6 Mart Perşembe günü eski rejimin bir yetkilisini tutuklamaya giden yeni yönetime bağlı güvenlik görevlileri Cebele kasabasında pusuya düşürüldü. Çıkan çatışmada en az 13 güvenlik görevlisi öldü. Bölgeye sevk edilen destek birlikleri dört gün boyunca direnişi kırmaya çalıştı ve bu arada intikam saldırıları, sivil halka yönelik katliamlar yaşandı.
BBC’nin aktardığına göre İngiltere merkezli SOHR Lazkiye, Tartus, Hama ve Humus’ta en az 1540 kişinin hayatını kaybettiğini, bunların 230’unun yeni yönetime bağlı askerler, 250 kadarının eski rejim yanlısı savaşçılar, geri kalanının da sivil halk olduğunu açıkladı. Diğer yandan zaiyatın çok daha düşük olduğunu söyleyenler de var.
Ancak ölen sivillerin önemli bir kısmını oluşturan Nusayrilerin/Alevilerin Türkiye’deki akrabaları bu sayının çok daha fazla olduğuna inanıyor ve Ankara’dan yeni rejim üstünde baskı kurmasını istiyor. Haksız olduklarını söylemek zor. Hiç bir gerekçe silahsız sivillerin zarar görmesini, onlara karşı bilinçli saldırıların düzenlenmesini meşru göstermez.
Ama neyse ki Suriye Cumhurbaşkanı Şara tarafsız ve bağımsız bir araştırma sözü verdi, çatışmalar da zaten sona erdi. Ölenler geri gelmez fakat orantısız şiddet kullanımına, temel insan hakları normlarının, insancıl hukuk kurallarının ihlaline karşı müeyyide uygulanabilir, bu tür olayların tekrarı önlenebilir.
Eski rejimin kurucu unsuru olan Alevilerin yeni rejime az da olsa güven duyması, çok mutlu olmasalar da değişimi içlerine sindirmesi mümkün olur. Böylece üçüncü tarafların elinden Suriye’nin iç işlerine müdahale imkanı alınır. Ülkenin istikrarının, bütünlüğünün korunması çok daha kolay hale gelir.
Tüm bunlar söylemesi kolay ama yapılması zor şeyler. 13 yıl süren kanlı bir iç savaştan çıkan, husumetlerin unutulmadığı, katman katman toplumsal kırılmaların yaşandığı, Rusya ve İran’ın farklı biçimlerde de olsa hala etkisini, ağırlığını korumaya çalıştığı, Arap akrabalarının dahi şüpheyle baktığı bir ülkeyi yönetmek kolay değil.
Nihayetinde mimari anlamda da, sosyolojik olarak da yıkılmış, ekonomisi çökmüş, milyonlarca insanı göçmüş bir yer söz konusu olan. Güvenlik kuvvetlerini de eski milisler oluşturuyor. Muhtemelen komuta kontrol mekanizmaları sahada gereği gibi çalışmıyor. Çatışma çıkınca eski refleksler canlanıyor.
Yine de Suriye umut vadeden bir geleceğe doğru ilerliyor. SDG ile imzalanan sekiz maddelik ilkeler bildirgesi bu anlamda önemli. Eğer teknik düzeydeki görüşmelerde sorun çıkmazsa, YPG ve SDG yönetimindeki diğer güçler kurulacak milli orduya katılacak, ülkenin neredeyse üçte biri daha Şam yönetiminin doğrudan kontrolüne girecek.
Amerika henüz ülkedeki askerlerini çekmemiş ve SDG’ye sağladığı etkin garantileri sonlandırmamış olsa dahi bu politika da değişeceğe benzer. Amerika’nın Suriye’deki son büyükelçisi Ford geçtiğimiz günlerde Foreign Affairs’de yer alan yazısında artık SDG’ye ihtiyaçlarının kalmadığını bariz bir şekilde vurguladı.
Ben, Trump yönetimin zaman zaman tatsızlık sınırlarını zorlayan pragmatizmiyle Ford’un bakış açısını sahipleneceğini, SDG yerine yeni rejimle IŞİD tehlikesine karşı işbirliği yapacağını düşünüyorum. Temaslar çoktan başladı, belki de SDG’nin yeni rejimle uzlaşmasının arkasında Amerika’nın değiştiğini hissettikleri tavrı ya da doğrudan telkinleri vardı.
Söylemeye bile gerek yok; Suriye’nin istikrarı bizim için önemli. Tüm etnik ve dinsel grupların güven içinde, bir arada yaşayabildiği bir komşumuzun olması, ekonomisinin işlerlik kazanması, savaşın yaralarını sarması, güvenlik tüketen değil güvenlik üreten bir yer haline dönüşmesi şart. 13 yıllık bir mücadele ve kazanılan başarıdan sonra Suriye’yi kaderine terk edemeyiz.
Biz ülke olarak Suriye’deki savaşın, istikrarsızlığın ne anlama geldiğini gördük. Milyonlarca sığınmacıyı ağırlamak, IŞİD’den PKK’ya terör tehdidiyle ve başta Amerika olmak üzere durumdan vazife çıkartan üçüncü tarafların kaprisleriyle uğraşmak zorunda kaldık. En son olaylar da orada yaşananların bizde yankısı, siyasi yansıması olacağını bir kez daha gösterdi. Tekrarlanmaması için onlar kadar bizim de çaba harcamamız gerekiyor…