Yaklaşan fırtına ve mevcudu aşmak

Nasuhi Güngör

Jeopolitik avantajlar, ona sahip olan ülkeyi sorunlar karşısında hazırlıklı ve ayrıcalıklı kılar. Diğer yandan karşısına çıkan imkan ve fırsatları değerlendirme konusunda da fark yaratır. Bu ayrıcalıklar, o ülkenin zihinsel hazırlıklarının da zeminidir. Bu avantajların farkında olmak politika inşası için ayrıca önemlidir.

Rusya, Ukrayna’yı işgale başladığında savaşın geleceğine yönelik öngörüler, iki ülkenin küresel ölçekteki pozisyonlarını esas alan taraftarlıkların ötesine geçemedi çoğunlukla. Daha ilk andan itibaren savaşın gidişatına dair farklı bir pozisyon alan en dikkat çekici ülke Türkiye oldu.

DİPLOMASİNİN ORTAK ADRESİ

Savaşın ilk döneminde Ankara’nın oluşturduğu diyalog zeminleri ve diplomatik süreçler, Rusya ve Ukrayna tarafında olduğu kadar küresel ölçekte de karşılık buldu. Devamında “Tahıl Koridoru”yla Türkiye yine dünyaya önemli bir katkı sundu ve başarılı bir süreç yönetti.

Hatırlamakta yarar var. Türkiye bunları NATO üyesi olarak, ama aynı zamanda Rusya’yla uzun yıllardır iyi ilişkiler kurduğu bir dönemde yaptı.

Bölgemizdeki hengâmenin ortasında biz unutmaya hazır olsak da Ankara’nın arabulucu ve denge kuran rolü hala çok kıymetli. Dahası yakın gelecekteki pek çok krizde de benzer roller oynamaya aday. Ancak bu defa kuracağımız her denge, doğrudan kaderimizi belirleyecek.

YAKLAŞAN FIRTINA

Bugün İsrail’in merkezinde olduğu ve ABD tarafından açık biçimde desteklenen planın kaosa sürüklediği bölgede, Türkiye’nin ne yaptığı ve yapacağı, Rusya-Ukrayna krizinden çok daha büyük değer taşıyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İsrail saldırganlığı ve işgalciliğinin ortaya çıkardığı tehditler karşısında yaptığı tanımı, sıradanlaştırma ve iç politikaya yönelik bir hamle gibi görme çabalarını sadece şu nedenle anıyorum. Yaklaşan fırtına karşısında “iç cepheyi sağlamlaştırmak” olarak tanımlanan yaklaşım, sahip olduğu stratejik önem kadar doğru anlatılabilmiş değil.

TÜRKİYE’NİN ABD VE RUSYA PERSPEKTİFİ

Türkiye’nin bir diğer avantajı, bir yandan ABD’nin hızla çöktüğü yönündeki tezlere; diğer yandan Ukrayna’yla savaşmaktan yorgun düşen Rusya’nın küresel aktör olmaktan çıktığı iddialarına aynı ölçüde mesafeli olması. Dolayısıyla bölgemizde ortaya çıkan (dayatılan) değişimle ilgili pozisyon alırken bu dengeleri doğru değerlendirecek soğukkanlılıkta.

Kaç haftadır tartıştık, tekrar etmek istiyorum. Tüm bu dinamiklerin parantezindeki en hassas başlık ise elbette Suriye.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Londra’da meslektaşımız Hande Fırat’a yaptığı değerlendirmeler, Ankara’nın Suriye zeminindeki kaygılarının hala çok yüksek olduğunu gösteriyor: “Temas ve konuşma ayrı yöntemlerdir. Suriye açısından, sahici bir konuşma Suriyeli muhaliflerle olmalı. Bizim temennimiz, Esad’ın kendi muhalefeti ile anlaşması. Ancak anladığımız kadarıyla kendisi ve ortakları, muhalefetle anlaşmaya ve büyük bir normalleşmeye hazır değil.” (Hürriyet, 3 Kasım 2024)

TERÖRÜN SURİYE AYAĞI

Elbette Türkiye açısından asıl sorun, PKK uzantısı terör yapısının Suriye’de kontrol ettiği alanlar ve buna ABD tarafından verilen destek. Aynı söyleşiden buna dair değerlendirmeyi aktaralım: “Biz her görüşmemizde Amerikalı muhataplarımıza Suriye’de terör örgütü ile yaptıkları işbirliğini bitirmeleri gerektiğini hatırlatıyoruz. Bunu karşılıklı görüşüyor hale gelmemiz, nispi de olsa bir mesafe alındığının göstergesi olarak yorumlanabilir.”

22 Ekim tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı konuşmayla gündemin merkezine oturan söylemin, etrafımızdaki çatışma alanları ve tehditlere dair bir hamle olduğu çok açık.

HIZLI, AMA TELAŞSIZ

Peki Türkiye’nin Suriye’ye yönelik hamlesi nasıl şekillenecek?

Bu hamlenin sürükleyici boyutunun Türkiye-Suriye arasında devlet başkanları düzeyindeki bir görüşme olacağını düşünenler çoğunlukta. Zaten son birkaç yıldır şekillenen stratejimizin önemli hedeflerinden birisi de bu.

Ancak burada hızlı davranmakla, telaş etmek arasında büyük fark var. Şam rejiminin büyük krizlerde ortaya çıkan beklenmedik hamleleri ve yeni ittifaklar kurma yeteneği dikkatten uzak tutulamaz. Ayrıca sanki kendisine yönelik tehditler yokmuş gibi davranması da sadece el yükseltmeye yönelik.

İşin PYD-YPG tarafında ise yeni Amerikan yönetiminin izleyeceği politikaların yanısıra, Ankara’nın 1 Ekim’deki el sıkışmayla başlayan adımlarının nereye ilerleyeceği belirleyici olacak. Mevcudun üzerine çıkmak gerektiğini Devlet Bahçeli ortaya koydu. Sonrası nasıl ilerleyecek, birlikte takip edeceğiz.