ekonomik sorunlarına çözüm üretecek. Daha da önemlisi, Amerikan himayesindeki YPG yapılanmasıyla bir entegrasyon sağlayabilecek mi? Bütün bunlar dikkate alındığında, Suriye’nin geleceği konusunda herkesin temkinli olmasında yarar var.

En önemlisi de Türkiye, şu saatten itibaren nasıl bir politika izleyecek… Biliyoruz ki Ankara 2011 sonrasındaki süreçte doğru bir Suriye politikası izleyemedi. Ama bir gerçek var ki Esad’ın kaçışı, Türkiye’nin Suriye’deki etkisini ve konumunu güçlendirdi. Ama bir başka gerçek daha var ki HTŞ Türkiye’nin terör örgütü listesinde yer alıyor, hâlâ da bu kapsamdan çıkarılmış değil. Yani HTŞ, Türkiye’nin desteği ile buralara gelmedi.

Bununla birlikte Ankara, Suriye Milli Ordusu gibi gruplara desteğini ve bağlılığını hep sürdürdü. Dolayısıyla HTŞ dahil bütün gruplar üzerinde ciddi bir etkiye sahip olacaktır.

Ancak bu süreç gerçek anlamda ciddi riskler barındırıyor. Ankara’nın yeni dönemle ilgili aldığı proaktif tavır olumlu olmakla birlikte, bundan sonraki süreçte Suriye’de ortaya çıkması muhtemel olumsuzlukların önemli bir bölümünün aynı zamanda Türkiye’nin hanesine yazılacağını da bilelim.

Yeni Suriye şartlarında, Türkiye olarak gönüllü bir sorumluluğa talip olduğumuza göre, yarın İsrail’den ya da başka ülkelerden Suriye’ye doğrudan gelebilecek muhtemel saldırıları da durdurma görevini üstlenmek zorunda kalabiliriz. Kısacası, eğer Suriye konusunda şu anda vermekte olduğumuz fotoğraf sadece bir görüntüden ibaret değilse, bu ülkeye ilişkin belli sorumlulukları da üstlenmemiz gerekecektir.

Evet İran ve Rusya artık denklem dışında… Ama Avrupa ve özellikle Arap ülkeleri, Suriye’nin yeni yönetimi konusunda nasıl bir tavır alacak doğrusu bilmiyoruz. Keşke Türkiye, en azından Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle birlikte hareket etme imkanları araştırılabilseydi…

Şu da bir gerçek ki bu ülkelerin hiçbirisi, Amerika’nın hilafına bir tavır almaları pek mümkün gözükmüyor.

Unutmayalım, Türkiye’nin hareket alanını sınırlayacak olan tek unsur, Amerika’nın YPG bölgesindeki varlığıdır. Her ne kadar Trump “Suriye bizi ilgilendirmiyor” dese de milyarlarca dolar yatırım yaptığı Kürt bölgesinden yakın vadede vazgeçmeyecektir.

Türkiye’nin YPG yapılanmasını PKK ile özdeş gördüğü dikkate alındığında, bu konuda Ankara’nın hassasiyetlerini de dikkate alan nasıl bir çözüm üretilecek doğrusu biraz belirsiz…

Her şeye rağmen, eğer PKK’nın biraz geri plana çekildiği bir formül üretilebilirse, hem Türkiye’yi hem de Amerika’yı tatmin edecek bir sonucun ortaya çıkması da ihtimal dahilinde. Türkiye’nin ihtiyacı olan tek şey; şovu değil, rasyonaliteyi esas alan bir dış politika vizyonu… Umarız, günün sonunda Hakan Fidan’ın diplomasi çizgisi kazanır…