1. YAZARLAR

  2. Nasuhi Güngör

  3. Suriye'nin kaderi kimin elinde?
Nasuhi Güngör

Nasuhi Güngör

Suriye'nin kaderi kimin elinde?

A+A-

Suriye’deki gelişmeler bize ne söylüyor, biz ne söylüyoruz ve ne istiyoruz sorularına cevap aramaya devam edelim.

Son yazımda yaptığım bir vurguyu genişleterek devam etmek istiyorum. Meseleyi gündelik kaygılar veya iç politikanın dinamiklerine sıkıştırmak, olup biteni anlamayı güçleştiriyor. Türkiye’nin Suriye politikasını iktidarın herhangi bir yaklaşımı ve pozisyon alışı gibi görmek ciddi bir yanılgı. Bu politikanın ufku ve kapsamını anlama konusunda siyaset daha fazla çaba göstermeli.

EVET, BİZ HAZIRLIKLIYIZ

Ankara’nın son bir yılda Ortadoğu’da hızlanan gelişmeler karşısında ne denli hazırlıklı olduğunu, pek çok farklı senaryoyu titizlikle çalıştığını ve tam da bu nedenle Suriye’de yaşananlar karşısında soğukkanlı ve geleceği etkileme kabiliyetini muhafaza eden bir duruş sergilediğini düşünüyorum.

Hiçbir politika, oyun kurgusu ya da hamle asla mükemmel değildir, olamaz da. Ancak mevcut tabloda Türkiye’nin içinde olmadığı bir çözüm artık tasavvur edilemez noktaya geldi.

Eğer Ankara’yı bölgede olup bitenleri doğru okuyup, ortaya çıkan zeminleri akıllıca değerlendirdiği için suçlayacaksak zaten söylenecek söz yok.

Gayet açık. Bölgede önemli değişimler yaşanıyor, küresel ölçekte bunların karşılığı ve hızlı etkileşimleri var. Dolayısıyla ortaya çıkan yeni durumda güç boşluklarını ve yeni rolleri kendi lehine değerlendiren kazançlı çıkacak.

MUHASEBE VE YENİ HAMLELER

Çok uzun zamandır bu hazırlıkların mutfağını takip etmeye çalışıyorum. Her gazeteci gibi bunları anlama ve kamuoyuna aktarma çabası içindeyim.

Suriye politikasının geçmişine dair eleştirilerimi her zaman dile getirdim. Ancak bugün aktarmam gereken en önemli boyut, Türkiye’nin Suriye politikaları konusunda hem hatalarını gözden geçiren, hem noksanlarını tamamlayan ve gelişen dinamikler etrafında yeni hamleler inşa etmesi.

Bu hamleleri sadece son hadiseler üzerinden veya ortaya konulan net tavra rağmen HTŞ’yi Ankara’ya bağlama gayretiyle anlamak çok zor.

SAKİNİZ, EDİLGEN DEĞİL

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hadiseleri sükunetle izleme konusunda söyledikleri, sürecin dışında kalma ya da bölgenin kaderini başka aktörlere terk etme anlamına gelmiyor. Sözgelimi, SMO’nun HTŞ harekete geçtikten sonra izlediği strateji ve yaptığı hamleler, uzun yıllara dayanan bir emeğin ve planlamanın eseri.

Gelelim tablonun en tuhaf yanına.

Sanki Suriye’de gerçek anlamda bir barış hali varmış da, bir anda ortaya çıkan hareketlilik bunu yakıp yıkmış gibi davrananlara şunu hatırlatmak gerekiyor. Halep kimin elindeydi, gerçekten Şam rejiminin mi? Nüfus yapısı, tarihi dokusu yerle bir edilmiş şehri, iktidarını emanet ettiği güçlere teslim eden Beşar Esad yönetimi değil mi? Oralarda yaşanan katliamlar ne çabuk unutuldu?

Yıllar boyunca ilmek ilmek örülen politikalarla Ankara-Şam ilişkilerinde yeni bir dönem isteyen kimdi? Devletin zirvesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Esad’a yaptığı çağrılar neden karşılıksız kaldı? (Unutmadan bu çağrıları, Esad rejimine kurulan tuzak olarak görenler bile çıkıyor, gerçekten akıllara ziyan.)

ESAD VE TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ

Ülke nüfusunun çoğunluğuyla barışmak, hiç olmazsa birkaç adım atmak yerine; biri bölgesel, öteki küresel güç olan iki aktöre ülkesini teslim eden bir rejim, gerçekten kendi toprak bütünlüğünü istiyor olabilir mi? Şam yönetiminin, ordusundan meşhur istihbaratına kadar tel tel döküldüğü ortada. Şimdi ellerindeki belli bir bölgeyi nasıl koruyup iktidarlarını devam ettirme derdindeler.

Belki de en yakından takip edilmesi gereken nokta burası olabilir. Şam’daki rejimi göklere çıkaranlar, önümüzdeki dönemde kimlerle hangi ittifakları kurabileceğini görünce bakalım ne söyleyecekler.

RUSYA VE İRAN NE YAPACAK?

İran’ın yakın geçmişteki desteğini sürdürebilmesi zaten mümkün değil. Yeni Cumhurbaşkanı ile birlikte Batıya açık pencereler arayan Tahran’ın böyle bir ısrarı olacağını öngörmüyorum.

Rusya’nın Doğu Akdeniz ve elbette Afrika politikalarının olmazsa olmazı olan deniz ve hava üslerini korumak birinci önceliği olacaktır. Bu konuda ciddi kaygılar taşıyorlar. Denklemde İran’ı dışlamaya başlaması da bunun sonucu.

“Suriye Suriyelilerindir” diyen en güçlü ses bizden geliyor. Bu sese kulak veren bir Esad görebilir miyiz karşımızda, bu önemli bir soru.

Şu dakikaya kadar Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki kararlılığını ve Suriye’de geniş kesimlerin katılımıyla oluşacak yeni bir siyasi sürece dair önerilerini yeterince anlamış olmalılar.

Kaderleri kısmen de olsa hala kendi ellerinde.

Önceki ve Sonraki Yazılar