Yahya Sinwar’ın şehitlikle bulduğu izzete göre biz nasılız?

İnanç bağı nedeniyle, kalplerindeki vicdan ve merhamet kırıntılarının etkisiyle “olanların olmamasını temenni edenlerin” gerçekte kendi rahatlarının bozulmamasını, insani ve imani bir yükümlülük hissederek huzursuzluk çekmemeyi talep ettikleri açık değil

Yahya Sinwar, SiyoNaziler tarafından şehit edilerek izzet buldu; onun izzeti karşısında bizim bulduğumuz şey ise zilletimizdeki artıştan ibarettir.

Kelimeleri tüketen, sözü gereksizleştiren bu artışta Yeni Şafak’tan Neslihan Önder ile AA’dan Turgut Alp Boyraz’ın ilettikleri haberlere açığım sadece; kalbim düşünüyor ama aklım karmakarışık…

Neslihan’ın sosyal medyadan ilettiği şu nota takılıp kaldım: “Yahya Sinwar, İsrail tankı tarafından hedef alınmadan önce kolundan yararlanmış ve kendine demir bir telden turnike yaparak, sıfır mesafeden çatışmaya devam etmiş. Her detayıyla inanılmaz.”

Turgut ise diğer şehitlerin sayılarını sıralamış: SiyoNazilerin geçen 24 saatteki Lübnan saldırısında can verenler 145, son bir yılda 2 bin 412 kişi.

Bombalarla, tanklarla, dozerlerle yıkılmadık yapının bırakılmadığı, dünyanın seyrinde hunharca bir soykırımın yapıldığı Gazze’de mazlumların son sığınağı olan çadırlar yakılıyor artık.

Son on sekiz gündür ABD-İsraili’nin engellemesi nedeniyle tek bir lokma gıdanın bile girmediği Gazze’de aç bırakarak öldürülmek de giderek normalleştiriliyor.

Bunlara karşı el-Ezher Üniversitesi’nin cılız bir sesle yaptığı itirazdan başka bir şey yok.

Uluslararası toplumun sessizliği nedeniyle kınandığı el-Ezher bildirisinde, Filistin direnişçinin şehitleri gerçek direnişçiler olarak tezkiye edilip, onların “Düşmanın komplolarını ve saldırılarını püskürten, topraklarını, davalarını ve davamızı savunan, Allah onlara şehitlik bahşedene kadar vatan toprağına tutunan direniş savaşçıları” oldukları belirtiliyor.

Nevzat Çiçek, sosyal medyada hızla yayılan şu sözlerini aktarmış şehit Sinwar’ın:

“Evet ölümden korkuyorum! Yatağımda yaşlı develer gibi ölmekten, kalp krizinden ya da trafik kazasından ölmekten korkuyorum. Allah yolunda dinim, vatanım ve mukaddesatım için ölmekten korkmuyorum. Düşmanımın bana verebileceği en büyük hediye beni öldürmesidir. 59 yaşındayım. Kalp krizi, korona veya felç ile ölmektense şehit olarak ölmeyi tercih ederim.”

Bu gerçekler zilletimize dahil ama onu yoğunlaştıran bir şey daha var:

Katil Netanyahu’nun kanlı dişlerinin arasından sızdırdığı rezil tıslamalar…

Işık, kötülüğü engelleme, adalet, güzel gelecek, barış… vb. insanlık değerlerini bir bir tahrip eden tıslamalar…

Gazze’de hunharca katledilen elli bin masumu, enkazların altında kaybolan yüz bini aşkın canı, üç soysuz Yahudi’nin leşiyle perdeleye çalışan tıslamalar…

Yeni Haçlı seferinde barışı kana ve vahşete, adaleti sömürgeci emellere peşkeş çeken tıslamalar…

Bizlerse o Yeni Haçlıların vekili olan o katilin çirkin diliyle gerçekleri tersyüz ve tahrip edişine, insanlığa bahşedilmiş olan ilahi ve insanlığın kendi tecrübeleriyle kazandığı beşerî değerlerin yerlerine yalanı, sahtekarlığı… ikame edişine karşı güçlü bir itirazı ortaya koyma, değerleri yeniden değerli hale getirme gücüne bile sahip değiliz.

Oysaki inananlar için hakikati kuran ve değişmeyen Sünnetullah bellidir: Râd sûresinin 11. ayetine bakınız!

Allah’ın hem kendi katından hem de melekleri yoluyla indireceği yardıma layık olmanın şartlarını unuttuğumuz halde, “Allah’ın da bir hesabı vardır” sözüyle O’nun bizim tarafımızı tuttuğunu ima etme gafletimiz, “kendi durumunu değiştirmeyen toplumlar değiştirilmez” hükmüne bitiştiğinde zilletimizle birlikte daha da koyulaşıyor.

Hakikat güçlü bir ışıktır ancak ona layık zihinlerden başkasını aydınlatmaz.

HAMAS’ın ABD-İsrail ablukasını yarmak için canını dişine takarak yaptığı 7 Ekim harekatını, hâlâ “Onlar onu yapmasalardı iş bu noktaya gelmeyecekti” sözüyle objektif olarak yorumladıklarını sananlara, son bir yıl yıllık vahşetin 1948’den beri Filistin’de gözlerden saklanarak gün be gün sergilenen vahşetin bir devamı olduğunu nasıl anlatmalı?

İnanç bağı nedeniyle, kalplerindeki vicdan ve merhamet kırıntılarının etkisiyle “olanların olmamasını temenni edenlerin” gerçekte kendi rahatlarının bozulmamasını, insani ve imani bir yükümlülük hissederek huzursuzluk çekmemeyi talep ettikleri açık değil mi? Dolayısıyla onların “O olmasaydı, bu olmazdı” yaklaşımlarının Katillerin yalanlarından, insani değerlerin tahribinden beslendiğini de hatırlatmaya gerek var mı?

Meselemiz yakınmak değil. Konumuz bağlamında yakınmak tedbiri düşünmekten vazgeçme halidir. Tedbirden kastımız Râd sûresinin 11. ayetindeki mananın ta kendisidir: Sünnetullah’tan öte bir tedbir ve Allah’tan öte bir müdebbir yoktur.

Bundan hareketle, HAMAS’ın direnişini, küfrün iyi gösterdiği halleri yaşamakla pas tutmuş kalplerimizi temizlemeye bir sebep olarak idrak etmeyi başlı başına bir tedbir olarak göremez miyiz?

Bilemiyorum, kalbimin düşündüğünü ama aklımın karmakarışık olduğunu söylemiştim!

Peki, sizler kalbinize bakarak aklınıza danıştınız mı?

Nasılsınız?

Ömer LEKESİZ - Yenişafak

MAKALELER Haberleri

Yeni düzen nasıl gidiyor Bay Bibi?
Paradigmanın iflası: "Ortalık karıştı, düzen bozuldu..."
Üstat
Amerikan İstisnacılığının Sonu
Peki, Turan İtil ABD’den neden Türkiye’ye dönmüştü?