1. HABERLER

  2. MAKALELER

  3. Trump Neden Gazze’yi Boşaltmak İstiyor?
Trump Neden Gazze’yi Boşaltmak İstiyor?

Trump Neden Gazze’yi Boşaltmak İstiyor?

İsrail, Filistin topraklarında yeni bir Yahudi kimliği oluşturmak istemekte, bu bağlamda da yeni bellek inşasına ayrı bir önem vermektedir. Hiç şüphesiz yeni bellek inşası için geçmişe ait tarihsel olguların unutulması-silinmesi gerekmektedir. Bu anlamda

A+A-

CEMAL KAZAK - Perspektif

ABD’nin yeni seçilen Başkanı Donald Trump ayağının tozuyla İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile yaptığı basın toplantısında ABD’nin Gazze’de “yönetimi devralacağını”, burada yaşayan Filistinlilerin başka yerlere yerleşmesi gerektiğini söyledi. ABD Başkanı’nın bu ifadeleri ne anlama geliyor? 

Her ne kadar Connecticut Senatörü Chris Murphy “Size bir haberim var: Gazze’yi devralmıyoruz” diyerek Trump’ın gündem değiştirerek iç siyasette dikkati dağıtmaya çalıştığını söylese de Trump’ın bu sözlerinin ardında İsrail’in 1948 sonrasında sistematik bir şekilde uygulamaya koyduğu “Mekân-Kırım Yoluyla Geçmişi Silme ve Unutturma”, “Filistin Kolektif Hafızasını” yok etme stratejisinin yattığını söyleyebiliriz.¹

Siyonist öğretinin bir tezahürü olan Trump’ın bu sözleri aslında tarihte Siyonizm’in Babası Theodor Herzl’in 12 Haziran 1895 yılında günlüğüne düştüğü nottaki ifadelerin günümüze yansımasından başka bir şey değildi. Herzl; “Toprağa yavaş yavaş el koymalıyız. Meteliksiz nüfusa kendi ülkemizde istihdam imkânı tanımayıp onlara başka ülkelerde iş imkânları sağlayarak sınırın ötesine yollamaya çalışmalıyız. Hem el koyma süreci hem de fakirlerin bertaraf edilmesi süreci gizlice ve dikkatli bir şekilde yürütülmelidir”² sözleri ile günümüzde İsrail tarafından başta Gazze olmak üzere Filistin topraklarında yapılanların ne anlama geldiğine adeta ışık tutmaktadır. 

Trump’ın bu açıklamalarına karşı Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Filistin Yönetimi ve Arap Birliği ortak bildiri yayımlayarak bu durumun bölgeyi istikrarsızlaştıracağını ve çatışmaları artıracağını vurguladılar. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Ürdün Kralı Abdullah Filistinlilerin hangi şartla olursa olsun topraklarından edilmesine karşı çıkarken Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı ise uluslararası tanınırlığı olan bir Filistin Devleti kurulmadığı müddetçe İsrail ile ilişkilerinin normalleşmeyeceğini söyledi. Trump’ın bu açıklamaları her ne kadar İsrailli yetkilileri sevindirse de bölge ülkeleri tarafından kabul edilecek gibi gözükmüyor. 

İsrail Sorunu Nasıl Filistin Sorununa Evirildi?  

İsrail ve Filistinliler arasındaki mücadele, 20’nci yüzyılda hakkında en fazla söylem üretilen ve dünyada en uzun süren anlaşmazlıklardan biri olarak tanımlanıyor. İlk kez 1799’da Fransız General Napolyon Bonapart’ın Osmanlı yönetimindeki Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması fikri, İngilizlerin Filistin topraklarından çekilmesinin ardından 1948’de hayata geçirildi. Özellikle İsrail’in kuruluşundan sonraki dönem Filistin halkının sürgün, askerî işgal, topraklarından edilme gibi birçok acıyı yaşamalarına neden oldu. 

Roma’nın M.S. 70 ve 135 yıllarında Kudüs’ü kuşatmasıyla bölgeyi terk etmek zorunda kalan Yahudiler dünyanın farklı ülkelerine dağılmışlar, 1.700 yıl boyunca herhangi bir politik hareket oluşturmamışlardır. Ta ki Yahudilere 1800’lü yıllarda Kudüs’e geri dönme fikrini sunan Siyonizm ortaya çıkana kadar. Zvi Hirsch Kalisher, Yahudilerin sürgün boyunca Tanrı’nın kendilerine verdiği cezayı çektiklerine ve Filistin’e dönmenin dinsel anlamda Tanrı’nın emirlerine bir karşı çıkış olmadığına inanıyordu.

Siyonizm fikri Yahudi toplumunda çok kabul görmese de Rus Çarı II. Alexander’ın öldürülmesinden Yahudilerin sorumlu tutulması güçlü bir antisemit dalga oluşmasına neden olmuş, Yahudiler kitleler halinde Rusya’dan sürülmeye (pogrom) başlanmıştır. Yaklaşık 5 milyonu bulan bu nüfus, Siyonist düşünürlerin arkalarına alabilecekleri bir halk desteğine ulaşmalarını sağlamıştır. Rusya’dan sürülen Yahudilere sahip çıkan ve yerleşecekler yer konusunda karar veren ilk oluşum Rus Yahudi’si Leo Pinsker tarafından 1882’de kurulan Choveve Zion (Siyon Âşıkları) adlı örgüt olmuştur. Gerek bu örgütün yoğun çalışmaları gerekse Yahudi hayırsever Baron Edmond de Rothschild’ın muazzam yardımlarına rağmen “kutsal topraklarda” etkin bir koloni oluşturamamışlardır.

Öte yandan çalışmalarını sürdüren ve ortak bir mefkûreden yoksun olan Siyonist hareketleri bir araya getirecek olan Theodor Herzl, 29 Ağustos 1887’de 20 farklı ülkeden 246 delegenin katılımı ile İsviçre’nin Basel kentinde düzenlediği toplantıda, Siyonizm’in amacının Yahudi halkı için Filistin’de bir ‘yurt’ kurmak olduğu belirterek ilk adımı atmıştır. Herzl’in 1905’teki ölümünün ardından Siyonist hareketin lideri Chaim Weizmann büyük devletlerin desteğini almanın bu süreci kolaylaştıracağının farkında olarak İngiltere’yi kurulacak devletin hamisi olarak görmüş, bu amaçla Arthur James Balfour ve Sir Herbert Samuel bazı İngiliz liderlerle yakın dostluklar kurmuştur. 1 Kasım 1917 yılında İngiliz Hükümeti İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild’a “Majesteleri Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal yurt kurulmasını uygun bulmaktadır ve bu hedefin gerçekleşmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır…” vaadini içeren bir mektup yollamıştır. Tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçecek olan mektupla İngiltere bir anlamda Yahudi devletinin kurulmasında hamiliği üstlenmeyi kabul etmiştir. 

“Mekân-Kırım, Kent-Kırım” Stratejisi 

TV ekranlarında İsrail’in sürekli bir şekilde şehirleri buldozerlerle yıktığı, zeytin ağaçlarını söktüğü görüntülere şahit oluyoruz. İsrail, bir yandan hızla yasa dışı Yahudi yerleşimlerini genişletiyor, bir yandan da Filistinlilerin evlerini yıkıyor. Peki, amaç ne? Yıkımlar neye dayandırılıyor? Esasen İsrail-Filistin meselesinin en önemli başlıklarından olan bu konu, kamuoyunda çok bilinmiyor.

Siyonist hareket, yerli Filistin halkını zorla göç ettirerek, tartışmalı bir toprak parçası üzerinde İsrail devletinin kurulmasını sağlamasına rağmen Filistin topraklarını 50 yılı aşkın süredir yasa dışı bir şekilde işgal eden İsrail’in coğrafi anlamda sınırları net bir şekilde belirtilmemektedir. 

Geçmişin yıkımının 20’nci yüzyılın en önemli olgularından biri olduğunu söyleyen³ Hobsbawm’a göre hafızanın yitirilmesi demek geçmiş ile bağın kopması demektir ki böyle bir durum gerek bireyler gerekse toplumlar açısından köksüzleşip kimliksizleşme anlamına gelir. Bu durum hayat için vazgeçilmez bir anlam ifade eden “Ben kimim” sorusunun bireyler ve toplumlar tarafından cevaplanamaması demektir. Bu bağlamda insan ve toplum hafızası pasif/basit bir depolamadan ziyade olayları belli şekilde kodlayarak, bunları belli hedeflere hizmet edecek şekilde düzenlemekte, böylece geçmişleriyle ortak bir temsil oluşturmaktadır.

Kollektif hafızanın gelecek nesillere aktarılmasında mekânın hiç şüphesiz yeri çok özeldir. Zira hafıza, mekânların taşıyıcısı olarak önemli bir görev ifa eder. İçinde yaşanan evler, sokaklarında yürünen yolların ve caddelerin hepsi hatırlanmak istenen öğelerdendir. Bu anlamda mekânın hatırlanması gereken şeyleri koruduğunu söylemek mümkündür.⁴ Bir kişinin yaşadığı yerin coğrafi özelliklerine, yollarına, tepelerine, ormanlarına hâkim olamaması o kişinin benliği açısından çok sarsıcı bir durumdur. Zira duyularımız mekânda yer kazanır ve ona anlam katar. Bir şehrin, bir beldenin kimliği, o yörede yaşayan insanların anlattıkları hikâyelerde saklıdır. O yerdeki insanlar değişince mekân yeni gelenlerin hikâyeleri ile yeniden kimlik kazanır ve şekillenir. Bu yeniden şekillenme ile tarihsel bilgi de yok olur. Özellikle büyük depremlerden sonra bölgede yaşayan insanların anlattıklarına bakıldığında, yıkılan binaların ardından araziye dönen şehri tanımakta güçlük çektiklerini, cadde ve sokakların tanınmaz ve karmaşık hale geldiğini ifade ederler. 

İşte bu sebepledir ki İsrail, Filistin topraklarında yeni bir Yahudi kimliği oluşturmak istemekte, bu bağlamda da yeni bellek inşasına ayrı bir önem vermektedir. Hiç şüphesiz yeni bellek inşası için geçmişe ait tarihsel olguların unutulması-silinmesi gerekmektedir. Bu anlamda Siyonist düşüncede unutulması ve silinmesi gereken, vadedilmiş topraklarda Yahudi varlığı dışındaki her şeydir.

Beyrutlu sosyoloji profesörü Sari Hanefi’nin kavramsallaştırdığı “mekân-kırım” tanımlamasına göre, toprak ile mekân arasındaki bağdan hareketle, yıkım ve el koyma yoluyla Filistinlilerin tarihi yaşam alanlarının ortadan kaldırılarak mülksüzleştirilmesini ifade eder.⁵ İsrail bu şekilde şehrin dokusunu, onunla anılan medeni değerlerle beraber yok etmektedir. Diğer bir deyişle medeniyetin kurucu bir parçası olan yapılar yıkılarak kolektif hafızanın yok olması hedeflenmektedir. Hanefi’ye göre İsrail’in temel hedefi sistematik bir şekilde sürdürülen yıkım ile mekânın yerelliğinin bozulması ve Filistinlilerin “transferi” ile toprakların önemsiz bir araziye dönüştürülmesidir.⁶

1948 sonrası Filistin topraklarında Yahudiler için mekân yeniden şekillenirken, asırlardır bölgede yaşayan Filistinliler mekânsal hafızanın yok olması, köksüzleşme ve kimliksizleşme ile karşı karşıya kalmıştır.  Özellikle 1948’de İsrail’in devlet ilan edilmesi ile başlayan iç çatışmalar sonucunda yaklaşık 750 bin Filistinli yerinden edilerek mülteci durumuna düşürülmüş ve yüzlerce köy yok edilmiştir. Filistin kolektif hafızasında nekbe (felaket) olarak kodlanan bu savaş, Filistin halkının tarihinde travmatik bir kırılma meydana getirmiştir. 

Bir unutma rejimi inşa eden İsrail, Filistinlileri psikolojik harp taktikleri ve tedhiş eylemleri ile korkutularak kaçmalarını sağlamış, geri dönüşleri de engelleyerek Filistinlilerin kutsal toprakla kadim bağının koparılmasını hedeflemiştir. Boşalan köylerdeki Filistinlilere ait yerlere Yahudileri yerleştiren İsrail, Arapça yer isimlerini İbranice olanlarla değiştirerek mekândan Arap varlığının izlerinin silinmesine çalışmaktadır. Bu açıdan 1948 Nekbe’si, Filistinli kimlik bilincinin bir parçası, kolektif hafızanın bir öğesi olarak Filistinlileri ortak bir tarih ve hafıza etrafında bir araya getiren bir unsurdur. İsrail’in mekân-kırım yoluyla unutulmasını ve silinmesini istediği geçmişe karşı bir hatırlama ve direnme eylemini ifade eder. 

Bir grubun izlerini ortadan kaldırmanın en iyi yolu, onun geçmişini ve hatıralarını öldürmektir. İsrail, mekân-kırım yoluyla Filistinlilerin toprağa dair kolektif hafızasının ve geçmişinin izlerini silerek aidiyet bilincinin üstünü örtmek istemekte, böylelikle Filistinlilerin toprağa dair mücadelesinin sönmesini hedeflemektedir. İsrail’in uyguladığı bu strateji ile Filistinlilerin zihinlerindeki olguların hatırlanması engellenmekte, mekâna dair tüm kayıtlar ortadan kaldırılmaktadır. 

Bir toplum fiziksel olarak bağlı bulunduğu mekândan uzaklaştırıldığında unutmanın birinci aşaması başlamış olacaktır. Geri dönüşün engellenmesi yoluyla da bu yerler zihinsel olarak da ziyaret edilemeyecek, yapılan fiziksel değişikliklerle de hatırlanacak bir unsur da bulunamayacaktır. Böylelikle mekânın yok edilmesi veya değiştirilmesi yoluyla Filistinlilerin mekâna, dolayısıyla kim olduklarına dair bellek yitimi gerçekleşecektir.

Bunun en güzel örneği hiç şüphesiz 1948 savaşında boşaltılan Beyt Meşir ve Suba adlı Filistin köylerinin yerine İsrail tarafından Beit Meir ile Kibbutz Tzuba adlı kasabaların inşasında görüyoruz. Yine aynı şekilde Kudüs’ün batısında yapılan Şehitler Ormanı (Ya’ar ha-Kdoshim) da aynı amaca hizmet etmektedir. Daha birçok köy boşaltılarak yıkım, yeniden inşa ve isimlendirme sürecinden geçirilerek Yahudileştirilmiştir.  

Nekbe sonrasında evlerine geri dönen Filistinlilerin gördükleri manzara geçmişlerinin yok edildiğidir. Köyler yok edilmiş, camiler, evler yıkılmış yerlerine yeni binalar, restoranlar, çarşılar yapılmıştır. Mekân yitirilmiştir, geriye sadece söz kalmıştır. 1948’de boşaltılan ve tamamen yıkılan köylerden biri olan Safuriyye’nin yerinde bugün antik Roma ve Yahudi kasabası Zippori için arkeolojik bir park vardır.⁷

İsrail Yahudileştirme politikaları kapsamında sadece Filistin yerleşimlerinin izlerini silmekle kalmıyor, buralara yeni Yahudi yerleşim yerleri inşa ederek ve yeniden isimlendirme ile mekânın ve hafızanın silinmesini sağlıyor. Kudüs’ün Yahudileştirilmesine büyük önem veren İsrail, Filistin kültürel mirasını ve kutsal mekânları engel olarak görmekte, bu doğrultuda üstü kapalı yöntemlerle Kudüs’teki tarihi Filistin Mezarlığı Mamilla üzerine “Hoşgörü Müzesi” inşası adı altında Filistin bellek mekânını yok etmek istemektedir. 

Hanefi’ye göre mekân-kırım, İsrail’in uzun vadeli yerleşimci projesinin bir stratejisi olarak ölü sayısından ziyade Filistinlilere ait evlerin ve yerleşim yerlerinin yıkılması, topraklarına el konulması, köprülerin, su kaynaklarının kontrolünün sağlanmasıdır. İsrail bu süreci sadece askerî ve siyasi yetkililer ile değil arkeologlar, şehir planlamacıları, mimarlar ile yürütmektedir. Bu şekilde bellek mekânları silinerek Filistinli kimliğinin önemli yapıtaşları elimine edilmektedir. 

Gazze’nin Boşaltılması ve Filistinlilerin “Transferi”, Siyonist Söylemin Günümüze Yansımasıdır

Bugün Trump’ın Gazzelileri başka ülkelere “transfer” etme ve Gazze’yi boşaltma söylemi, aslında Siyonizm’in temel stratejisinde yer alan, bölgeden Arapları tedrici olarak dışlama ve hiçbir Filistinlinin olmadığı homojen bir toplum kurma hedefinden başkası değildir. Tarihçi Morris, Siyonizm’in hedefine sadece planlı bir etnik temizlik sonunda ulaşabileceğini öne sürmüştür. Siyonist projenin gerçekleşmesi için mantıklı çözümün Arapların ya gönüllü olarak göç etmesinde ya da güç kullanılarak Filistin’den çıkarılmalarında, yani ‘transferinde’ yattığını söylemiştir. Morris’in bu sözleri ‘transfer’ fikrinin Siyonist ideolojiyle iç içe olduğu fikrini güçlendirmektedir. 1930’lu yıllarda başlayan şiddetli çatışmalar esnasında Ağlama Duvarı olayının akabinde transfer komitelerinin oluşturulduğu ve bu komitelerde Arapların Ürdün, Suriye ve Irak gibi ülkelere ‘transfer’ edilmesi için planlar yapıldığı ifade edilmektedir. 

Theodor Herzl, Leon Motzkin, Nahman Syrkin, Menahem Ussishkin, Chaim Weizmann, Israel Zangwill, Yitzhak Ben-Zvi, David Ben-Gurion gibi Siyonist düşüncenin bütün liderleri ‘transfer’ fikrini savunmuştur. Dünya Siyonist Örgütü lideri olan Weizmann, 1929 olaylarından sonra İngiliz manda yönetimiyle yaptığı görüşmelerde ‘transfer’ fikrini dile getirmiştir. Bu bağlamda Britanya’nın sömürgelerinden sorumlu müsteşarı Drummond Shiels ile yaptığı görüşmede Filistinli Arap nüfusun transfer edilmesini arzuladıklarını, komşu Arap ülkelerine gönderilebileceklerini ve tıpkı Türkiye ve Yunanistan arasında yapıldığı gibi gerçekleşecek bir nüfus mübadelesinin desteklenmesini talep ettiğini belirtmiştir.⁸ David Ben-Gurion, Peel Komisyonu raporunda da yer alan ‘transfer’ kavramına gelen eleştirilere cevap olarak transferin amacının Filistinlilerin mülksüzleştirilmesi değil Arap ülkelerine gönderilmesi ve oralarda yerleşmesi olduğunu belirtmiş; sınır dışı etme, kovulma ile transfer arasında derin ayrımlar olduğunu söylemiştir.⁹

İsrail kurmuş olduğu bu devlette Yahudiliğe ait olmayan tarihi mekânları silerek bir yandan Yahudi kolektif kimliğini inşa ederken diğer taraftan Filistinli kolektif hafızasının mekâna dair belleğini de silmeyi hedeflemektedir ve bunda kısmen de olsa başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Filistinlilerin hatıratları, günlükleri, tanıklıkları ve köy kitapları hafıza ile mekân-kırımdan dolayı yok edilen topografya arasındaki bağı bir yere kadar sağlayabilmektedir. Mekânı anlamlı kılan toplumsal ve kültürel özelliklerin artık bir arada olmaması nedeniyle hafızalardan yavaş yavaş silinmektedir.

Bugün Filistinliler bu anıları ve hatıraları nesilden nesle aktararak mekân-kırım, bellek-kırım ve siyasi-kırım şeklinde dayatılan unutmaya karşı bir hatırlama mücadelesi veriyor. Zochrot aldı sivil toplum kuruluşu aracılığıyla her yıl Nekbe anmasında yıkılan köylere ziyaretler düzenlemeye devam ediyorlar. Filistinli Şair Mahmut Derviş’in ifade ettiği gibi “Tarihin coğrafi kısmı, coğrafyanın tarihsel kısmından daha güçlüdür.” Derviş, zaman ve mekân arasındaki ilişkiyi ve tarihin veya zamansallığın kendisi için mekânları yorumlama ve birbirine bağlama biçimini açıklar.

Anlaşılan Trump bugünlerde Gazze’yi boşaltma söylemi ile Siyonist propagandanın sözcülüğünü yapıyor. İlerleyen günlerde bu çağrının karşılığının ne olacağını göreceğiz.

_

¹Bkz. Tuğçe Ersoy Ceylan, 1948: Mekân-Kırım Yoluyla Unutma Rejiminin Kuruluşu, (Filistin Araştırmaları Dergisi), sayı: 9 (Yaz 2021).

²Benny Morris, The Birth of the Palestinian Refugee Problem Revisted, (Cambridge: Cambridge University Press, 2004), 41.

³Eric Hobsbwam, Aşırılıklar Çağı (İstanbul: İmge, 2005).

⁴Jan Assman, Kültürel Bellek: Eski Yüksek Kültürde Yazı, Hatırlama ve Politik Kimlik (İstanbul: Ayrıntı, 2015), 68.

⁵Sari Hanafi, “Spacio-cide: colonial politics, invisibility and rezoning in Palestinian territory”, Contemporary Arab Affairs 2, no.1 (2009): 106.

⁶Sari Hanafi, “Explaining Spacio-cide in the Palestinian Territory: Colonization, Separation, and State of Exception”, Current Sociology 61, no.2 (2012): 192.

⁷Rochelle A. Davis, Yerlerinden Edilenlerin Coğrafyaları: Filistin Köy Tarihleri (İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2011), 32.

⁸Nur Masalha, Expulsion of the Palestinians The Concept o f “Transfer” in Zionist Political Thought 1882-1948 (Washington: Institute for Palestine Studies, 1992), 30-38.

⁹Israel Shahak, “A History of the Concept of ‘Transfer’ in Zionism”, Journal of Palestine Studies 18, no.3 (1989): 23-24.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.