Müdahil olmakla el koymayı, etkin olmakla ele geçirmeyi ayıramayınca, bazı konuları anlamak imkansız hale geliyor. Bu giriş cümlesine tekrar döneceğim.
Tartışmasız ve her zeminde Beşar Esed rejimini ve aslında çoğunlukla onun arkasındaki güçleri savunanlar açısından Suriye’de olanlar bir ABD-İsrail tezgahı. Türkiye’de bunun parçası. Suriye halkının iradesini gören yok, çürümüş bir rejimin kâğıttan kaplan gibi dağılmasını dikkate alan yok. Türkiye’nin devrime olan katkısını, oturup doğru dürüst anlama çabasında olan zaten yok.
Bu tezi savunanların bir bölümünün ülkemizde 27 Mayıs darbesinde boy gösteren Baascılar olduğu malum. Bir de her vesileyle Şam rejimini direniş öncüsü kabul edenler var, onları da isimlendirmeye gerek duymuyorum.
Ancak Türkiye kamuoyunun geniş bir kesiminde Suriye’de yaşananlara dair ciddi bir tepki yok. Bir kısmı mültecilerin ülkesine geri döneceği boyutuyla, diğer tarafta ise ortaya çıkan zulme gösterilen tepkiyle bakıyor meseleye. Kaygıları olanlar da var elbette. Önemli ölçüde geleceğimize nasıl etki edeceğine dair belirsizlikler üzerine.
İSTİKRARSIZ BÖLGE
Şu halde işin asıl ele alınması ve topluma anlatılması gereken boyutunda henüz yolun başındayız. İki zorluğu var bu konunun. İlki gerçekten de daha yolun başında olmamız. Dolayısıyla sürecin yönetimine dair Ankara’dan bağımsız etkenlerin nereye evrileceğini öngörmenin güçlüğü.
İkincisi, meselenin tarihsel boyutu, Şam’daki rejimin gerçek yüzü ve onu inşa eden büyük güçlerin hesaplarının ne olduğu konusunda yeterince bilgi sahibi olmayışımız.
Türkiye açısından, siyasi sınırlarının ötesindeki pek çok toprak parçası, Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan “düzen”in bölgeyi parçalama stratejisinin ürünü. Bu durum dağılan imparatorluğun özellikle son yüzyılındaki vahim hataları ve çöküşü mazur göstermez elbette. Ama dikkatle bakınca bizden kopan ve bir şekilde devletleştirilen alanların istikrar bir yana, sadece küresel hesaplaşmaların merkezi olduğu görülebilir.
ETKİNLİK ELE GEÇİRMEK DEĞİL
Sadece Suriye’deki değişimin ardından değil, hayli uzun zamandır ülkemizin emperyal heveslerle hareket ettiğini, dolayısıyla siyasi sınırlarının dışındaki arayışlarını bu çerçeveye oturttuğunu öne sürenler var. Kendi payıma yıllar yılı sınırlarımızın ötesindeki gönül coğrafyasında varolmadan barış içinde yaşamamızın mümkün olmadığını savundum. Bugün de aynı görüşteyim.
Ancak bu durumun ve Türkiye’nin yaptığı hamlelerin anlaşılması için pek çok çerçeveyi doğru ortaya koymak gerekiyor. Yazının giriş cümlesine tekrar dönelim. Müdahil olmakla el koymayı, etkin olmakla ele geçirmeyi karıştırınca bazı konuları anlamak imkansız hale geliyor. Mesela imparatorluklar çağının pek çok özelliğini ve dinamiğini bugüne taşımak ne kadar mümkün? Bu da geçtiğimiz yüzyılın tarihçilerini hayli meşgul etmiş bir konu.
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ
Sadece bir kapı aralamak için, bugün Suriye diye adlandırdığımız bölgenin, Birinci Dünya Savaşı ve Fransız Mandası dönemini, Soğuk Savaş dönemindeki durumunu, Baas yönetiminin kurduğu azınlık diktatörlüğünü ve nihayetinde ortaya çıkan iç savaşı konuşmak gerekiyor.
Buradaki her aşama, aynı zamanda modern dünyanın kimlik, kavrayış ve ideolojilerinden etkilenmiş bir ülkeye işaret ediyor. Bugünkü Suriye’yi mesela Arap milliyetçiliğinin seyrinden bağımsız okumak mümkün olmadığı gibi, son derece renkli ve dinamik din, mezhep ve etnik unsurlara bakınca, bir başka gücün kontrolünde bir ülke olarak da tasavvur edemeyiz.
Baba-oğul Esed rejiminin, ayakta kalmak için ülkesine ortak ettiği unsurların milyonlarca insana zulmünün yanı sıra ciddi zihinsel kırılmalara yol açtığını da dikkatten kaçırmamak gerekiyor.
TÜRKİYE, SURİYE'Yİ DÜNYAYA AÇIYOR
Bunları zaman oldukça konuşacağız. Türkiye, Suriye konusunda doğru bir stratejiyle ilerliyor. Kimilerinin iddia ettiği gibi, baştaki üstünlüğünü bir başkasına kaptırmış filan değil. İki nedenle, birincisi zaten üstünlük ya da tahakküm kurma arayışında değil. İkincisi, bununla bağlantılı olarak mevcut kurucu aktörlerin olabildiğince geniş biçimde bölgeyle ve dünyayla temas etmesinin önünü açıyor. Yollarına devam edebilmelerinin ancak böyle mümkün olduğunu biliyor ve telkin ediyor kısacası.
Dahası başarabilirsek bu strateji, önümüze pek çok sorunlu alanda yeni ilişki biçimleri çıkarabilir. Buna kafa yormak için zamanımızın geniş olduğunu da hiç sanmıyorum.