Zihinlerin işgal edilmesinin toprakların işgal edilmesinden daha tehlikeli olduğunu bundan önce de muhtelif yazılarımızda dile getirmiştik. Bunun en kötü şekli ise zihinleri işgal edilenlerin, yaşadıkları ülkelerde siyasi iktidarı, hakimiyeti ele geçirmeleri yani ülkelerinin tepesine çökmeleridir. Eğer bu gerçekleşirse artık düşmanların gelip de sizin ülkenizi işgal etmesine gerek kalmıyor. Zihinleri işgal edilmiş yöneticiler onların işlerini görüyor.
Ne yazık ki İslam âleminin son iki yüz yılda bunca sıkıntı ve zorluk yaşamasının, sürekli Müslüman halkların ezilmesinin ve mağdur edilmesinin arkasında da bu sorunu görüyoruz. Yani zihinleri işgal edilenlerin, küresel emperyalist güçler tarafından kendilerine tevdi edilen görevleri kusursuz yerine getirme çabası içinde olmaları. Dünya saltanatının cazibesi de onları böyle bir ihanete yöneltiyor.
İslam şeriatıyla yönetildiği iddia edilen Suudi Arabistan’daki saltanatın azgınlığı son zamanlarda, İslam’ın kutsal mabedi ve kıble mekanı Kabe’nin silüetini onun hürmetine son derece aykırı bir şekilde sahne dekoru olarak kullanmaya kadar vardırdı.
Suud yönetiminin azgınlaşmada bundan önce attığı adımlar muhtelif haberlerde ve yazılarda dile getirildi. Ancak bugün Müslümanların kutsal değerlerini ve mekanlarını hafife alacak kadar işi ileri götürmesi sanki bir işgal gücünden farkının olmadığını ispat etme çabası içinde olduğunu gösteriyor.
Arap dünyasında siyonist işgal rejiminin normalleştirilmesi ve meşrulaştırılması için yeni bir atak başlatılması yönündeki talimat, 21 Mayıs 2017 tarihinde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da düzenlenen ve “Amerikan – Arap İslam Zirvesi” olarak isimlendirilen ihanet toplantısında o zamanki ABD Başkanı Donald Trump tarafından verilmişti.
Bu talimattan sonra Arap ülkeleri siyonist işgali meşrulaştırmak ve onunla diplomatik ilişki içine girmek için aralarında yarışa girdiler. Suudi Arabistan ise kendince bazı şartlar ileri sürüyor ama bir yandan da halktan gelebilecek tepkilere karşı mazeretler oluşturmak için sosyo-politik zemini hazırlamaya çalışıyordu.
Ne var ki Aksa Tufanı, Trump’ın oyununu bozdu ve işgal rejiminin meşrulaştırılması için açılan yol tıkandı. Her ne kadar daha önce diplomatik ilişki içine giren Arap ülkeleri, siyonist katillerin tüm canavarlıklarına rağmen ilişkilerini kesmeye yanaşmadılarsa da toplumlar nezdinde oluşan tepki işgal rejiminin diplomatik alandaki kazanımlarına da ağır bir darbe vurdu. O yüzden Trump’ın bir önceki başkanlık döneminde başlattığı proje bir bakıma dumura uğramış oldu.
Şimdi anlaşıldığı kadarıyla Trump ikinci başkanlık döneminde 2017’deki Riyad Zirvesi’nde start verdiği projesini yeniden uygulamaya koymak suretiyle işgal rejiminin diplomatik alanda kaybettiklerini geri kazanmak istiyor. Bunu başarabilmesi için de öncelikli olarak Arap dünyasındaki dostlarının ve özellikle Suudi Arabistan Krallığı’nın büyük desteğine ihtiyacı var. Anladığımız kadarıyla Suud yönetimi de şimdiden ona kuyruk sallamaya başlamış durumda.
“Kabe’ye yönelik saygısızlığın bununla ne ilgisi olabilir?” diye sorulabilir. Ama şu bir gerçek ki küresel emperyalizmin ve onun İslam coğrafyası içindeki karakolu niteliğindeki siyonist işgalin planlarının, zihinleri işgal edilmiş işbirlikçi yöneticilerin saltanatlarını sağlama alma amaçlı hesaplarıyla kesişme alanı İslami mirasa ve değerlere karşı savaştır. Küresel emperyalizmin İslam dünyasında ekonomik gücü ve siyasi otoriteleri ele geçirme sürecinin Müslüman halklara yönelik stratejilere yansımasında İslami değerlere karşı savaşın özellikle öne çıkması bir tesadüf değildir.
Bu olayı tersten de okuyabiliriz. İslami bilinç ve duyarlılığın korunduğu toplumlar üzerinde küresel emperyalizmin güdümündeki yönetimlerin ve onun uzak karakolu niteliğindeki siyonist işgalin geleceği her zaman riskli olacaktır. Bu riskin ortadan kaldırılması için de söz konusu duyarlılık ve bilincin törpülenmesi ve yok edilmesi gerekecektir.