1. YAZARLAR

  2. İbrahim Kiras

  3. Siyasette ‘adam yokluğu’nun tehlikeli sonuçları
İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

Siyasette ‘adam yokluğu’nun tehlikeli sonuçları

A+A-

Son zamanlarda özellikle batı dünyasında siyaset kurumunun “kaht-ı rical” (adam yokluğu) hali içinde olduğu yaygın biçimde paylaşılan bir görüş.

Gerçekten de yakın geçmişle bugün karşılaştırıldığında bu görüşe -veya tespite- katılmamak zor.

Mesela Avrupa ülkelerine baktığımızda 1980’lerde İngiltere’nin başında Margaret Thatcher gibi bir siyaset devini görüyoruz. Sonraki dönemlerde de John Major, Tony Blair, Gordon Brown gibi yabana atılamayacak isimler bu göreve geldi.

Son dönemlerde ise Rishi Sunak Theresa May, Liz Truss, Keir Starmer gibi silik, yetersiz başarısız siyaset esnafı ile Boris Johnson gibi bir şarlatan yönetti üzerinde güneş batmayan imparatorluğu.

1980’lerin Fransız siyasetinde Valéry Giscard d’Estaing, François Mitterrand, Jacques Chirac gibi tarihî figürler sahneyi dolduruyorken, yakın zamanlarda ise Nicolas Sarkozy, François Hollande, Emmanuel Macron oturdu Elysee Sarayı’nda.

Almanya’da 80’ler ve 90’lara Helmut Schmidt ve Helmut Kohl isimleri damga vurdu, sonra siyaset sahnesine soldan Gerhard Schröder ve sağdan Angela Merkel çıktı. Alman siyasetindeki kaht-ı rical sorunu da bu dönemde kendisini gösterdi. Şansölye koltuğunda on beş yıldan fazla oturan Merkel’i yerinden edebilecek ciddi bir rakip çıkmadı, o da siyaseti bırakarak koltuğundan ayrıldı.

Benzer bir tablonun Amerika’da da görüldüğü malum. 1990’lara damga vuran Bill Clinton ile 2000’lerin ikinci on yılına iz bırakan Barack Obama gibi çok güçlü iki figür sonrasında Demokrat Parti camiasında liderlik kumaşı taşıyan siyasetçi bulunamıyor.

Trump faciasından kurtulmak için insanlar geçen seçimde Biden’a oy verdiler ama umduklarını bulamadılar. Biden ABD tarihinin en zayıf başkanlarından biri olarak görülüyor. Sağlık durumu, yaşı, ailesiyle ilgili sıkıntıları ve kendi kişisel takıntıları görevinde başarılı olmasına pek yardımcı olmadığı gibi, kendisini içinde bulduğu konjonktür de işini zorlaştırdı.

Peki, neden Biden gibi biri bu göreve geldi derseniz, cevabı açık: Daha uygun bir aday bulunamadı.

İkinci dönem adaylığında da aynı şey oldu aslında. Gerçi görevdeki bir başkanın ikinci dönem için aday olması Amerika’da siyasi teamülün icabı kabul ediliyor. Ama yerine daha uygun biri bulunsa çekilmeye ikna edilebilirdi. Nitekim daha sonra -yerine daha uygun biri bulunamadığı halde- seçimi çıkaramayacağı iyice belli olduğu için çekilmeye ikna edildi.

Biden’ın yerini yardımcısı Harris’e bırakması Demokrat Parti seçmenini ilk başta biraz heyecanlandırdı ama yeni adayın Trump’ı alt edebileceği şüpheli. Başkan Yardımcılığı döneminde bir başarısı, parıltısı, cazibesi görünmeyen, halkta bir karşılığı olduğu söylenemeyecek silik bir adayla Trump’ın ikinci kez yenilgiye uğratılması zor görünüyor.

Bundan olsa gerek, eski Başkan Obama partisinin seçim kampanyasına destek için sahneye çıkmaya çağrıldı. Kararsız seçmeni ve gençleri harekete geçirmesi beklenen eski Başkan’ın Harris adına paralel bir kampanya yürüteceği söyleniyor. Son çare olarak baş vurulan bu formülün sonuç getirip getirmeyeceği belli değil.

Trump’ın en büyük destekçisi ise İsrail Başbakanı Netanyahu. O da Cumhuriyetçi aday adına kampanya yapıyor sayılır. Gazze’de bir yıldır devam eden vahşi katliama Biden yönetimi tam destek vermişti. Demokrat Parti’nin geleneksel tutumuna ve tabanındaki beklentilere rağmen ateşkese karşı çıkan, barış için harekete geçmeyen ve İsrail’i destekleme konusunda Trump ile yarışı giren mevcut Başkan umduğunu buldu mu?

Ne umuyordu? Seçim döneminde Yahudi lobilerinin finansal desteğini almayı ve Yahudi seçmenini karşı tarafa kaptırmamayı. Bunu her Amerikalı siyasetçi yapar, yapmayı ister ama Biden azami denge içinde yürütülmeyi gerektiren bu politikayı eline yüzüne bulaştırdı. “Çözüm için bir şey yapıyormuş” gibi bile davranamadı. Bu kadar önemli bir sorunu çözme iradesi olmayan bir Amerikan Başkanı olarak kendisinin ve hükümetinin karizmasını gölgeledi.

Şimdi Demokrat Parti kanadının en büyük korkusu Netanyahu’nun İran’a saldırması. Daha doğrusu İran’ın petrol tesislerini vurarak seçime birkaç hafta kala petrol fiyatlarını zıplatarak Amerikan hükümetini zor durumda bırakması. Öteden beri Trump ile yakın işbirliği içinde olan Netanyahu’nun bir süredir Biden’ın telefonlarına çıkmadığı söyleniyor. Biden ve arkadaşları da kamuoyu önünde Tel Aviv’e çağrıda bulunuyorlar, “İran’ı istersen vur ama ne olur bu günlerde petrol tesislerine dokunma” diye yalvarıyorlar.

Bütün bunlar kaht-ı rical sorununun sonuçları…

Önceki ve Sonraki Yazılar