YA İZZET YA ZİLLET!

Mehmet TAŞ

Tarih, devam edegelen kesintisiz bir süreçtir. Bu güne dünden gelindiği gibi, yarına da bu günden gidilecektir. Eğer dünden bu günün hesabı yapılarak gelinmiş ise, bu günün hesabını vermek/görmek kolay olur. Şayet dünden bu günün hesabı yapılmadan bu güne gelinmişse, işte o zaman hesap vermek/görmek zor ve çetrefilli olmuş demektir.

            Zaman, durmadan akıp gitmektedir. Ama önemli olan, insanın, zamanın akışına göre pozisyon alabilmesidir. Gereği üzere pozisyon almadan geçen zaman zarfı, insan için telafisi mümkün olmayan bir kayıp demektir.

İnsanoğlu, bu dünyaya başıboş olarak gönderilmemiştir. Aksine, bir takım hak ve yetkiler verilmiş, sorumluluklar yüklenmiştir. Kişi, bu hak ve yetkilerini yerinde kullandığı, sorumlulukları gereğince ifa ettiği oranda verimli olacağı gibi; huzur ve mutlu bir hayat da sürer/sürecektir. Aksi durumda kişi kısır ve sorunlu bir hayata mahkûm olurken; rahattan da, huzurdan da nasipsiz olur/olacaktır.

Yine her insan, Rabbi tarafından kendisine bahşedilen nimetlerden, emredildiği veçhile kullanmaktan/yararlanmaktan da sorumludur. Bu nimetlerin en önemlilerinden birisi de elbette ki akıldır. Akıl nimetini gereği üzere kullanmayan kimse/toplum, büyük bir vebal altında kalır, ezilir. Kimi zaman akıl nimetini gereği üzere kullanmamaktan dolayıdır ki; insanoğlu insanlığını yitirmiş, canavar kesilmiştir. Kaldı ki bu vebal ve eziklik, sadece bu dünyada değil, esas vebalin ve ezikliğin, darı bekada olacağı Rabbimiz beyan buyurmaktadır.

Malum, Asr sure-i şerifine yemin ile giriş buyrulmaktadır. “Asra and olsun ki…!” Bizi yaratan yüce Rabbimiz, zamana yemin etmektedir. Zaman! İnsanın içinde bu dünyaya gözlerini açtığı, hayat sürdürdüğü ve nihayetinde vakti gelince de bırakıp gittiği/gideceği zaman dilimi/süreci! Zaman, insan hayatının istisnasız bir şekilde tümünü kapsayan bir mefhumdur! İşte bu zamana yemin edilmektedir sure-i şerifte. “Zamana and olsun ki!” Dikkatler pür olarak bu noktaya teksif edildikten sonra; ikince bomba geliyor! İnsanın kafasını adeta patlatırcasına! İnsanın, en ağır uykusunu dahi kaçıracak, en derin gafletinden uyandıracak mesaj: “İnsanlar hüsrandadır!”

İnsan, eğer yaratılış sebebini bilmezse ve gereğini yerine getirmezse, işte o zaman tam anlamıyla hüsrana duçar olmaktadır/olacaktır. İnsan, kendisine verilen akıl nimetini gereği üzere kullanmalı ve Rabbine iman etmelidir! İman ettikten sonra da emir üzere aklını kullanacak, Rabbinin kendisi için vahiy buyurmuş olduğu hayat düsturu üzere yaşayacaktır. Kulluk bilincini kuşanacak, her türlü iblis ve iblisilerden beri olacaktır. Hükmü de, emri de, kaideyi de, kuralı da sadece ve yalnızca yaratandan bilecek ve O’na şeksiz şüphesiz bir şekilde teslim olacaktır.  

Asr suresinde buyan buyrulduğu üzere, hüsrandan beri ve eman üzere olmanın dört tane şartı sıralanmaktadır.

1.Şart: İman etmek! İnsan, Rabbinden gönderilen bütün ölçülere; Resulüne buyurduğu ve Resulünün de inandığı şekilde inanacaktır. Rast gele veya nefsince inanmanın, inandım demenin Allah(cc) katında bir geçerliliği, dayanağı olmayacaktır. Emredildiği üzere dosdoğru inanmak ve dosdoğru olmak işin olmazsa olmazıdır.

 2.Şart: Güzel ameller işlemek! Amel demek bir takım kalıplaşmış hareketlerden, ibadetlerden ibaret değildir. Amel; hayatımızda sergilediğimiz bütün hal, hareket, tavır, davranış ve durumlardır. Amelleri, mistik bir şekle indirgeyip, birkaç tane ritüelle sınırlamak demek; Hristiyanlaşmaktan, Yahudileşmekten veya herhangi bir batıl inanca saplanmaktan farkı olmayacaktır. Mümin, hayatının tümünde Allah(cc)’ın boyasına bürünen kimsedir. En başta ahlakıyla, davranışlarıyla, insan ilişkileriyle, tutumlarıyla, işiyle, ticaretiyle; komşu, akraba, arkadaş oluşuyla…

3.Şart: Hakk üzere olmak! Rabbinden gelen en güzel ve en mükemmel dine iman ettiği gibi; bu dinin gerektirdiği şekilde her daim en güzel amellerde bulunacaktır. En güzel şekilde yaşadığı gibi, çevresindekilere de en güzel şekilde yaşamalarına destek ve yardımda bulunacaktır. Davette bulunacak, tebliğ edecek. Bunu, Rabbinden kendisine tevdi edilen bir sorumluluk olarak telakki edecektir.

4.Şart: Sabır üzere olmak! Mümin, Rabbinin emri gereğince en güzel şekilde iman eder. İman ettiği gibi, en güzel ameller üzerinde daim olur. Bu güzel amellerin, içinde bulunduğu çevresinde gelişmesi, nevş-u nema etmesi için çalışıp çabalar. İşte bu süreçte karşılaşacağı her türlü zorluğa, sıkıntıya, engele, çileye vb. durumlara da sabreder. İşte mümin kimse, ancak bu şekilde hüsrandan ari olabilecektir.

            Asr Suresi hakkındaki bu kısa malumattan sonra, şu noktaya parmak basmakta fayda vardır. İslam; fert olsun, cemiyet olsun hayatın tümüne şekil verir, dizayn eder ve istisnasız hükmeder. Hayatta hiçbir boşluk bırakmaz. Hayata dair hiçbir eksikliği olmadığı için; her ne ve kim olursa olsun, başkalarından yardım veya takviyeyi de asla kabul etmez. İslam, Yüce Kudret sahibinden geldiği içindir ki; hiçbir nakısın, beşerin O’na eklemlenme veya müdahale etme yeterliliği de yoktur, salahiyeti de olamaz!

            İnsan, kendisine bahşedilen akıl nimetini gereği üzere kullanmayınca rezil rüsva olmaktadır. Tarih boyunca bu tür rüsvalıklara çokça şahit olunmuştur. Ama ne yazık ki insanoğlu çok cahil, çok zalim ve de çok nankördür. Tarihi seyir içerisinde nice sapkınlıklara saplandığı, nice zorluklara maruz kaldığı, nice helaklere uğradığı halde, yine de çoğu zaman aklını gereği gibi kullanmaktan imtina etmiş, köhneliklere yönelmiştir. Günümüz insanlığın hali de, izaha çalıştığımız bu melül ve zelil halden pek farklı olmamaktadır!

            Aziz Rabbimiz; “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılmayın…!” (Ali İmran,103) buyururken, bu konuda herhangi bir şerh konulmamıştır. Müslümanın sarılacağı, teslim olacağı, ölçü edineceği, kıstas bileceği merci/melce sadece ama sadece hükmullah olmalıdır. Yine izah edelim ki bu konuda hiçbir kısıtlama, sınırlama söz konusu değildir. İslam’da “Sezar’ın hakkı Sezar’a, tanrının hakkı tanrıya!” (Matta, 21) gibi tevhidi bozan bir inanç sisteminden söz edilemez. Bu onlayış olsa olsa ya tahrif olmuş bir dinin ya da şirkin dalaletidir/sapkınlığıdır.

İslam, ata dini de değildir. Hiçbir mümin atasıyla övünme veya yerinme noktasında olmamalıdır. Ancak iman etmiş olan geçmişlerine duada bulunur, onlar için Rabbinden mağfiret diler. Ötesi, her türlü ölçüyü Rabbinden bilir ve alır.  Ama her mümin, yapıp ettiklerinden mutlak bir şekilde sorumludur. “Onlara, Allah’ın indirdiğine uyun! Dendiği zaman; hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, dediler! Ya ataları bir şey anlamamış ve doğruyu da bulamamış idiyseler?” (Bakara, 170)

Unutulmamalıdır ki, bu günün İslam âlemi perişan halin de ötesinde, zillet üzere bir yaşam sürdürmektedir. İman, müminlerin birlikteliğini şart koşar. İzzet; vahdeti her yönü ve şeyiyle zorunlu kılar. Madden, manen, sosyal, siyasal, ekonomik, coğrafik… Vs. gibi hayatın her alanında birlikten, beraberlikten, bütünlükten zerre kadar ödün vermez. Yoksa bir olan Allah(cc)’a inanıyorum demekle ne mümin olunabilir ve ne de ümmet oluşur! Ashabı kiram, bu konuda yegâne ölçüdür.

Zilletin en belirgin göstergelerinden biri de bu gün bir tecrübe olarak gözlerimizin önünde cereyan eden Gazze’dir. Eğer oradaki bir avuç mümin, siyonist çete tarafından soykırıma uğruyor ve Müslümanım diyenler de gücünün tamamını oraya teksif etmiyor, fiili müdahalede bulunmuyorsa; mü’minlikten, Müslümanlıktan, ümmetten söz etmek, havandan su dövmekten daha ahmakça bir iddiadan öte bir şey değildir!

Bu gün ümmeti(!)  oluşturan ellinin üzerinde devletten(!) söz ediliyor. Ne yazık ki her bir devlet(!) de idarecilerinin heva ve heveslerine göre şekil almış, İslam ile uzak-yakın bir bağı kalmamıştır. Her devletin yönetici kesimi, aynı zamanda halkının/tebaasının hayat düsturunu/akidesini kaale almadığı gibi, bu hayat düsturuna engelleme, yasaklama getirenler bile olmaktadır. Ama yine bu devletlerin yönetici kesiminin ekseri kısmının, İslam’ın, düşman olarak buyurmuş olduğu küresel istikbara yanaşma manevralarına utanmadan, arlanmadan devam etmektedirler. Bunun göstergesi de “İİT” olarak lanse edilen, ama istikbarın dümenine su taşımanın ötesinde hiçbir fonksiyonu olmayan teşkilatın icraatlarından görmekteyiz!

Şu anki ümmetin darmadağınık manzarasından, Müslümanlara hiçbir hayır gelmemektedir ve de gelmeyecektir. Ve tarihi süreç içerisinde bu şekilden hayır gelemeyeceği de uzun uzadıya tecrübe edinilmiştir. Dün, Hak’tan uzaklaşarak doğruya vasıl olunmamış ve bugün de olunmaz/olunmayacaktır. Allah(cc)’ın kudretine, şefkatine, adaletine, izzetine, hidayetine… sırt çevirerek, hiçbir şekilde yol alınmaz ve alınamayacaktır.

Bu nedenlerdendir ki:

Bu gün, Müslümanların yeniden bir tarih yazmasının günüdür. Bu gün, Müslümanların kendi hakikatlerine dönüş yapmasının günüdür. Bu gün, Müslümanların ümmet olma bilincini yeniden kuşanmasının günüdür. Bu gün, Müslümanların vahyin gölgesine canı gönülden ve her ne pahasına olursa olsun yeniden gölgelenme, azmetme günüdür. Ya ümmet olarak; oluruz bir! Ya da küresel istikbara yem olur; zillet içinde gederiz bir, bir! Vesselam…

Mehmet TAŞ    08.05.2024