Türkiye, 1 Ekim’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı günden bu yana 22 gündür Devlet Bahçeli‘yi tartışıyor.
Meclisin açılış günü, DEM Parti milletvekillerinin elini sıkmasıyla başlayan süreç, beklenmedik bir hızla önemli bir noktaya gelmiş durumda.
Bahçeli, meclis grubundaki son konuşmasında çıtayı en yükseğe koydu.
Devlet Bahçeli, şunları söyledi:
Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın.
Devlet Bahçeli’nin bu kadar cesur bir çıkış yapması, Türkiye’de siyaset erbabının neredeyse hiçbiri tarafından tahmin edilmiyordu.
Peki neler oluyor?
Adım adım o günden bugüne gelişmeleri takip ediyoruz; anlayabildiğimiz ve bilgi edindiğimiz kadarıyla yorumlar yapıyoruz.
Öncelikle, gelinen noktadaki tartışmaları tekrar etmeye gerek yok.
Türkiye, içeride ve dışarıda sıkışmış durumda.
Yeni bir Suriye şekillenmesi söz konusu.
İsrail tehdidi var; Lübnan, Filistin meselesi ve Gazze durumu da gündemde…
Türkiye’nin içinde ekonomi hâlâ toparlanamadı; kötü gidiyor.
İktidar kan kaybediyor. Tayyip Erdoğan, yeniden seçilmek istiyor.
Bu noktada, Kürtleri yanına almak, özgür özerkliğe yakınlaşmak ve başkanlık ya da güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda tavizler vererek bir anayasa değişikliğine gitmek için onlara yaklaşıldığı yorumları yapılıyor.
Ancak ben, esas meselenin PKK‘nın silah bırakması ve sonrasında demokratik mücadelenin başlaması olduğunu defalarca söyledim. Bunları tekrar gündeme getirmeyeceğim.
Olan bitenleri anlama açısından, birkaç görüşümü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birinci madde: Bu çıkış, Devlet Bahçeli’nin veya MHP kurmaylarının tek başına aldığı bir karar değil.
Siyasi bilgimiz ve tecrübemiz, burada AK Parti, MHP, Erdoğan, Devlet Bahçeli ve Türkiye’deki devlet kurumlarının -isterseniz buna Milli Güvenlik Kurulu da diyebilirsiniz- ortak bir karar aldığını gösteriyor.
Böyle önemli bir hamle, ölçülüp biçilmeden, belli bir uzlaşma olmadan siyaset sahnesine sürülemez.
İkinci madde: İmralı’da, Abdullah Öcalan ile ciddi görüşmeler yapılıyor. Ancak bunların sonucunda bir mutabakat ve yol haritası olmadan ilerlemek mümkün değil.
Anlaşılan o ki, bu diyaloglar sonucunda Öcalan ile bir yol haritası üzerinde anlaşılmış.
Üçüncü madde: Önümüzdeki süreç nasıl şekillenecek?
Öncelikle aile ve avukatlar giderek ön beyanatlar verecek.
Bu durum, hem olumlu hem de olumsuz tepkilere yol açacaktır.
Ardından bu yol haritasına devam edilecektir.
Bahçeli’nin sesi meclis çatısında çınlarken, Yeniden Refah Partisi, Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi, Büyük Birlik Partisi, Mustafa Destici, Doğu Perinçek ve Vatan Partisi, bu çıkışa şiddetle tepki gösterdiler.
Lehte ve aleyhte tepkiler devam edecek.
Bugün de İYİ Parti Genel Başkanı Musavat Dervişoğlu, zehir zemberek bir açıklama yaptı.
Ana Muhalefet Partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ise, Özgür Özel’in öncülüğünde önce Edirne’ye gitti, ardından bugün Diyarbakır’dan başlayarak Doğu ve Güneydoğu gezisine çıktı.
CHP’nin yaklaşımı olumlu: “Sürece katkı sunacağız. Kürtler, Türkiye’de sorunumuz var dedikçe, Kürt sorunu vardır. Ne yapılması gerekiyorsa, meclis çatısı altında demokratik yollarla bunun çözülmesi için elimizden gelen gayreti göstereceğiz” dediler.
Bu çok önemli. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi, sadece “yüzde yarım”lık “çeyrelik” bir parti değil; çok eski bir parti ve her şeyden önemlisi ana muhalefet partisi.
Gücü itibarıyla ve aldığı oy oranıyla bugün CHP, anketlerde birinci parti olarak çıkıyor. Bu da oldukça önemli.
Şimdi, bu yol haritasında kimlerin karşı çıkacağı ve kimlerin destekleyeceği ayrı bir hesap.
Burada uluslararası dengeler gündeme geliyor.
Şimdi soru şu:
Türkiye, bu yeni hamleyi sadece silahların susturulması, yani PKK’nın Türkiye’ye karşı silahlarını bırakma operasyonu olarak mı görüp orada duracak, yoksa bu sağlandıktan sonra Özgür Özel’in de altını çizdiği gibi, Kürt sorununun çözümü noktasında ileriye dönük demokratik kanalları işletecek bir süreç Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında başlatılacak mı?
Eğer başlatılırsa, bu çok iyi olacak.
Başından beri şunu söylüyoruz:
Silahların susturulması ayrı bir şey, susması ayrı bir şey; Kürt sorununun çözümü ayrı bir şeydir.
Silahların susturulmasında 2 yol var:
- Güvenlikçi yol
- Müzakereler.
Yani temaslar doğrultusunda PKK’nın lideri Abdullah Öcalan tarafından bu işin sona erdirilmesi.
Ancak mesele sadece böyle görülürse ve TBMM çatısı altındaki demokratikleşme süreci ihmal edilirse, ne yazık ki bütün bu çabalar boşa gider.
Diğer bir soru da şu:
Peki, kimler destekleyecek, kimler karşı çıkacak?
Siyasi partileri saydık; kimler destekliyor, kimler karşı çıkıyor?
Ancak bu mesele, yalnızca Türkiye’nin işi değil.
Suriye, Irak, İran, ABD, Almanya, Avrupa devletleri ve NATO gibi birçok boyutu var.
Eğer Türkiye, şu an içinde yer aldığı İngiltere, Çin ve İran ekseninde kalarak ABD ve Avrupa’yı bu işin dışında tutarak bir yol izlemeye kalkarsa, bu işe karşı çıkanlar daha fazla olacaktır.
Çünkü Kürt siyasetinin Avrupa’daki ana gövdesi büyük oranda Avrupa Birliği ve Almanya’nın kontrolü altında. Kandil ise büyük ölçüde İran’ın kontrolünde.
Suriye’de ABD var. Bu çevreler, Abdullah Öcalan’ın veya Türkiye Devleti’nin bu hamlesini boşa çıkarmaya çalışacaktır.
Demokratik Parti içinde de ciddi bir yapı mevcut; Türk solu ve Ali’siz Aleviliği savunan geniş bir Alevi kitlesi var.
Ancak Türkiye, bu dengeleri gözeterek, Yeni Ortadoğu’da ABD ve Avrupa Birliği’ni hesaba katarak, ilişkiler geliştirerek ve ABD’nin Suriye’den çekilmesi sonrasındaki yeni yapının taşlarını döşeyerek giderse, karşı çıkmalar azalabilir.
Şu an için bunun detaylarını şahsen bilmiyorum.
Yani bilen varsa, buyursun anlatsın, biz de bilgilenelim.
Ancak söyleyebileceğimiz şey şudur:
Kim destekliyor, kim desteklemiyor, ne yapılmak isteniyor, işte Kürtler bir kez daha kandırılıyor.
Kürtler, demokrasi güçlerini satıyor.
Bu, Türk solunun ve belli bir kesimin yeminli AK Parti ve İslam düşmanlarının bir standart eleştirisi.
Çünkü 2013 Nevruz’unda Abdullah Öcalan’ın bu yöndeki beyanatını da boşa çıkarmışlardı.
Hatta orada “bin yıllık İslam kardeşliği” ve “Haçlı zihniyetine karşı durma” gibi söylemlerini, “Ya işte bunları Hakan Fidan yazdı, Öcalan’ın önüne koydu, o da imzaladı” gibi söylemlerle geçersiz kılmışlardı.
Bugün gelinen noktada şunu söylemek durumundayım:
Türkiye’de silahların susması ayrı bir şeydir; Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi ise ayrı bir meseledir.
Yıllardır bunu söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti hiçbir adım atmasa bile, tırnak içinde “kandırsa” bile, silahların susması demokratik mücadelenin önünü açar, rahatlatır.
Bu nedenle, silahların susturulması noktasında Abdullah Öcalan’a, Devlet Bahçeli’ye, Tayyip Erdoğan’a ve devletin bu kararına olumlu destek vermeliyiz.
İkinci bir yol ise, işin sadece burada kalmaması için demokratik çözümün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ilerleyebilmesi için elimizden gelen katkıyı göstermemiz gerektiğidir.
Yoksa, vasat bir zekadaki bir insanı bile kandırmak mümkün olmayacaktır.
Allah’a şükür, hiçbirimiz vasatın altında bir zekaya sahip değiliz; bir vasat anlayış kapasitemiz var.
Bundan sonrası ise bu süreci inşa etmek.
Yani karşı çıkanları elemek, etkisiz hale getirmek ve bu işi sadece basit günü kurtarma seçim hesaplarına kurban edenlere karşı dikkatli ve hazırlıklı olmak.
Özetle, bu sürecin desteklenmesi gerekiyor; ancak enfekte edilmemesi için, iki taraf açısından da enfekte edilmemesi için, demokrasinin kesintiye uğramaması ve tırnak içinde “demokrasi güçlerinin kandırılmaması” için elimizden gelen her türlü çabayı ortaya koymalıyız.