Trump ya da Harris fark etmez!
Küresel sistemin merkez ülkesi ABD'deki 'hegemonik erozyon' giderek artıyor. ABD liderliğindeki Atlantik dünyası Ukrayna, Gazze, Lübnan, İran, Irak, Suriye, Yemen ve Tayvan gibi cephelerdeki mücadelelerde 'havlu atmak' üzere.
ABD'deki sarsıntı kuşku yok ki müttefik zincirinde de kırılmalara yol açıyor.
ABD'nin küresel sahnedeki etkisi azalırken başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde en sadık müttefiki konumundaki ülkeler de domino taşları gibi düşüyor.
Macaristan, Slovakya, Avusturya'dan sonra Bulgaristan ve Gürcistan'da da Rusya ve Çin ile stratejik ilişkileri savunan partiler kazandı.
Avrupa'da Amerikan hegemonyasının taşıyıcı kolonları konumundaki İngiltere, Fransa ve Almanya ile diğer ülkelerde Rusya ve Çin karşıtı olmayan partiler sandıklardan ya zaferle ayrılıyor ya da güçlenerek çıkıyor.
Son olarak 29 Eylül'de Avusturya'da Putin düşmanı olmayan aşırı sağcı Özgürlük Partisi (FPÖ) seçimlerde zafer elde etti.
***
26 Ekim'de Gürcistan ile 27 Ekim'de Bulgaristan'da yapılan seçimlerden de yine Batı'nın 'Rusya yanlısı' diye yaftaladığı fakat aslında ABD vesayetine karşı çıkan bağımsızlık yanlısı partiler kazandı. ABD'deki çözülme öyle bulaşıcı ki Japonya gibi her açıdan en istikrarlı müttefiklerde bile 'siyasi krizlere' yol açabiliyor.
Nitekim 27 Ekim'deki erken genel seçimlerde 1955'ten beri sadece iki kez kaybeden iktidardaki Liberal Demokrat Parti (LDP), son 15 yılın en kötü sonucunu aldı. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. 5 Kasım'da ise neredeyse bütün müttefiklerini krize sürükleyen ABD'nin kendisi sandık başına gidiyor. ABD de müttefikleri gibi siyasi krizin pençesine düşecek. Fakat ABD'deki siyasi krizin sonuçları diğer ülkelere göre daha küresel ölçekte olacak.
Çünkü Avrupa'daki yeni siyasi aktörler Amerikan liderliğindeki güvenlik mimarisini artık sağlıklı bulmuyor. ABD'ye fazla güvenmiyorlar. ABD'nin Avrupa'daki nükleer varlığını bir güvenlik önlemi değil bir tehdit olarak tasvir ediyorlar.
***
Atlantik üyeleri 1960'larda ve 1970'lerde Çin ve Hindistan'daki başarısız Amerikan savaşlarından sonra 2001'de başlayan 'küresel teröre karşı savaş' stratejisinin de hezimetle sonuçlandığını gördü. ABD müttefikleri şimdi de Ortadoğu ve Ukrayna'da yine birer bataklığa dönüşen savaşların içine sürükleniyor.
Artık şu hakikat netleşmeye başladı. İttifak sorunluysa getirdiği barış ve istikrar da sorunlu oluyor. ABD'nin sahte özgürlük, barış, insan hakları ve demokrasi söyleminin bedelini şimdi sadece Ukraynalılar ve Gazeliler değil bütün insanlık ödüyor
Siyonist İsrail rejimine verilen soykırım desteği ABD'nin sadece siyasi ve askeri itibarını değil ahlaki ve insani imajını da yerle bir etti.
Bu nedenle kaos üreten Amerikan dünyası yerine yeni bir dünya arayışı var. Geçiş sürecindeyiz.
Her ülke bu yeni küresel gidişata göre hazırlık yapıyor, buna göre mevzileniyor.
Dolayısıyla 5 Kasım'daki ABD başkanlık seçimlerini ister Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump ister Demokrat Parti adayı Kamala Harris kazansın fark etmeyecek. Zira sonuç değişmeyecek.
Kim kazanırsa kazansın kaybeden ABD'nin kurduğu ve 'Pax Americana' ile simgelenen Atlantik'in küresel ittifak sistemi olacak.