Zulüm Müslümanlar yapınca da zulümdür

Yusuf Ziya Cömert

Devrim yaptığın zaman memleketi sana ‘sıfır kilometrede’ bir otomobil gibi teslim etmiyorlar.

Bütün ‘devrimci’ anlatılarda böyle bir zaaf vardır. Biz gelince her şey güzel olacak. Herkes eşit olacak. Herkese adil muamele yapılacak. Zenginden alınacak, fakire verilecek, falan filan.

Devrim olunca memleketi çalışır halde devralırsın.

Motor yağ yakıyorsa yağ yakmaya devam eder, bujiler ateşlemiyorsa direksiyona sen geçince de ateşlemez. Hararet yapıyorsa, su kaynatıyorsa sen sürerken de su kaynatır.

Hemen bineyim, gideyim, varacağım yere varayım.

Yok öyle.

Arabanın altına bir yatacaksın.

Nerede arıza varsa, elden geçireceksin.

Beşar Esed direksiyondayken Suriye neredeyse pert olmuştu.

İran’ın itmesiyle, Rusya’nın çekmesiyle kör topal gidiyordu.

İran itmeyince, Rusya çekmeyince Beşar arabayı bıraktı kaçtı.

Devrim yapınca, ülkeyi ‘sıfır kilometrede’ cillop gibi teslim almak bir tarafa, kendini de memleketin arızalarından biri olarak devralırsın.

Daeş, o arızalardan biridir.

PYD-YPG o arızalardan biridir.

Ahmed el-Şara şu anda çok alakadar görünmüyor ama işgal altındaki Golan, işgalci İsrail, (eğer devrimin gözü kesiyorsa) baş edilmesi gereken bir sorundur.

Dürziler, Nusayriler, Baas rejiminin kalıntıları, hep aynı sorunlu arabanın sorunlu aksamıdır.

Şaşılacak şeydi, arka planı el-Kaide’ye kadar uzanan bir teşkilatın devrim sırasında çok rafine, çok sükunetli bir dil ile ortaya çıkması.

HTŞ’den gelmişsin ve çok unsurlu bir toplumu yönetmeye, herkesin hakkını hukukunu gözetmeye yatkın bir dil ile konuşmayı başarıyorsun.

Kolay değil. Üç beş yıllık yoğun bir eğitimle bile oradan buraya gelemezsin.

Ahmed el-Şara’nın idari kabiliyeti olduğu aşikâr.

SDG’nin lideri Mazlum Abdi ile SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda anlaşmayı başardı.

Biliyorsunuz, Baas yönetimi Kürtlerin vatandaşlık haklarını tanımıyordu.

Abdi, Mecelle’ye verdiği röportajda Kürtçenin resmi statüsünün, bölgesel yönetimin ve Kürtlerin haklarının Anayasa’da yer alması gerektiğini söyledi.

Anlaşmayı imzalamak kolay da uygulamak her zaman o kadar kolay değil.

İnşallah, bizdeki çözüm ve fesih sürecinin de rüzgarıyla başarabilirler.

Lazkiye ve Tartus civarı bugünlerde karışık.

1000’den fazla insanın öldürüldüğü söyleniyor.

Bizim uzaktan anlamamız mümkün değil. Önce kim başladı, nasıl başladı.

Taraf olsam kolaydı, ‘onlar’ başlattı der geçerdim. Hangi taraftaysam, karşıdakiler ‘onlar.’

Yeni rejimin güvenlik güçlerinden 100’den fazla kişinin öldürüldüğünü söylüyor İngiltere merkezli insan hakları ağı.

Yine İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları gözlemevi öldürülenlerden 700’ünün sivil olduğunu söylüyor.

Yani ‘hiçbir şey olmadı’ diyenler boşuna konuşuyor.

Bunlar korkunç işler.

Bir alev aldı mı tutuşur gider.

İran Nusayrileri teşvik etmiş midir?

İran bu sıralar ‘olağan şüpheli.’ İran’ı suçlayana sevap yazıyorlar.

Etmediğine kefil olabilir miyiz?

Hiçbir ülkeye, hiçbir siyasetçiye kefil olamayız.

Yeni Suriye rejimi sivilleri öldürmüş müdür?

Kefil olamayacaklarımıza yeni Suriye rejimi de dahil.

Bir şeyler olmuş ki soruşturma komitesi kurulmuş, komitenin sözcüsü Yasir el-Ferhan “Hukuksuz intikama ve cezasızlığa son vereceğiz” deme ihtiyacı hissetmiş.

Bir de şu tipler var:

“Ama Esat rejimi de bir milyona yakın Suriyeliyi varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla öldürdü.”

“Şimdi sesini yükseltenler o zaman neredeydi?”

Fikir fahişeliği dedikleri böyle bir şey olmalı.

Oğlum, zulüm Müslümanlar yapınca da zulümdür.

Şiiler yapınca da Sünniler yapınca da.

Nusayrilere, Şiilere hatta gayrimüslimlere yapılınca da…