YENİDEN “HENDEK”İ KAZMAK

Mehmet TAŞ

 

            Bu gün İslam ümmeti anlatılamaz derecede bir zillet içindedir. Dolayısıyla ümmet demeye bin şahit gerekir. Vahdet desek; yerinde yeller esiyor! Hak-adalet desek, yitiklerdir! İzzet desek, yerle yeksan olmuş! Aslı itibariyle Rabbimizin İslam ile şerefli kıldığı ümmet, bu gün Hakka dair ne varsa yitirmiştir. Bunun yüzlerce göstergelerinden biri de bir avuç Siyonist eşkıyanın, özellikle İslam coğrafyasında istediği yerde ve istediği şekilde at oynatması, meydan okuması, katliam yapmasıdır. Ve hiç kimseden de izzetli bir tepki almamaktadır!

            Oysa Müslümanlar böyle mi olacaktı? Rabbimizin aziz kitabında beyan buyurduğu İslam ümmeti böyle miydi? Ümmet bu kadar aciz, aciz olduğu kadar sefil, sefil olduğu kadar da zelil mi düşecekti? Evet, ne yazık ki oluyor işte! Oluyor da, gözlerimizin önünde bütün bu olup bitenlerden bizler bir ders çıkarmamalı mıyız? Biraz kendi özümüze, değerlerimize dönmemeli miyiz? İşte bu durumun vücut bulması mutlak şekilde bizlere bağlıdır. Eğer Rabbimizin emir buyurduğu sadakati, samimiyeti, teslimiyeti gösterir isek, ümmet bilincini kuşanır isek, vahdet şuuruyla her türlü cahiliye fikir, düşünce, ölçü, kıstas ve düzenlerine köklü bir reddiye çeker isek, sorunun büyük kısmı çözülecektir. Rabbimiz buyuruyor:

            “Ey Muhammed! O ağacın altında sana bağlılıklarını bildiren müminlerden Allah razı olmuştur. Çünkü (Allah), onların kalplerinde geçeni biliyordu. Böylece Allah, bir iç huzuru bağışladı ve yakında gerçekleşecek bir zafer(in müjdesi) ile onları ödüllendirdi.” (Fetih-18)

            İslami hâkimiyetin henüz ilk yıllarıydı. Efendiler Efendisi umre yapmak amacıyla Medine’den (rivayetlere göre) 1400 civarındaki ashabıyla yola çıkmıştı. Gelip, Mekke yakınlarındaki Hudeybiye kuyusunun yanında konaklamıştı. Bunu haber alan müşrikler, Müslümanların umre yapmalarına müsaade etmeyeceklerini bildirmişlerdi. Hatta gerekirse savaşmak için Halit b. Velit komutasında bir askeri birlik bile oluşturmuşlardı.

            Peygamber Efendimiz, Mekke’ye elçi olarak gönderdiği Hazreti Osman’ın müşrikler tarafından öldürüldüğü haberi alınca, ashabıyla istişarede bulundu. Ashabı kiram, umre için yola çıkmış, silahlı, teçhizatlı değillerdi. Oysa oluşan yeni konjonktür çok farklıydı. Ya gerisin geriye dönmeyi ya da savaşmayı tercih edeceklerdi. Ne mutlu onlara ki Allah Resulüne olan bağlılıkları, sadakatleri, teslimiyetleri savaşmak üzere ölümüne dahi olsa Aziz Peygambere biat ettiler! ( Rıdvan biatı) İşte bu biat üzere Fetih Suresi 18. Ayet nazil oldu.

            Allah, o biat edenlerden razı olmuştur. O asil yiğitlerin Yüreklerine bir sekinet, bir cesaret vermiş ve zafer ile de müjdelemiştir. Çünkü yüce Rabbimiz, onların kalplerinden geçenleri biliyordu. Çünkü onların kalpleri dosdoğruydu. Kalplerinin doğruluğunu aynı zamanda davranışlarıyla da apaçık olarak ispatlıyorlardı. Zira onlar, Muhammed(sav)’in sadık arkadaşlarıydılar. Onlar, aziz ümmetin sadık fertleriydiler. Aralarında hakk üzere bir vahdet oluşturmuşlardı. Onlar, vahdetin, sadakatin, teslimiyetin, hidayetin ne olduğunu biliyorlar ve bildiklerini teslimiyet üzere yaşıyorlardı! Onların hali-qali bir idi! Onların sözü-özü bir idi! Onların içi-dışı bir idi! Zira onlar Müslümanlardı ve Allah(cc)’ın boyasıyla boyanmışlardı.

            Bu gün ümmet toz duman olmuş! Ümmeti oluşturan halklar, topluluklar, fırkalar… vs. her biri ayrı bir telde düdüğünü öttürme keşmekeşliğine düşmüştür! Her bir grup, (sadakatle ümmet ve vahdet bilincini ilk ve en önemli sıraya koymayan her kim/kimler varsa, adı, sanı, şanı ne olursa olsun) kendisinin/kendilerinin vehmettiği bir İslam ile baş başa kalmışlardır. Rabbimizin vahiy buyurduğu, Muhammed(sav)’in yaşayıp tebliğ-tebşir buyurduğu, aziz ashabın teslim olup yaşadığı İslam ile uzaktan yakından ilişkisi kalmamıştır. Netice olarak her bir grubun, yapının, teşkilatın eğer İslami bir iddiaları var ise; sadece ve topluca, hiç bir ayırım gözetmeksizin Allah(cc)’ın ipine sarılma yoluna gitmelidirler.

            Yine İslam’ın ilk yıllarındaki bir olaya değinmek istiyorum! Hendek! Hendek, iman ile küfür, mazlum ile zalim, hakk ile batıl, hidayet ile dalalet arasında vuku bulan bir savaştı. Savaşın bir safında Hakk, karşı safında ise batıl vardı. Savaşın bir cenahında muhlisler, diğer cenahında ise müflisler vardı. Saflar netti. Ama günümüzde saflar birbirine karışmış.

Bugün de ümmet olarak bilinen halkların, toplumların, fertlerin kalbinde olanı elbette ki Allah bilmektedir. Aynı Kur-an aramızda olduğu halde, aynı sadakati, samimiyeti, teslimiyeti bu gün göstermemekteyiz! Kalpler darmadağınık bir hal üzere sürüp gitmektedir! Belki de bu halimiz üzere Rabbimiz tarafından böyle muameleye tabi tutulmaktayız!

Bu gün kalpler yatışmıyor! Bu gün zihinler bulanık! Bu gün rahat, huzur, güven yok! Bu gün Müslümanlar arasında bir kardeşlik bağı kalmamış. Müslümanların arasında birlik beraberlik çekip gitmiş! Aynı camide ve hatta aynı safta alnını secdeye koyanların arasında dahi Rabbimizin buyurduğu kardeşlik bilinci, şuuru, hukuku kalmamış.

Günümüzde Hendek dümdüz olmuş, saflar birbirine karışmış! Kimin hangi safta olduğu müphem hale gelmiş! Hendek, belki de günümüzde yeniden kazılmalı. Aziz Kur-an’ın aramızda yeniden hâkim ve hakem kılınması için temelden yeni bir dirilişin, bir silkinişin, bir özümüze dönüşün olması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Yeniden bir Rıdvan biatına ihtiyaç vardır. Eller ve yürekler yeniden Resule biat etmeli. Gerekirse biat tüm gerçekliğiyle ölümüne yeniden yapılmalı. Katışıksız bir şekilde Kur-an’a teslim ve Resule sadakatle bağlılık olmalı. İslam ile çatışır durumda olan her türlü mahalli, ırki, tarihi, örfi… istisnasız bir şekilde terk edilmeli. Bu, gereklilikten öte bir zorunluluktur. Yoksa bir taraftan ümmetin evlatları kıyıma uğrarken, diğer taraftan da sorumsuzca her türlü savrulmalar sürüp gidecektir ve kaybeden istisnasız ümmetin tümü olacaktır. Ama kazanan küfür olacak, zulüm olacak, Siyonizm olacaktır.

Unutmamalıyız ki; eğer Müslümanlar gerçekten Müslüman olurlarsa, Siyonizm asla güç bulamayacaktır! Mümin olduklarını iddia edenler gerçekten iman ederlerse, insanlar için hayırlı ve aziz bir topluluk olacaklardır. Ve Allah(cc)’ın yardımı da kendileriyle olacaktır.

Dünyevileşme, bir vampir gibi içimize sinmiş ve kurtulamıyoruz. Şurası muhakkaktır ki, bireysel çabalarla da bu vampirden kurtuluş mümkün olamayacaktır. Fert ve ümmet olarak Aziz Kur-an’ da vahyedildiği kıvama dönmezsek, ebedi olarak kaybedenlerden olacağız. Bilinmelidir ki geçici dünya metaı, ihtiraslar, cahiliye fikir, ideoloji, düşünce veya tutumları bu hakka dönmenin önündeki en büyük engelleri oluşturmaktadır.

Hakka yürümenin önündeki engelleri bir bir kaldırma zorunluluğumuz vardır. Bu konuda ilk önce de her birimizin kendi nefsimizden başlaması gerekmektedir. Aslında samimiyetle duruma bakacak olursak, pek zor olmayacaktır. Ama samimiyet ve sadakatin ötesinde ajandalara sahip isek; hem bu dünyada ve hem de ukbada alçaltılmışlardan olacağımızı bir an dahi unutmamalıyız! Zira izzet ancak ve ancak Allah’tandır. Ötesi zillettir.

Yarab! Fert ve ümmet olarak sana gerçek bir dönüşü gerçekleştirebilmeyi bizlere nasib eyle! Yarab! Bizleri eski olsun, yeni olsun her türlü cahiliyeden, şirkten, isyandan, tuğyandan, putçuluktan, azgınlıktan muhafaza buyur. Âmin.