Yeni Süreç, Yeni Yüzyıl

Mesut Yeğen

Cumhuriyet’in öncesine giden bir tarihi de var doğru ancak Cumhuriyet’i bir tür sıfır noktası kabul edecek olursak, Cumhuriyet ve Kürt meselesi yaşıt. Kurulduğu 1923’le Kürtleri tanımadığını beyan ettiği 1924 Anayasası arasında bir, gerçekleşmesinin ardından Kürt şehirlerinin neredeyse hep olağanüstü halle ya da “tedbir devletiyle” yönetildiği büyük Kürt isyanı arasında ise iki sene var Cumhuriyet’in. Hülasa, 2025 itibarıyla, Cumhuriyet ve Kürt meselesi her ikisi de 100 seneyi devirmiş, bir yüzyılı geride bırakmış durumda. 

Açılışı 1 Ekim’de Bahçeli’nin Tuncer Bakırhan’la tokalaşmasıyla yapılan yeni süreç olmasaydı Cumhuriyet Kürt meselesiyle birlikte yaş almaya, ikinci yüzyılını da Kürt meselesiyle geçirmeye yatkın görünüyordu. Cumhuriyet 90’ıncı senesinde Kürtleri tanımaya, Kürt meselesini de halletmeye kalkacak gibi olmuş ancak malum nefesi yetmemiş, ardından yaşananlar da Kürt meselesiyle geride kalan 90 sene nasıl uğraşılmışsa öyle uğraşılmaya kararlı olunduğunu göstermişti. İşler henüz çok taze, henüz hiçbir şey nihayetlenmiş değil, lakin Bahçeli’nin öncülüğünde başlayan yeni süreç, 40 senedir süren son Kürt isyanının, Cumhuriyet’in ilk Kürt isyanının üzerinden tam 100 sene geçtikten sonra, nihayet sonlanabileceğine işaret ediyor. Yeni süreç, Cumhuriyet’in Kürt meselesini geride bırakarak yaş almayı deneyebileceğini, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına Kürt meselesinin ikinci değil, yeni yüzyılının eşlik edebileceğini gösteriyor.

Peki ne oldu da Cumhuriyet daha 30 Eylül’de Kürt meselesiyle geride kalan 100 senede nasıl uğraştıysa öyle uğraşma enerjisine ve özgüvenine sahip görünürken 1 Ekim’de yeni bir paradigmaya, kardeşlik paradigmasına geçmeye hazır olduğunu duyurdu? 40 senelik Kürt isyanının silahlı kısmının Türkiye’deki aksamını neredeyse sıfırlamış, yasal kısmını da kilit siyasi aktör olmak vasfından mahrum etmişken, neden yeni bir paradigmanın imkânını yoklama ihtiyacı duydu Cumhuriyet? Kürt meselesinin Suriye kısmında zemin 8 Aralık’ta Türkiye lehine değiştiği halde hem de…

1 Ekim’den sonra yazdığım ilk yazıda bütün bu değişimi Erdoğan’a yeniden aday olma imkânını sağlayacak bir tezgâh olarak görmenin biraz çocukça olduğunu, olan biteni anlamak için 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısının ardından bölgede oluşmakta olan yeni nizama bakmak gerektiğini öne sürmüştüm. Geride kalan üç ay, söz konusu değişimin Cumhuriyet’in Kürt meselesinin ilk etapta Suriye ve Irak’taki seyrini etkilemesi kaçınılmaz görünen bu yeni nizama hazırlanma adımı olduğunu teyit etti. İşler nereye gider, nihayete erer mi emin değilim, ancak 1 Ekim’de başlayan sürecin Cumhuriyet’in bölgede oluşmakta olan yeni nizama verdiği bir cevaptan başka bir şey olmadığı nazarımda artık daha net. Kardeşlik paradigması denilerek girişilen işler Cumhuriyet’in değişen çevresine ‘uyarlı’ tepki vermek girişiminden başka bir şey değil. Açıklamaya çalışayım…

İran Olmadan 

Eski nizamla başlayayım. Kürt meselesi ya da Kürtlerin meskûn olduğu ülkeler odaklı ve ayrıntılarda oyalanmayan bir perspektifle bakıldığında eski nizamı iki büyük dönem üzerinden incelemek mümkün görünüyor: Birinci Dünya Savaşı sonundan Birinci Körfez Savaşı’na kadar olan ilk dönem ve Körfez Savaşı’ndan 7 Ekim 2023’e kadar olan ikinci dönem. İlk dönemin esas özelliği şuydu: Kürtlerle meskûn dört ülkede devletler kendi Kürt vatandaşlarıyla tekçi ulus-devlet mantığıyla ilgilenecek, Kürtleri eritmeye, ehlileştirmeye, seyreltmeye çalışacak, bu esnada diğer ülkelerdeki Kürtlere de bakar olacak ve Kürt meselesince sıkıştırıldıklarında bir diğerine yardım edeceklerdi. Kürtleri içeride eritmeye dışarıda da ‘kollamaya’ dayanan ve bu arada Sadabat ve Bağdat Paktlarına yol veren bu nizam 1970’lerden sonra İran ve Irak’ın bir diğerine, Suriye’nin de Türkiye’ye karşı Kürt kartını kullanmaya başlamasıyla beraber kısmen sarsıldıysa da bozulmadı. 1970-1974 arasında Irak’taki özerklik halinin yarattığı kesinti hariç tutulursa, Kürtlerle meskûn ülkelerin devletleri 1991’e kadar aşağı yukarı aynı şeyi yaptı: İçerideki Kürtleri eritmek, dışarıdakileri kollamak. Birinci Dünya Savaşı sonunda belirip 1926 Ankara Anlaşması’yla mühürlenen ve Soğuk Savaş’ın bile çok zayıflatamadığı bu esas ancak 1991’den, Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra değişti.

Eski nizamın 1991’le açılıp, 2003 İkinci Körfez Savaşı ve 2011 Suriye Savaşı’yla devam eden ikinci döneminin esası ise şu oldu: Türkiye ve İran, Irak ve Suriye devletlerinin çökmesiyle oluşan boşlukta ‘özgürleşen’ Kürtleri sınırlamaya girişti. Malum, Körfez Savaşlarının ve Suriye Savaşı’nın sonuçlarından biri, bu iki ülkedeki Kürtlerin kendi yönetimlerini kurmaları, Irak’ta hukuken Suriye’de ise fiilen bir ‘statüye’ kavuşmaları oldu. Bu iki savaşı durdurmak ya da sonuçlarını bütünüyle kontrol edebilmek kapasitesinden mahrum olduklarından, Türkiye ve İran, Kürtlerin Irak ve Suriye’de elde ettiklerinden daha fazlasını elde etmelerinin önüne geçmeye, elde etmiş olduklarını da zayıflatmaya girişti. Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık referandumu sonrasında yaşadığı kayıplar ve Suriye Kürtlerinin Afrin’den çekilmek zorunda kalması bu türden işlerden oldu. Özetle, eski nizamın bu ikinci döneminde, İran ve Türkiye kendi Kürtlerini eritme siyasetine devam ederken, Irak ve Suriye Kürtlerini kollama siyasetinden uzaklaştı. Irak ve Suriye devletleri çöküp de bu iki ülkedeki Kürtler ‘özgürleşince’, İran ve Türkiye güçleri yettiğince çöken bu iki devleti ikame etmeye, Irak ve Suriye Kürtlerini bizzat sınırlandırmaya koyuldu. Başka deyişle, eski nizamın ilk döneminin harici Kürtleri ‘kollama ve gözetim altında tutma’ siyaseti yerini ‘bizzat sınırlandırma’ siyasetine bıraktı. İran ve Türkiye’nin bir diğerini kollayarak, işbirliği ve rekabetle icra ettikleri bu siyaset kendileri açısından fena bir sonuç üretmedi: Irak Kürdistanı’ndaki Erbil Süleymaniye ayrılığı pekişti, Kerkük ve ‘tartışmalı bölgeler’ bir kez daha Kürtlerin elinden çıktı, Suriye Kürtleri Fırat’ın doğusuna çekildi ve Tel Abyad’ı boşalttı vs. 

Körfez ve Suriye savaşları nasıl eski nizamın ilk dönemini kapattıysa, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten sonra başlattığı tanzim dalgası da bu nizamın ikinci dönemini kapatmış görünüyor. İran’ın bölgedeki nüfuzunun Lübnan’dan başlayarak adım adım çökmesi, Türkiye ve İran’ın bir diğerini kollayarak giriştikleri Irak ve Suriye devletlerini ikame etme ve Kürtleri bizzat sınırlandırma siyasetini sürdürmeyi imkânsız kılmışa benziyor. 7 Ekim 2023’le 8 Aralık 2024 arasında olanlar şuna işaret ediyor: İran mecburen Irak ve Suriye devletlerini ikame etme işinden çekilirken, Türkiye bu iki devleti ikame etme ve buralardaki Kürtleri kontrol etme işini tek başına yürütemeyecek. İki sebepten: Irak ve Suriye Kürtlerini aynı anda bizzat sınırlandırmak kolay iş değil ve İran’ın çekilmesiyle oluşan boşluğu ABD, Körfez, İsrail ve AB doldurmaya çalışıyor. Hülasa, Türkiye 7 Ekim 2023’le beraber Irak ve Suriye Kürtlerini özgürleştiren boşluğu doldurma işindeki ‘güvenilir’ partnerinden mahrum olmuş durumda ve yeni partnerler söz konusu boşluğu doldurma işinde İran’la aynı kafada değil, en azından şimdilik. 

Kürt meselesini kuşatan eski bölge nizamını ve potansiyel yeni nizamı böylece resmettikten sonra 1 Ekim’de birdenbire başlamış görünen yeni sürecin arkasında ne var sorusuna cevabımı şöyle yenileyebilirim: Kürt meselesini kuşatan eski nizamın ikinci dönemi kapanıyor, bölge İransızlaşıyor, hepsi bu. Bölgenin İransızlaşması, Cumhuriyet’i Kürt meselesinde yeni bir paradigmanın imkânlarını yoklamaya sevk etmiş görünüyor, olan biten bu. Türkiye, bölgenin İransızlaşmasıyla oluşan boşluğu Kürtleri tek başına sınırlandırarak dolduramayacağını, bunu yapmaya kalkarsa Kürtlerle arasında onulmaz yaralar açabileceğini gördüğü için Kürt meselesinde ‘yeni bir yüzyıla’ geçme denemesi yapmaya karar verdi. Gördüğüm bu. 

Yeni Yüzyıl, Yeni Paradigma

Şimdi soru şu: Niyet tamam da, ya akıbet? Türkiye Kürt meselesinde yeni bir paradigmaya geçip, Kürt meselesinin ikinci yüzyılını Kürt meselesinde yeni bir yüzyıl kılabilir mi? Zamanımızın sorusu bu. 

Kısa yoldan cevabım şu: Çok zor ama imkânsız değil. Son üç ayın gelişmelerinden anladığım Rojava tümseği atlanabilir, Kürt meselesinin silahlı aksamını önemsizleştirip, siyasi kısmını öne geçirecek silahsızlanma, en azından çağrısı, gerçekleşebilir. Diğer deyişle, yeni paradigmanın açılış adımları atılabilecek gibi görünüyor. Ne var ki, açılıştan sonra ne olacağı, yeni paradigmanın Kürt meselesinde eski paradigmaya dönmeyi imkânsız kılacak biçimde güçlendirilip güçlendirilmeyeceği belirsiz. Kardeşlik paradigması, kardeşlik ve eşitlik paradigmasına evrilir mi belli değil.

Türkiye’nin 100 senelik alışkanlıklarına, yönetim kültürümüze sinmiş “mecbur kalınca yol değiştirme, mecburiyet kalkınca bildik yola dönme” eğilimlerine, iktidar ortaklarının çoğulculuk, eşitlik, demokrasi gibi mefhumlara olan uzaklıklarına filan bakınca yeni paradigma yerleşir, yeni paradigmada kalınır demek hiç de kolay değil. Hele de Suriye’deki rejim değişikliğinin “bölgede Sünnilerle bir gelecek kurmak fırsatı doğdu” fikrine yol açmış olabileceğini de hesaba katınca. Devletin ve iktidarın yatkınlıklarını ve oluştuğuna hükmedilen yeni imkânları birlikte düşününce, iktidar İran’dan kalan boşluğu zamanla ve sabırla bölge Sünnileriyle birlikte doldurma yoluna meyledebilir. Bu olursa yeni paradigma filan lafta kalır tabii ki. 

Öte yandan, Kürtleri bu kez de Sünnilerle sınırlandırmak için lazım gelen kapasiteyi oluşturmanın zorluğu, diğer deyişle, İran’dan kalan boşluğun, Sünnilerin meyyal olanlarıyla bile kapatılamayacak kadar büyük oluşu ve Türkiye’nin bölgedeki yeni partnerlerinin Kürtleri Sünnilerle sınırlandırma yoluna taş döşemek için çalışacak görünmeleri, iktidarı yeni paradigmada kalmaya teşvik edebilir. Türkiye’nin Kürtleri eritmek ve sınırlandırmak için 100 senede harcadığı enerjinin manasızlığı yanında Kürtlerle kardeşleşip eşitlenmenin yaratacağı imkânların büyüklüğü de yeni paradigmanın çekiciliğini artırabilir. 

Umalım ikincisi olsun. Umalım Cumhuriyet Kürt meselesi olmadan yaş alsın.