
Unutmamalı o güzel çocukları
“21 Ağustos’ta kaybolup 19 gün sonra cansız bedeni bir çuvalın içinde bulunan Narin Güran’ı, babasının adalet arayışı halen devam eden Rabia Naz’ı, evinin önünde asılı halde bulunan sekiz yaşındaki Şeyma’yı, annesinin evde kilitli bıraktığı ve çıkan yangı
“Şeyleri olduğu gibi değil, olduğumuz gibi görürüz.”
İnsan yaşamın acılarıyla baş edemediğinde unutmayı seçiyor bazen. Ama mevzu bir ülkenin biteviye devam eden kederi olduğunda unutmak kolay yola sapmakla eşdeğer. “Unutuşun kolay ülkesindeyiz” demişti Onat Kutlar. Ne de haklıydı...
Kartalkaya’da kuralsızlık ve denetimsizliğin bağrından çıkan korkunç bir otel yangınında 36 çocuk hayatını kaybetti. Üzerinden daha bir ay bile geçmeden, yeni unutuşlara savruluyoruz. Küller soğur, duman dağılır, hikâyeler silinir. Fakat ateş, unutmanın soğuk mermerine işlemiş bir çatlak gibi bellekte yolunu bulur. O çocuklar, gözlerimizi kapattığımızda bize yardım çığlıklarını atmaya devam ederler: “Bizi unutmayın, başka çocuklar da yaşamasın bunları!” dercesine…
Yangının ardından geriye kalan ailelerin sevdiklerini toprağa verdikten sonra başlattıkları hukuki mücadeleyi, Başka Canımız Yok etrafındaki adalet talebini unutmamalı… Çocuklar da yetişkinler de bu topraklarda önlenebilir felaketlerin kurbanı olmamalı.
Unutmamamız gerekenler listesinin ikinci sırasında çocuğa karşı şiddet ve istismar var…
ACİL YARDIM HATTI’NI ARAYAN ÇOCUKLAR
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun Ev İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’na ilişkin Ocak ayı verileri gösteriyor ki unutulanların en büyük çığlığı çocuklardan yükseliyor. Şiddet mağdurlarının yüzde 90’ı kadın, yüzde 9’u ise kız çocuğu. En küçükleri üç yaşında... En büyüğü ise 80. Acının yaş sınırı yok, unutuşun da.
2024 yılının ilk dokuz ayında 35 çocuk, aile katliamları sonucu öldürüldü. Balkondan “düşen” kadın ölümleri yetmezmiş gibi, giderek artan şekilde “şüpheli çocuk ölümlerini” konuşuyoruz.
21 Ağustos’ta kaybolup 19 gün sonra cansız bedeni bir çuvalın içinde bulunan Narin Güran’ı, babasının adalet arayışı halen devam eden Rabia Naz’ı, evinin önünde asılı halde bulunan sekiz yaşındaki Şeyma’yı, annesinin evde kilitli bıraktığı ve çıkan yangında hayatını kaybeden o beş birbirinden güzel çocuğu, bebek öldürecek kadar paraya susamış Yenidoğan Çetesi’nin elinde dünyaya gözlerini açamayan bebeleri unutamıyoruz. Çünkü çocuklar uyurken susulur, onlar öldürülürken değil…
ÇALIŞTIRILIRKEN ÖLEN ÇOCUKLAR
Sayıları milyonu geçen çocuk işçileri ve çocukların kırmızı eti ancak rüyasında görmesine yol açacak kadar acımasız bir hal almış olan çocuk yoksulluğunu da unutmamalı…
Geçtiğimiz günlerde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Çocuk İş Cinayetleri Raporu’nu yayımladı. 2013’ten bugüne en az 742 çocuk işçi, ekmek parası uğruna hayatını kaybetti. Tarım, orman, inşaat, metal ve konaklama sektörlerinde, çocukların ömrü ekmek kadar ucuz, bir çivi kadar değersiz, inşaat tepesinden düşüşü kadar sessiz, medyada yer tutan çocukların iş kazaları kadar “sıradan”…
Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) adı altında meşrulaştırılan çocuk işçiliğiyle eğitimden koparılan, ağır iş yükü ve uzun çalışma saatleriyle ezilen o küçücük bedenler, sistemin sessiz dişlileri arasında kayboluyor. 742 çocuk işçinin hayatını kaybettiği bir ülkede, çocuk emeği “ekonomik katkı” veya “meslek eğitimi” olarak görülebilir mi hâlâ?
YOKSULLUĞUN PENÇESİNDE ÇOCUKLAR
Avrupa Eğitim Bilgi Ağı EURYDICE’nin son raporuna göre, Türkiye’de altı yaş altı çocukların yüzde 41,6’sı yoksulluk riski veya sosyal dışlanmayla karşı karşıya. 10 çocuktan dördü… Aileleri, onlara insan onuruna yakışır bir yaşam sunamıyor; mevsime uygun kıyafet alamıyor, gün aşırı et yediremiyor, tatile çıkarmak bir yana, sağlıklı beslenmelerini bile sağlayamıyor.
Güvencesizlik ve yoksulluk, çocukların eğitimden sağlığa, beslenmeden sosyal gelişime dek tüm hayatını çorak bir araziye çeviriyor. DİSK Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) dört kişilik bir aile için açlık sınırının 22.075 lira, yoksulluk sınırınınsa 76.358 lira olduğunu açıkladı geçtiğimiz günlerde…
Bu yıl “Aile Yılı” ilan edildi ama çocuklar hâlâ aç, hâlâ korunmasız. Bugün açlık çeken bir çocuğun yarın neye dönüşeceğini hiç düşündük mü? Sessiz ve derslerinde geri kalmış, bu yüzden de okulu terk eden bir öğrenciye? Umutsuz ve işsiz bir gence? Ya da topluma öfke kusan ve toplumsal uyumun çeperlerinde kalan bir yetişkine? Açlık ve yoksulluk, çocuk açısından yaşamdan kopuştur; fırsat eşitsizliğidir; umutsuzluktur.
Yoksulluk, yalnızca bir rakam değil; bir çocuğun gözlerinde beliren kaygı, ellerindeki çatlak, büyümeyen kemikleri, bodur ve kavruk kalan bedeni demek. “Yoksul bir çocuk görsem, yağmur altında üşüyen, köprü olmak geçer, hiç değilse içimden” diyen Sunay Akın’ın o dizelerini unutmamalı.
Gelecek yıllarda bu yoksunlukların çocuklar üzerindeki uzun vadeli etkileri ne olacak? Bu konuda bir strateji var mı? Tıkır tıkır işleyen bir eylem planı? Unutmanın telaşı içinde, bu sorular da cevapsız kalıyor.
Ama unutmamak gerek. Çocukların iyi olma haklarını dilden eksiltmemek gerek. Çocuk haklarındaki ihlalleri, belleğin puslu labirentlerine terk etmemek gerek.
YANGINDA ÖLEN ÇOCUKLAR
Otel yangınında kaybolan çocukların isimlerini… Pera’yı, Alya’yı, Dila’yı, Ela’yı, Demir’i, Defne’yi, Kemal’i, Demir’i ve daha nicelerini… Bir yaş daha büyüyemeyecek olan çocukları…
Şiddet çığlıkları evlerin duvarlarına sinmiş küçük bedenleri...
Güvencesiz işlerde ölüme mahkûm edilen o ufacık elleri… Esmanur’u, Alperen’i, Birol’u, Egehan’ı, Edanur’u, Refik’i, Arif’i, Bekir’i, Habibe’yi…
Ve yoksulluğun, çocukların bugününden ve geleceğinden çaldığı her günü…
DEPREM VE ÇOCUKLAR
6 Şubat depremlerinin ikinci yılında “refakatsiz çocuklara ne oldu?” diye de sormak, onları da unutmamak gerek.
Enkazdan kurtarıldığına dair görgü tanıklıkları olan ama ailelerin bir türlü ulaşamadığı çocukları, üzerinden iki yıl geçmesine rağmen halen deprem bölgesinde düzenli suya, gıdaya, sağlık hizmetlerine, okula, güvenli barınmaya ulaşamayan, yaşamlarını yeni baştan kuramayan çocukların en temel haklarını da anımsamalı.
Geçen gün açıklanan ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) tarafından hazırlanan Şubat 2023 Depremleri İkinci Yıl Raporu’na göre, deprem bölgesindeki çocuklar beslenemiyor.
“Türkiye Beslenme Rehberi kriterlerine göre; 12-59 ay çocuklarda yeterli süt tüketme oranı yüzde 13,7, yeterli sebze tüketme oranı yüzde 8, yeterli tahıl tüketme oranı yüzde 6,7’dir. Ailelerin yüzde 44,3’ü düzenli gıdaya erişime sahip değildir” deniyor bu raporda.
Depremin üzerinden iki yıl geçmesine karşın deprem bölgesinde çocuklar beslenemiyor; çocuklar bodurluk, zayıflık ve aşırı kiloluk gibi yetersiz ve yanlış beslenmeden kaynaklı gelişim sorunlarıyla baş başa bırakılıyor.
Unutmak veya yok saymak, kanayan yaraya tuz basıp hayatın eski ritmiyle ilerlemek bir tercih mi, yoksa bir kaçış mı?
Bazen toplumun bir kesimi, unutmayı en kolay yol olarak seçer. Acılar, gazetelerin üçüncü sayfasına düşer; sonra yavaş yavaş o sayfalardan da silinir. Yeni felaketler eskileri örter, isimler kaybolur, yerlerine yenileri gelir. Cenazelerden videolar çekip sosyal medyaya koyanların kalbine teğet geçip gider acılar… Hüznü derinden yaşayanlar için ise, hayat bir cehenneme dönüşür her kayıpta, her ayrılıkta ve her ölümde… “İnsanlar, insanların içinde, insana hasret yaşarlar” demişti Özdemir Asaf. Ne de haklıydı...
Bir çocuk öldüğünde, bir çocuk aç kaldığında, bir çocuk iş kazasında yaralandığında, sadece o değil, onun yaşayabileceği her ihtimal de yok olur.
MATTİA’NIN BIÇAK SAPLANAN HAYALLERİ
Tıpkı Kadıköy’de 27 Ocak günü pazarda gezen 14 yaşındaki Mattia Ahmet Minguzzi’nin bıçaklı saldırı sonucu yaşamını yitirmesi gibi, yaşayabileceği her ihtimal de yok olur. Mattia Ahmet’in o muzip gözlerini bu dünyadan çekip alan, bir çocuktan katil yaratan karanlığı unutmamalı…
Acılı anne Yasemin Minguzzi’nin, oğlunun adaletini sağlamak için mücadele edeceğini duyurduğu şu cümleler de beynimizde hiç unutulmamacasına yer etmeli: “Canım oğlum, bu yeryüzüne kendine bir misyon edinerek geldi ve melek olup gitti. Onun bu görevini annesi olarak üstlenecek, adaleti sağlamadan bu dünyadan göçüp gitmeyeceğim. Hepinizin çocukları benim çocuklarım, kollarım hepsine açık, kapımı çalın yeter! Değil ülkeyi, dünyayı ayağa kaldıracağım.”
Furuğ Ferruhzad, “Ben yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum” der ve ekler: “Bunca elin boşunalığını düşünmekten. Bunca yüzün yabancılaşmasından korkuyorum.”
Ben de belleğini yitirmiş bu çağdan korkuyorum. Bunca ölüme karşı kayıtsızlıktan, bunca çocuk yüzünün yabancılaşmasından korkuyorum.
O yüzden unutmamayı tercih ediyorum. Unutmamayı ve herkese bu ölümler karşısında gerekli önlemlerin alınması gereğini yeniden anımsatmayı tercih ediyorum.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.