Yargıtay’da yeni dönem

Elif Çakır

Yargıtay üyesi Mustafa Kurtaran’ın Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin “başkanlık” seçimlerini kazanması sıradan bir olay değil, bilakis önemli bir gelişmedir. Çünkü Kurtaran, “Artık bu daireden operasyonel kararlar çıkmayacak, önemli dosyaları dairenin tüm üyeleriyle oturup birlikte karar vereceğiz. Özel heyetler kurmayacağız” vaadiyle bu seçimleri kazandı 3. Daire Balkanı seçildi.

Hatırlarsınız; 3. Daire, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay hakkında verdiği “ihlal var” kararını reddetmekle kalmayıp, AYM kararının “hukuki değer ve geçerliliğinin” olmadığına hükmetmişti! Hatta üstüne üstlük bir de “AYM bu kararıyla dairemizi tehdit etti” diyerek AYM üyeleri hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına suç duyurusunda bulunmuştu.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi o açıklamasında şöyle demişti:

"Bugüne kadar birçok terör örgütü veya üyesi tarafından hem sosyal medya hem de yazılı ve görsel basın üzerinden ya da ilk derece yargılamaları veya temyiz incelemesi sırasında gönderilen dilekçelerle sürekli tehdit edilen Dairemiz üyelerinin, bir de Anayasa Mahkemesi tarafından bu şekilde tehdit edilmesi de esef verici ve manidar bulunmuştur.” (8 Kasım 2023)

Hatta 3. Daire’ye göre, AYM, Can Atalay hakkında verdiği “hak ihlali var” kararlıyla aynı zamanda FETÖ liderine de Murat Karayılan’a da Meclis yolunu açmış oluyordu!

Anayasa Mahkemesi’ne bu akıl almaz suçlama ülkemizde hiçbir hukuk bilgisi olmayan siyasetçiler tarafından değil, ülkemizin yüksek mahkemesinin yargıçları tarafından yapılmıştı.
Yargı kurumları arasında yetki, görev uyuşmazlıkları çıkabilir. İki yüksek mahkeme arasında uyuşmazlıktan dolayı anlaşmazlıklar yaşanabilir elbette.

Ama son bir yılda yaşanan hukuk krizinin iki mahkeme arasında yaşanabilecek “yetki ve görev uyuşmazlığı” ile alakasının olmadığı, Yargıtay Ceza Dairesi’nin AYM’ye siyasi içerikli bir savaş açtığı somut bir şekilde ortadaydı.
***
Yargıtay 3. Ceza Dairesi ortaya çıkardığı bu yargı kriziyle ülkemizde zaten hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesine ciddi zarar vermekle kalmadı aynı zamanda yargıdaki siyasallaşmanın vahim boyutunu da ortaya koydu.

Çünkü terör, darbe davalarında olduğu gibi siyasi içerikli davalarda da nihai kararları Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi veriyor.
Nihai hükmü vermesi nedeniyle siyasi davalarda verdiği kararlar aynı zamanda yargıdaki siyasallaşmayı ortaya koyuyor.

Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, gazetemizin yazarlarından hukukçu Taha Akyol’a verdiği röportajda “Yargının tarafsızlık ve bağımsızlığının test edildiği yer kuşkusuz siyasi davalardır” demişti. (11 Kasım, 2019)

***
Eski AYM Başkanı Prof. Zühtü Arslan Anayasa Mahkemesi’nin 53. Kuruluş Yıldönümü konuşmasında bu tehlikeye dikkat çekerek şöyle demişti:

“Yargının kurumsal anlamda siyasal organların etkisi altında kalması ve siyasi mülahazalar ekseninde ayrışması büyük bir tehlikedir. Bu anlamda yargının siyasallaşması hukuk devletinin sonu olur. Diğer yandan yargının bir vesayet organı gibi davranarak, siyaseten alınması gereken kararları alması da siyasetin yargısallaşması tehlikesini doğurur. Siyasetin yargısallaşması ise demokrasinin sonu olur. Dolayısıyla yargının siyasallaşması ve siyasetin yargısallaşması demokratik hukuk devleti için aynı ölçüde tehlikelidir. Yargının vesayet ve siyasetle ilişkisini normalleştirmenin ve yargı bağımsızlığını sağlamanın en önemli anayasal araçlarından biri hiç kuşkusuz güçler ayrılığı ilkesidir.” (27 Nisan 2015)

Elbette bizde yargı hiçbir zaman tam anlamıyla bağımsız ve tarafsız olmadı. Ama yargı bugünkü kadar bağımlı ve taraflı olmadı. Yargının siyasallaşması bugünün sorunu değil ama yargıdaki siyasallaşma hiç bu kadar vahim boyutlara ulaşmadı.

Anayasa Mahkemesi ilk kez iktidar siyasetçileri tarafından hedef alınıyor değil.

Ama ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi ülkemizin yargıçları tarafından açıktan iktidar siyasetçilerinin tıpa tıp söylemleriyle hedef alındı.


***

Hakkını teslim edelim ki Yargıtay’ın bu dairesinden, özellikle isminin 16. Ceza Dairesi olduğu dönemlerde hukuk tarihimize onurla geçecek kararlar da çıktı. 15 Temmuz darbe kalkışmasının ardından ülkemizin içine girdiği sıkıntılı iklimde, yerel mahkemelerin bir uçtan diğer bir uca savrulan kararlarının pek çoğu Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nden döndü. İlk derece mahkemeleri özellikle FETÖ davalarında, neredeyse dosyalara bakmadan sanık sandalyesine oturanlar hakkında verdikleri “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezalarının çoğu Yargıtay 16. Ceza Dairesinden döndü. Hakeza yerel mahkemelerin askeri öğrenciler, erler, tatbikat var diye komutanların emriyle sokağa çıkanların tamamı hakkında verdikleri ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları yine Yargıtay’dan döndü.

Ortalığın toz duman olduğu dönemde 16. Ceza Dairesi ülkemizdeki sıkıntılı iklime kapılmadan verdikleri kararlar ile “darbeye teşebbüs” suçunda “cebir ve şiddet”in olmazsa olmaz bir unsuru olduğunu söylediler.

Yargıtay’ın aynı adiresi yaptığı “örgüt üyesi” tanımı ile sempatizanlığın suç olmayacağını belirtti. Bank Asya mevduatının ve ByLock’un hangi şartlarda suç delili sayılabileceğini gösterdi.

İçinden geçtiğimiz zorlu konjonktürde hukuk tarihine altın harflerle geçecek kararlara imza attılar. Elbette kendi içtihatlarıyla çelişen kararlar da verdiler. Nitekim bu kararlarını eleştirdim…

Ancak gelinen noktada bugünkü adıyla Yargıtay 3. Ceza Dairesi, iktidarın yakından takip ettiği dosyalarda karar verirken hukuka değil iktidara bakmıştı. Can Atalay ve Gezi Davası bunun en güzel, en somut örneklerinden biriydi.

Aynı nitelikte, Canan Kaftancıoğlu dosyasını da unutmamak lazım.

***

3. Ceza Dairesi’ndeki “başkanlık” seçimini, “Artık bu daireden operasyonel kararlar çıkmayacak, önemli dosyaları dairenin tüm üyeleriyle oturup birlikte karar vereceğiz. Özel heyetler kurmayacağız” vaadinin kazanması işte bu yüzden önemlidir.

Mustafa Kurtaran’ın seçimi kazanması ülkemizde bir hukuk geleneğinin olduğunu, yargıdaki siyasallaşma vahim boyutlara ulaşsa da yine de hukuk adamı kimliğine sahip çıkan yargıçlarımızın olduğunu, yargı organlarında yine de kurum kültürünün var olduğunu gösteriyor.
Bu görüşümü bu kadar bu kadar net bir şekilde yazmamın nedeni, Yargıtay içindeki kaynaklarımın Mustafa Kurtaran hakkındaki kanaatleridir.

Mustafa Kurtaran’a oy veren üyeler Kurtaran’ın bu taahhüdünü yerine getireceğini, hukukun üstünlüğü ilkesinin kırmızı çizgisi olduğunu ve asla “devletin âli menfaati” mantığıyla “operasyonel” hareket etmeyeceğini, hak, hukuk adalet konusunda asla taviz vermeyeceğini, iyi bir demokrat, entelektüel birikime sahip iyi bir hukukçu olduğunu söylüyorlar.

Demek ki ülkemize, hukuka, adalete dair umutlanabiliriz.